3414- SİYASET سياسة : Memleket idare etme ilim ve san’atı. Devlet idare tarzı. Diplomatlık, politika. *Dünya ve âhirette necatlarına sebep olacak bir yola irşad ile, beşeriyetin salahına çalışmak. *“Umur-ı raiyenin tanzimi için hikmet-i hükümet iktizasından olan icraat” (Kamus-u Türkî’den) * Seyislik, at idaresi işleri ile uğraşmak. (Bak: Biat, Emanet, Hilafet, Ulu-l Emr)
3414/1- Rububiyet-i İlahiyenin beşer âlemindeki hâkimiyetin lâzımı olan İlahî talim ve terbiye kaidelerine istinaden insanları iyiye ve kemale tevcih etmek; adalet ve asayiş içinde hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin etmek için gerekli olan icraatı yapmak mana-yı eammiyle siyaset-i İslâmiyeyi ele alan İmam-ı Gazali Hazretleri, siyaseti dört mertebeye ayırır. Veraset-i Nübüvvet makamında, yani müceddidlik vasfında bulunan dinî şahsiyetlerin, zahirî siyasete girmediklerini ve daha çok münevver sınıfı yani keyfiyetli dar daireyi irşad edeceklerini beyan eder.
İmam-ı Gazali Hazretleri aynen şöyle diyor:
“Beşeriyeti ıslah ile dünya ve âhirette selâmete ulaştıracak doğru yolu gösteren siyaset dört mertebedir:
Birinci ve en üstün mertebe: Peygamberlerin siyaseti, sevk ve idaresi olup, avam ve havass bütün insanların zahir ve batınlarına hükmetmeleridir.
İkinci mertebe: Halife, melik ve sultanların siyaseti ve her sınıf insanlara hükmetmeleridir. Fakat bunlar yalnız zahire hükmeder, batına tesir edemezler.
Üçüncü mertebe: Allahu Teala’yı ve dinini bilen, peygamberlerin vârisi olan âlimlerin siyasetidir ki, bunlar hiçbir sınıfın zahirî işlerine karışmayıp kimseyi zecr ve men’edemiyecekleri gibi, umum insanlar da kendilerinden istifade edemez. Ancak münevver tabakanın batınına hitab edebilirler.
Dördüncü mertebe: Vaizlerin siyasetidir. Bunlar da ancak insanların avam kısımlarının batınına hitab ederler.” (İ.U. ci: l sh: 40)
İslâm siyasetinin mezkûr tarifine göre, insan anlayışı ve tercihlerine dayanan ve his ve heyecanların mücadele sahası olan siyaset-i beşeriyenin bilhassa asrımızdaki makam, menfaat, tarafgirlik ve ideolojik mücadeleleri cihetiyle asıl vasfı siyaset olamaz. Hatta hadis lisanında bu tarz boğuşmalar, âhirzaman fitnesi olarak vasıflanır.
Gazali Hazretleri, siyasetin her işten üstün ve ilim ve fazilete dayanan bir meslek olduğunu da kaydeder.
3414/2- İslâmî şeairin tahribi ile bozulan bir İslâm cemiyetinde siyasî ve dinî sahada pek çok mutezad gruplaşmalar varken ve kuvvetli olan zayıfı adi bahanelerle ifna ederken; millet ekseriyetinin desteğine dayanan siyasî iktidara geçmek istiyenler, önce mevcut dinî cemaatlerin söz sahibleriyle görüşmeleri ve ittifak ve mutabakatın sağlanıp sağlanamıyacağını ve böyle bir hareketin gerekli olup olmadığını meşveret etmeleri lâzımdır. Eğer ittifak sağlanırsa, aralarında ihtilafı önleyecek ciddiyette ve şer’î esasata müstenid bir hareket proğramının tesbiti ve bağlayıcılığı da gerektir. Bu husus, hem emr-i Kur’anî olan şûranın hem hâkimiyet-i diniyenin istinadgâhı olan ittihad-ı İslâmın lâzımıdır.
Mezkûr usulü terk ile veya dinî cemaatlerle mutabakat sağlanmadan, ekalliyette kalan bir grubun siyasî faaliyete görmesi hatarlıdır ve akîm kalır. Ancak 3415. p.ta beyan edilen bir “müsbet fikir partisi” olmak faziletini gösterebilmek hali müstesnadır.
İki atıf notu:
- Siyasi diplomatların aldatıcı ve sihirli propagandaları, bak: 3409, 3410. p.lar.
- Bediüzzaman Hazretlerinin siyasetten uzak durması, bak: 3223 - 3242. p.lar.
3415- Mühim bir ihtar: Asrımızda, tarafgirlik esasına dayanan ve aşırı mücadelelere sebebiyet veren çok partili siyasi hayatta, bilhassa âhirzaman fitnesinin istilasında dinî şahsiyetler veya şahs-ı manevi teşkil eden dinî cemaatler, siyasi iktidara karşı “Sen iktidardan çekil, ta ki ben geleyim” niye-tiyle ve tavrıyla hareket etmemelidirler. Çünkü bu niyet ve bu anlayışın gereği olan siyasi tarafgirlikler ve mücadeleler, fitneyi ika eder. Tarih buna şahittir. Ancak mümkünse dinî şahsiyetler, siyasileri ve halkı ikaz etmelidirler. Bu ikazlarla istenen düzelme olmuyorsa, tarafgirliğe meydan vermeden ve cemiyet içinde siyasi temayüllü tezahürlere girmeden, kâmil bir tavırla ve idarî makama geçme hırsında olmamak şartıyla, partilerden tercih edeceği tarafı, tasvibsiz ve tâbi yahut dâhil olmadan destekleyebilir.
Bediüzzaman Hazretleri, Demokrat Parti devresi içinde mevcud siyasi partiler hakkında ehven-üş şer kaidesiyle siyasi tercih ölcüsünü bazı mektublarında kaydeder. Aynı siyasi şartların devamı halinde, bu tercihinin devam edeceğini bilen Nurcular, Bediüzzaman Hazretlerinin bu tasvibsiz tercihini muhafaza etmişlerdir. Pek çok icraatlarıyla dine zarar veren Halk Partisi içindeki icraat makamlarında bulunan ve Bediüzzaman’ın kendi ifadesiyle % 5 olan şahısları suçlu görüp diğerlerine hakkını helal eden Bediüzzaman (Bak: E.L. II 245) Halk Partisi mensublarına, dine muarız olmamalarını tavsiye eder. (Bak: 251.p.) Fakat yine de bu parti dine muarızlığını bırakmamış olduğundan Müslüman Anadolu halkının ekseriyeti D.P. ye rey vermiştir. Gerçi D.P. içinde de dine dost olanlara nisbetle, dine ve dindarlara muarızlar çoktu.
Fakat bunlar C.H.P.nin akibetine düşmekten çekindiklerinden ehven-üş şer denecek bir parti durumunu zahirde muhafaza etmeyi tercih ettiler.
Bu arada ortaya çıkan Millet Partisi ise, dine mütemayil görünüyor ve dindarların kendilerine rey vermeleri gerektiğini söylüyorlardı. Bediüzzaman Hazretleri ise yüzde altmış-yetmiş tam dindar ekseriyeti bulmadan, dindarların şimdiki siyasetin başına geçmemeleri ve D.P. nin dindarlarına katılmalarını tavsiye etti. (Bak: E.L. II 132) Fakat sonradan görüldü ki, dindarların D.P. ye girmeleri için normal şartlar bulunmadığı gibi, Millet Partisi de müstakil bir parti olarak devam etmeye kararlı idi. Bu duruma karşı Bediüzzaman Hazretleri önceden D.P. dışında dindar siyasilerin bir parti kurmalarını tasvib etmezken yeniden yazdığı diğer bir mektubunda, dine mütemayil Millet Partisi’nin başa geçmemek, D.P. ye yardım etmek (yani ehvenüşşer partisini zayıflatmamak) ve muaraza etmemek şartıyla (yani bir fikir partisi biçiminde) kalmasına işaret eder. (Bak: E.L.II 175) Bu parti bu tavsiyeye uysa idi, dindarların bu partiye rey vermeleriyle D.P. zayıflasa da iktidardan düşmezdi. Çünki bu iki parti, bir parti gibi hareket edip muaraza ile bölünmeyecek ve böylece reylerini Millet Partisi’ne veren müslüman cemaat dahi reylerinin zayi olacağı endişesinde olmazlardı. Çünki ehvenüşşer partisi ile muhafazakâr parti zahirde iki parti olmakla beraber, teşri’de ve iktidar olmadaki müsbet faaliyetlerde bir parti gibi çalışacaklardı.
Bu tavsiye mevcud siyasi ve hukuki şartlar içinde müsbet hareketin mecburi bir çıkış yolu idi. Fakat dindarlığa yardım edeceğini dava eden Millet Partisi ve muakibleri, bu tavsiyeye uygun hareket edemediler. Ve ehvenüşşer partisi ile muarazaya girdiler.
Bediüzzaman Hazretleri, siyasette bazı çareleri ve çıkış yollarını göstermek için böyle bazı ikaz mektublarını yazmakla beraber, kendisi siyasi cereyanlardan ve meşgalelerinden daima uzak durmuş ve has talebelerini de aynı hasassiyetle men etmiştir. (Bak: 1644, 2906. p.lar)
3415/1- Her hususta Kur’ana ittiba eden Bediüzzaman Hazretlerinin siyasetten içtinab etmeye dair tercihi de kitab ve sünnete istinad eder. Bilhassa kütüb-ü sittenin kitab-ül-fiten kısmında pek çok ehadisin ifadesiyle âhirzaman fitnesinde içtimaî ve siyasî sahada hâkim olan şer cereyanından uzak durmak gerektiği bildirilmiştir. (Bu rivayetlerin az bir kısmı 387, 585, 989, 990, 993. paragraflarında ve 1000/5. paragrafın 4. bendinde geçmiştir.)
3415/2- Âhirzaman fitnesinin izale edilip İslâmî hayatın iade edilmesi hususu ise, rivayetlerde tekrarla kaydedildiği ve Bediüzzaman Hazretlerinin de bu rivayetleri beyan ettiği üzere bu vazife Mehdî’den sonra gelecek zâtın (Bak: 2305.p. son yarısı) ve cemaatının vazifesidir. Yani İttihad-ı İslâm’ın ordularına istinad eder. (Bak: E.L.1. sh: 266 p. 2,3 ve S.T. sh: 9 sonu) Yoksa asrın menfî siyasetinden böyle bir umumî ıslahat beklenilmez. Ancak ittihad-ı İslâmı ciddiyetle esas alan bir siyasî partinin vesile olması ve ittihad-ı İslâma yolu açması olabilir. (İttihad-ı İslâm’ın tahakkuk şartları için, bak: 1835. p.)
3416- Siyasi liderlerin ekserisi, halkın itimad ettiği dinî şahsiyetleri politik maksadlarla kendi siyasi sahalarına çekip nüfuzundan istifade etmek isterler.
Kur’anda bizzat Resulullah’a hitab edip dolayısıyla dinî şahsiyetlere de ders veren bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
Hayatperest ehl-i dalalet “(68:9) وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ arzu ettiler ki sen müdahene etsen; taptıklarına, alçak garazlarına, haksızlıklarına ilişmesen, muvafakat etsen, diye istediler de onlara dehalet etmediğin için tekzibe kalkıştılar. Yoksa sen müdahene edecek, garazlarına revac verecek olsaydın, o suretle sen de onların dalaletlerine iştirak etmiş bulunsaydın فَيُدْهِنُونَ o vakit müdahene edeceklerdi, onlar da sana ne büyük, ne akıllı adam diyeceklerdi. Lakin sen müdahene etmeyip hakkı söylediğin, Allah’ın emrini, risaletini tebliğ eylediğin için öyle iftiraya kalkıştılar, bile bile yalan söylediler. Onun için sen onlara itaat etme, İşte büyük ahlâkın ilk umdesi budur.” (E.T. 5271)
“Mühim bir suale hakikatlı bir cevaptır.
Büyük me’murlardan bir kaç zat benden sordular ki: “Mustafa Kemal sana üçyüz lira maaş verip, Kürdistan’a ve vilayat-ı şarkıyeye, Şeyh Sünusi yerine vaiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüzbin adamın hayatlarını kurtarmaya sebeb olurdun!” dediler.
Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüzbinler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevi hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.” (Ş.289)
Birkaç atıf notu:
-Mürşid zatların siyasete girmemeleri, bak: 3880. p.
-Âhirzaman fitnesinde siyasete girmemek, 387, 989-991. p.lar
-İmam-ı A’zam Hz. nin siyasete girmemesi, bak: 1609. p.
3417- Siyasi ve idari makama göz dikmemenin derin hikmetini ve içtimaî sükûnetin esasını tazammun eden ve siyasî ve içtimaî keşmekeşliğin esası olan sen makamdan in ki ben çıkayım, anlayışını yok eden şu gelen hadis-i şerifler, cay-ı dikkat ve şayan-ı teemmüldür. Şöyle ki:
تَجِدُونَ مِنْ خَيْرِ النَّاسِ اَشَدَّهُمْ كَرَاهِيَةً لِهَذَاالشَّاْنِ حَتَّى يَقَعَ فِيهِ
“Siz insanların hayırlısı, emîr oluncaya kadar emareti çok fena görenler (ve arzu etmiyen kimseler) bulursunuz.”1
3418- Buhari’nin kitab-ül ahkâm, 7. babdaki bir hadiste de; yakın istikbalde, emarete harislik olacağını ve mes’uliyetlerini beyan ile ümmet ikaz edilir.
Diğer iki hadis meali şöyledir:
“Abdurrahman İbn Semure (R.A.) tahdis edip dedi ki:
Resulullah (A.S.M.) bana hitaben “Ya Abdurrahman! Emîrlik talebinde bulunma. Çünkü eğer senin istemenle sana emaret vazifesi verilirse, o vazifede Allah’ın inayetine mazhar olamazsın. Eğer sen istemeksizin bu vazife sana tevcih olunursa, vazifende Allah’ın yardımına mazhar olursun.” buyurdu.”
Hem “Ebu Muse-l Eş’arî (R.A.) şöyle dedi: Ben bir kere beraberimde amcam oğullarından iki kişi ile birlikte Peygamber’in (A.S.M.) huzuruna girdim. Bu iki kişiden birisi:
-Ya Resulallah! Aziz ve Celil olan Allah’ın seni tevliye ettiği vazifelerden biri üzerine beni memur tayin et, dedi. Öbürüsü de bunun gibi bir memuriyet istedi. Bunun üzerine Resulullah (A.S.M.) :
-Vallahi biz memuriyet isteyen bir kimseyi ve memuriyete haris olan bir şahsı bu işler üzerine memur tayin etmeyiz, buyurdu.” (S.M. ci:6, sh: 15-16) (Bak: Ulema-üs Sû’)
3419- Siyaset mevzuunda Bediüzzaman Hazretlerinden sorulan bir sual ve cevabı:
“Sual: Geçen sene sizden sormuştuk ki; elli gündür merak edip dünya cereyanlarına bakmadınız ve sormadınız, o zaman bize bir cevab verdiniz. Gerçi o cevab hakikattır ve kâfidir. Fakat Risale-i Nur’un intişarı ve hizmeti ve âlem-i İslâmiyetin menfaati noktasında bir derece bakmanız lâzım iken, şimdi onüç ay oluyor aynı hal devam ediyor. Merak edip hiç sormuyorsunuz.
Elcevab: (14:34) اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ âyetine en a’zam bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından, onlara değil tarafdar olmak veya merakla o cereyanları takib etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acib zulümlere bakmak da caiz değil. Çünki zulme rıza zulümdür; tarafdar olsa, zalim olur. Meyletse (11:113)وَ لاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ âyetine mazhar olur.” (K.L. 207) (Bak: 88, 2646. p. sonu, 3238, 3421. p. başı, 389 1 p. sonu)
3420- Evet zalimane mücadelelere tarafgirlikle zulme şerik olmamayı ısrarla tavsiye eden Bediüzzaman, mesele üzerindeki hassasiyetini şöyle ifade ediyor:
“Dün Emin bu havaliye gelen bir kolordu münasebetiyle, istemediğim ve Rus’un harbe devamını bilmediğim halde; Rusya’nın Kafkas’la ittisali kesilmesini söyledi. Ben, onun sözünü kesip susturduğum halde, kalbim ehemmiyetle bir alâka gösterdi.
Sonra bugün namazda ve tesbihatında iken, manevi tarzda denildi ki: Küre-i Arzda çarpışan, mücadele eden cereyanlardan her halde birisi İslâmiyete ve Kur’ana ve Risale-i Nur’a ve mesleğimize taraftar olacak;2 bu noktadan ona karşı bakmak gerektir. Bakmamak için bir iki mektubda yazdığın sebebler çendan kalbe, akla kâfidir; fakat meraklı ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi.
3421- Aynen tesbihatta ihtar edildi ki; ehemmiyetli sebebi ise: Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır; tarafgir nazarı, tarafdar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir belki alkışlar. Halbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür. Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda, semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor; çok masum ve mazlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz gaddar medeniyetin zalimane düsturu olan, “Cemaat için ferd feda edilir, milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz” diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurun-u ûla vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış.
Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaata feda etmez; “Hak, haktır; küçüğe büyüğe, aza çoğa bakılmaz” diye kanun-u semavi ve hakiki adalet noktasında Risale-i Nur şakirdleri gibi hakikat-ı Kur’aniye ile meşgul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için, netice itibariyle faidesi bulunan; ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zalimane tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve Kur’an lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takib etmekle meşgul olmak münasib olmadığı için; nefis de, akıl ve kalbe tabi olup merakını bırakmış diye anladım.” (K.L. 150)
3422- Atıf notları:
-Yıkılmaya mahkûm bozuk hiziblerden müteşekkil bir nevi koalisyon iktidarlar ve dinsizlik cereyanı, bak: 3355. p.
-Nasıl olursanız öyle idare olunursunuz mealindeki hadis, bak: 3893. p.
-Âhirzamanda recül-i fâcirlerden müteşekkil partilerin son durumlarına işaret eden bir rivayet, bak: 650/1. p.
-Dini siyasete değil, siyaseti dine âlet yapmak, bak: 3250. p.
-Siyaset-i hazırada cemaat için ferd feda edilir, bak: 996. p.
-Siyaset canibiyle âhirzaman fitnesine galebe edilmez, bak: 387. p.
-Siyaset-i diniyeyi birinci derecede nazara alanlar, bak: 2689, 3227. p.lar.
-Kuvvete dayanan menfî siyaset, bak: 1975/1. p.