3973- VÜCUD   وجود : Varlık. Var olmak. Bulunmak. *Cesed, cisim, ten, gövde.

«Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücudda rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder. Meselâ: Âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza âlem-i manadan bir kütübhane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i haricîden olan tırnak kadar bir ayine-i vücudun, âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i haricîden olan o ayine ve o hâfızanın şuurları  ve kuvve-i icadiyeleri olsaydı, bir zerrecik vücud-u haricîleri kuvvetiyle, o vücud-u manevîde ve misalîde hadsiz tasarrufat ve tahavvülat yapabilirlerdi. Demek vücud rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleşir; az bir şey çok hükmüne geçer. Hususan vücud rüsuh-u tam kazandıktan sonra, maddeden mücerred ise, kayıd altına girmezse; o vakit cüz’î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı vücudun çok âlemlerini çevirebilir.

İşte وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى şu kâinatın Sani’-i Zülcelal’i, Vacib-ül Vücud’dur. Yani: O’nun vücudu zatîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni’dir, zevali muhaldir ve tabakat-ı vücudun en rasihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sair tabakat-ı vücud, O’nun vücuduna nisbeten gayet zaif bir gölge hükmündedir. Ve o derece vücud-u Vacib, rasih ve hakikatlı ve vücud-u mümkinat o derece hafif ve zaiftir ki; Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahrik, sair tabakat-ı vücudu evham ve hayal derecesine indirmişler: Lâ mevcude illâ hu demişler. Yani: Vücud-u Vacib’e nisbeten başka şeylere vücud denilmemeli; onlar, vücud ünvanına lâyık değillerdir diye hükmetmişler.» (M.248)

3974- «Eşya, zeval ve ademe gitmiyor, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor; âlem-i şehadetten âlem-i gayba gidiyor, âlem-i tegayyür ve fenadan âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor. Hakikat nokta-i nazarında eşyadaki cemal ve kemal; Esma-i İlahiyyeye aittir ve onların nukuş ve cilveleridir. Madem o esma bakidirler ve cilveleri daimîdir; elbette nakışları teceddüd eder, tazelenir, güzelleşir. Ademe ve fenaya gitmiyor, belki yalnız itibarî taayyünleri değişiyor; ve medar-ı hüsün ve cemal ve mazhar-ı feyz ve kemal olan hakikatları ve mahiyetleri ve hüviyet-i misaliyeleri bakidirler. Ziruh olmıyanlar, doğrudan doğruya onlardaki hüsün ve cemal, Esma-i İlahiyeye aittir; şeref onlaradır; medih onların hesabına geçer; güzellik onlarındır; muhabbet onlara gider, o ayinelerin değişmesiyle onlara bir zarar iras etmez. Eğer ziruh ise, zevil-ukulden değilse, onların zeval ve firakı, bir adem ve fena değil; belki vücud-u cismanîden ve vazife-i hayatın dağdağasından kurtulup, kazandıkları vazifenin semerelerini baki olan ervahlarına devrederek; onların o ervah-ı bakiyeleri dahi birer esma-i İlahiyeye istinad ederek devam eder; belki kendine lâyık bir saadete gider. Eğer o ziruhlar zevil-ukulden ise; zaten saadet-i ebediyeye ve maddi ve manevi kemalâta medar olan âlem-i bekaya ve Sani’-i Hakîm’in dünyadan daha güzel, daha nurani olan âlem-i berzah, âlem-i misal, âlem-i ervah gibi diğer menzillerine, başka memleketlerine bir seyr ü seferdir; bir mevt ü adem ve zeval ü firak değil, belki kemalâta kavuşmaktır.

Elhasıl: Madem Sani’-i Zülcelal vardır ve bakidir; ve sıfat ve esması, daimî ve sermedîdirler; elbette o esmanın cilveleri ve nakışları, bir manevi  beka içinde teceddüd eder; tahrib ve fena, idam ve zeval değildirler.

Malumdur ki insan, insaniyet cihetiyle ekser mevcudatla alâkadardır. Onların saadetleriyle mütelezziz ve helaketleriyle müteellimdir. Hususan zihayat ile ve bilhassa nev-i beşerle ve bilhassa sevdiği ve istihsan ettiği ehl-i kemalin âlâmıyla daha ziyade müteellim ve saadetleriyle daha ziyade mes’ud olur. Hatta şefkatli bir valide gibi,  kendi saadetini ve rahatını, onların saadeti için feda eder. İşte her mü’min derecesine göre, nur-u Kur’an ve sırr-ı iman ile, bütün mevcudatın saadetleriyle ve bekalarıyla ve hiçlikten kurtulmalarıyla ve kıymettar mektubat-ı Rabbaniye olmalarıyla mes’ud olabilir ve dünya kadar bir nur kazanabilir. Herkes derecesine göre bu nurdan istifade eder. Eğer ehl-i dalalet ise; kendi elemiyle beraber, bütün mevcudatın helâketiyle ve fenasıyla ve zahirî idamlarıyla -ziruh ise âlâmlarıyla- müteellim olur; yani onun küfrü, onun dünyasına adem doldurur; onun başına boşaltır; daha Cehennem’e gitmeden Cehennem’e gider.» (M.287) (Bak: 104. p.)

Atıf notları:

- Vücud (var oluş, varlık) hayr-ı mahzdır, bak: 2641.p.

- Vücudun en kuvvetli mertebesi, bak: 229.p. son yarısı.

- İmkânî vücudlar, bak: 319.p.

- İstidadların inkişafıyla kazanılan vücud, bak: 815.p.

- Vücudda esbab konulmamış, bak: 845, 1222.p. sonu, 2535.p.lar.

- Hareket vücuddur, bak: 894.p.

- Vücudun kemali hayat iledir, bak: 1246.p.

- Vücud, kemali ister,bak: 1973.p.

 

 

Yukarı Çık