120- AFAKÎ آفاقي : Kâinat ve içindeki hâdiselere ait. Nefsin haricindeki âleme dair. *Kıymetsiz sözler ve meseleler. (Enfüsînin zıddı, Fr. Objektif) (Bak: Tefekkür)
121- Maddi ve tecrübî ilimler; mevzularını tahkikde, âfakî usulü tercih ederler. İmanda tahkik hem âfakî hem de enfüsîdir.
«Nasılki ehl-i tarikat, seyr-i enfüsî ve âfakî ile marifet-i İlahiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itmi’nanlı yolunu enfüsîde, yani kalbinde zikr-i hafiyy-i kalble bulmuşlar; aynen öyle de: Yüksek ehl-i hakikat dahi, marifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikde, iki cadde ile hareket etmişler:
Biri: Kitab-ı kâinatı mütalaa ile, “Âyet-ül-Kübra” ve “Hizb-ün-Nuriye” ve “Hülasat-ül-Hülasa” gibi âfaka bakmaktır. Diğeri: Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-ı insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile, imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır.» (E.L.I.146) (Bak: Tefekkür) (Tarikatta âfakî ve enfüsî meşrebi, bak: 3672.p.)
122- Bu mevzuda Kur’an âfakî ve enfüsî delillere beraber baktırır. Her iki tarafa dikkatleri celbeder. Ve tahkik ve tefekküre davet eder. Ezcümle, Kur’an
«Mabudun vücuduna dair olan delilleri iki kısma ayırmıştır:
Birisi: Hariçten alınan delillerdir ki, buna âfakî denilir.
İkincisi: İnsanların nefislerinden alınan bürhanlardır. Buna enfüsî tesmiye edilir. Enfüsî olan kısmını da, biri nefsî diğeri usulî olmak üzere iki kısma taksim etmiştir. Demek, Mabudun vücuduna üç türlü delil vardır: âfakî, nefsî, usulî.
Evvela, en zahir ve en yakın olan nefsî delile (2:21)الَّذِى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usulî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret edilmiştir.» (İ.İ.94)
« وَالسَّمَاءَ بِنَاءً (2:23) cümlesiyle, Sani’in vücuduna olan âfakî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.» (İ.İ.95)
123- Kur’an (41:53) âyetinde geçen (âfâk) kelimesi, mevzumuzla da alâkalı olup çok manidardır. Bu âyetin mânâ-yı küllîsinden bir cüz’ü olarak ve “Zaman ilerledikçe Kur’an gençleşir” hakikatine binaen anlaşılıyor ki; hakiki ilimlerin ve bilhassa tahkikî iman ilminin inkişafiyle âfakî ve enfüsî deliller tam tebeyyün etmekle hak ve hakikat vuzuhuyla ortaya çıkacaktır. (Bak: 1898.p.)
124- Âfakîliğin izah edilen müsbet mânâsından ayrı olarak, bir de menfi mânâsı vardır ki o da, insanlara gaflet veren içtimaî boğuşmalar ve mes’eleler ve kâinatta kesret âlemidir. İnsan şu kısa ömrünü kıymetsiz şeylerle meşgul etmemesi için isabetli tercihler yapmak mecburiyetindedir. Şöyle ki:
125- «Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedahil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev-i beşer dairesinden tut.. tâ zihayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfakî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazan bu harb boğuşmalarını merak ile takib eden, bir tarafa kalben tarafdar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.» (Ş.202) (Bak: Merak) (3239.p. aynı mevzuyla alâkalıdır.)
«Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i cam-ı aşk olan Mevlana Cami, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için bak ne güzel söylemiş:
يَكِى خَواهْ يَكِى خَوانْ يَكِى جُوىْ يَكِى بِينْ يَكِى دَانْ يَكِى گُوىْ demiştir.1
1- Yani: Yalnız biri iste, başkaları istenmeye değmiyor.
2- Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.
3- Biri taleb et; başkaları lâyık değiller.
4- Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
5- Biri bil; marifetine yardım etmiyen başka bilmekler faidesizdir.
6- Biri söyle; Ona ait olmıyan sözler, mâlayani sayılabilir.
نَعَمْ صَدَقْتَ اَىْ جَامِى ٭ هُوَ الْمَطْلُوبُ ٭ هُوَ الْمَحْبُوبُ ٭ هُوَ الْمَقْصُودُ ٭ هُوَ الْمَعْبُودُ
Evet Cami pek doğru söyledin. Hakiki mahbub, hakiki matlub, hakiki maksud, hakiki mabud yalnız O’dur..» (S.217)
1Haşiye: Yalnız bu satır Mevlana Cami’nin kelâmıdır.