1607- İMAM-I AZAM إمام اعظم : (Hi: 80-150) Hanefi mezhebinin imamı. Asıl ismi, Nu’man bin Sabit, lakabı ise Ebu Hanife’dir. Bağdad’lı olup Abbasiler devrinde yaşamıştır. Fıkıh ilminin en ileri geleni olup, bu ilmin tedvin ve tervicinde çok büyük hizmet etmiştir.
Vicdan-ı umumiyede tam itimad edilen böyle büyük dinî şahsiyetler, siyasete girmemekle umumun itimadına daha çok mazhar olurlar. Halk böyle mutemed şahsiyetleri daha çok dinler. İdareciler de, böyle şahsiyetler karşısında halkın itibarını kaybetmemek ve iktidarda kuvvetsiz kalmamak ihtiyacını duyacağından dine ve dindarlara dokunmaz, dine hizmet eder, din kuvvetlenir. Böyle manevi murakıblar sebebiyle hem idareci, hem memleket kuvvet kazanır, selâmet bulur. Ancak böyle müstesna şahsiyetler veya şahs-ı manevî, siyasî tarafgirliklere ve boğuşmalara girmemeleri gerektir ki, umumun lâakal ekseriyetin makbulü olacak bir manevî merci olabilsin. (Bak.Siyaset) (Kader, âl-i beyti siyasette muvaffak etmemesinin hikmeti, bak: 1333,1334.p.lar) işte bu gibi hikmetler içindir ki; İmam-ı Azam Hazretleri hapse atılıp eziyetler görmesine sabredip, halifenin teklifini kabul etmemiştir.
1608- İmam-ı Azam’ın, Halifenin teklif ettiği kadılık makamına geçmekten çekinmesi hâdisesini Muvaffak Mekkî Menakıbında kaydediyor: “Ebu Hanife Bağdat’a çağrılıp getirilmesinden bahsederken diyor ki:
Halife beni kadılık için davet etti. Ben de ona bu işe lâyık olmadığımı bildirdim. Ben beyyine davacıya, yemin de davalıya düştüğünü bilirim, fakat kadılık için bu kadarı yetmez. Kadılığa lâyık olacak kimse senin aleyhine, oğlunun aleyhine ve senin kumandanlarının aleyhine hüküm verecek cesarette bir adam olmalıdır. Bu ise bende yok. Sen beni öyle bir şeye davet ediyorsun ki, gönlüm ona asla razı değil!
Bunun üzerine Mansur:
-Sen benim hediyelerimi neden kabul etmiyorsun? dedi.
-Emirü’l Mü’minîn bana sırf kendi malından bir şey yollamadı ki, ben onu reddetmiş olayım. Eğer kendi malından bir şey gelse, onu kabul ederim. Emir-ül Mü’minîn’in bana gönderdiği hediyeler, müslümanların malından, beyt-ül maldendir. Halbuki müslümanların beyt-ül malinde benim hiçbir suretle hakkım yok. Ben cepheye gidip savaşanlardan değilim ki, serhadlerdeki mücahidler gibi beyt-ül malden hisse alayım. Mücahidlerin çocuklarından da değilim ki, kimsesiz yavrular gibi beyt-ül malden bir şey alayım. Fakir de değilim ki, yoksullar gibi hisse alayım!
Bunun üzerine Halife:
-Öyle ise makamda dur, kadılar sana gelsinler, muhtaç oldukları zaman sorsunlar, dedi.1
1609- İbn-i Bezzarî, Menakıb’ında diyor ki: “Ebu Ca’fer Ebu Hanife’ye başkadılık teklifinde bulundu, kabul etmeyince hapsetti. Hatta 110 kamçı vurdurdu. Sonra hapisten çıkardı ve kapıda beklemesini emretti. Kendisine sorulan mes’eleler hakkında fetva vermesini istedi. Ona sorulmak üzere mes’eleler gönderdi, o fetva vermekten çekindi. Tekrar hapse atılmasını emretti. Ve yine hapse atıldı. Ona çok kötü muamele ettiler. Gayet tazyik yaptılar.”2
Hatib Bağdadî bu hususta tarihinde diyor ki: “Ebu Ca’fer, Ebu Hanife’yi huzuruna davet etti. Ona kadılık makamına geçmesini teklif eyledi, o kabul etmedi. Halife, o makama seni getireceğim diye yemin etti. Ebu Hanife de kadığı kabul etmem diye yemin etti.
Halifenin teşrifatçısı Rabi’, Ebu Hanife’ye:
-Görmüyor musun, Emirü’l-Mü’minîn yemin ediyor, dedi.
Ebu Hanife şu cevabı verdi:
-Emirü’l-Müminîn yemininin keffaretini vermeğe benden daha kadirdir! dedi. Ve kabul etmemekte ayak diredi. Bunun üzerine hapse atıldı”.
Yine Bağdad Tarihinde Rabi’b Yunus’tan naklolunuyor. “Emirü’l-Mü’minîn, Ebu Hanife ile kadılık mes’elesini münakaşa yaparken gördüm. Ebu Hanife diyordu ki:
-Allah’tan kork, kadılık emanetini ancak Allah’tan korkan birisine emanet et. Ben kendime güvenemiyorum. Eğer beni Fırat’ta boğulmakla bu işi kabul etmek arasında muhayyer bıraksan, ben boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında bir alay maiyetin var, ikram beklerler. Ben buna lâyık değilim, yapamam.
Ebu Ca’fer’in canı sıkıldı:
-Yalan söylüyorsun, sen bu işe lâyıksın! dedi.
Ebu Hanife bunu bekliyormuş gibi:
-İşte hükmünü kendin verdin, yalan söylediğini söylediğin bir kimseye kadılık emanetini nasıl verirsin.”3 (Diyanet İ.B. terceme yayınlarından “Ebu Hanife” isimli eser, sh: 50, 1962)
İmam-ı Azam Hazretleri kendi takib ettiği bu hikmetli yolu., güvendiği talebesi olan Ebu Yusuf Hazretlerine de tavsiye etmiştir.
1610- İmam-ı Azam’ın Ebu Yusuf’a vasiyeti:
Hanefi fakihlerinden İbn-i Nüceym’in “Eşbah ve Nezair” adlı fıkıh kitabının sonunda yazdığına göre, İmam-ı Azam bu tavsiyesini, Ebu Yusuf’ta rüşd ve halk üzerinde şerefi zahir olduktan sonra yapmıştır. Burada kısmen dercedilmiş bulunan vasiyetnamede İmam-ı Azam, Ebu Yusuf’a şu tavsiyelerde bulunuyor:
“Sultan ile muamelende ateşten faydalandığın gibi ol! Uzakta dur; ona çok yaklaşma!
İlimde ve hukukî meselelerde sana teklif edeceği işlerinden ancak kendi meşreb ve mezhebine uygun gördüklerini kabul et ki, hükümet işlerinde başka bir mezheb tutmak ihtiyacında kalmıyasın.
Halk önünde konuşma, yalnız sorduklarına cevap ver! (Bak: 388.p.) Avam ve tüccar arasında da dinî ve zarurî bilgiye ait olmıyan sözlerden kaçın. Avam arasında ne gül, ne de gülümse! Çarşı pazara da çok çıkma! Halk ile çokça düşüp kalkma! Onlar seni arasınlar.
Kazançsız azıksız on sene de kalsan, ilim öğrenmekten yüz çevirme!
Avamdan ve maiyyetinden biri ile münakaşa etme! Çünkü böyleleri ile münakaşa itibarını giderir.
Âlimleri bulunan bir beldeye vardığın zaman orasını kendine tahsis edip halkı etrafına çekip çevirme! Belki sen de oranın sakinlerinden biri ol ki, senin orada bir mevki kazanmak istemediğini bilsinler.
Eğer -âlimler- senden belirli meseleler sorarlarsa, verdiğin cevaplar üzerinde onlarla münazara ve münakaşa yapma. Yalnız onlara her şeyi açık delili ile söyle! Hoca ve üstadlarına dil uzatma!
Laf ederken gürleme, bağırıp çağırma, yüksek sesle de konuşma!
Namazların arkasında kendine bir (vird) tutun!
Sultana yakınlık vesilesi arama! Onun seni yakınları arasına almasını da arzu etme! Şayet bunu kendiliğinden yaparsa, halktan gizle!
Fenalığını bildiğin bir kimseyi, o kötülüğü ile anma! Belki ondan fayda ve iyilik ara! Ve iyi hali ile an! Meğer ki onun fena hali din hususunda ola. Eğer o fenalığı hakikaten onun diyanetinde görürsen, bunu insanlara söyle ki, ona uymasınlar ve ondan sakınsınlar.
İşlerini ehil ve erbabına havale et ki, bilgi ve ihtisasa karşı olan inan ve saygın sağlamlaşsın!
Delilerle konuşmaktan, münazara âdabını bilmiyen ve iddialarını delilleri ile isbat edemeyen ilim adamları ile söze girişmekten kaçın! (Bak: Hecr-i Cemil) Mevki ve makam peşinde koşan halk arasındaki günlük meselelere dalan ve bu suretle kendilerine şöhret ve menfaat sağlamak istiyen kimselerin sözlerini ve aralarına karışma!
Bir cemaat içinde bulunduğun zaman seni saygı ile öne sürmedikçe sen kendiliğinden ileri safa geçme! Aynı şekilde muamele görmeden de mihraba geçip imam olma! Avama mahsus olan parklara ve mesireliklere de çıkma!
Nüfuzundan faydalanan ve tezkiyeni kazanan birisini doğrudan vaiz tayin eyleme! Belki bu işi mahallen halkından ve sana yakın olmayanlardan kendilerine inandıkların ile dostlarından birisine havale et!...” (İmam-ı Azam’ın Ebu Yusuf’a vasiyeti, terceme, Serdengeçti Neşriyatı, 1962 Ankara)
Atıf notu:
-İmam Azam’ın kıyas ile hareket ettiği yolundaki söylentilere verdiği cevab, bak: 2777.p.