2959- PROTESTANLIK پروتستانلق : Papa’yı Hristiyanların başı olarak tanımayıp ruhaniyetini kabul etmeyen bir Hristiyanlık mezhebi. (Bak: İsevilik, Nasara, Püritenlik, Reform)
2960- Protestanlık, Miladi XVI. yüzyılda Avrupa’da, Katolik Kilisesi ruhani reisliği olan papalığın hâkimiyet ve otoritesini reddeden Reform hareketi neticesinde ortaya çıkan dinî mezhep ve kiliseleri ifade eden bir terimdir. “Hristiyanlıkta Reform” denilen dinî ve siyasî tahrikâttan çıkan mezheplerin ve fırkaların hey’et-i mecmuasına Protestanlık ıtlak olunur ki, bunların bir kısmı o zaman İncil ve akıl namına papaları protesto ederek Roma Kilisesinden ayrılan katoliklerle teşkil edilmiş, bir kısmı da bizzat Protestan cemaatlerinin sinesinden türemiştir. Bu suretle diğer Nasara fırkalarının mecmuuna muadil denecek kadar Protestan fırkaları hasıl olmuştur ki, başlıcaları Lüteranizm, Kalvenizm, Presbiteranizm, Anglikanizm, Anabaptizm fırkalarıdır.” (E.T. 1619)
2961- Batı dillerinde “reform” kelimesinin lügat manası; bozulan bir şekli düzeltmek, yeniden aslî şekline irca’ hareketi demektir. Avrupa’da Protestan kiliselerinin doğmasına yol açan harekete Reform denilmesinin sebebi de, Katolik, Hristiyanlığı temsil eden Papalığın Hristiyan asliyetinden uzaklaştığı, İncil ve diğer kutsal saydıkları metinlere ve ilk kiliselere nazaran inhiraf ettiği, bid’atlarla bozulduğu düşüncesiyle Hristiyanlığı ilk asliyetine döndürmek, bozukluklarını düzeltmek manasında bir hareket olarak ortaya çıkmasıdır.
2962- Hakikate nazaran Reform ve Protestanlık hareketi, Hristiyanlığı tahriften ve bid’atlardan arındırıp asliyetine irca’ etmiş değildir. Çünkü bu hareketin dayandığı temel, mevcut olan muharref dört İncil ve Havarilere ait mektuplardır. Oysa Hz. İsa (A.S.) tebliğini İbranî dilinde yapmış, fakat onun zamanındaki bu tebliği günümüze kadar ulaşamamıştır. İncil olarak ileri sürülen kitapların en eskileri bile Yunanca olup Hz. İsa’dan (A.S.) sonra kaleme alınmıştır. Nitekim bu nevi çok sayıda İnciller ortaya çıkmış ve birbirini tutmıyan bu İnciller sebebiyle Hristiyanlıkta farklı mezhepler çıkmıştır. Miladi 325 yılında İznik’te toplanan Konsil (ruhani meclis), bu çeşitli İncillerden yalnız dört tanesini kabul etmiş ve bunlara uymayan İncilleri ve mezhepleri reddetmiştir. Bu dört İncil’in ilk kaleme alınış tarihi ise, miladi 60-110 arasındadır. Bu İncillere yazarlarının adına izafeten Matta İncili, Markos İncili, Luka İncili ve Yuhanna İncili denmiştir. Bu İncillerin muhtevasının bir kısmı, İslâmî bir tabirle söylersek, vahiy olması şöyle dursun, zayıf ve hatta mevzu hadisler mesabesindedir. Bu sebeplerle Hristiyanlıkta mezhep ayrılıkları ve mücadeleleri her devirde olagelmiştir. Kaynaklar bu mezhepler arasında Hz. İsa’yı (A.S.) Allah’ın kulu ve resulü olarak kabul eden muvahhid mezhebini de kaydeder. (Aryus’un kurduğu Aryaniler Mezhebi gibi.) Yasaklanan İncillerden biri olan Barnabas İncili’nin sonradan bulunan nüshası da, Hz. İsa’yı Allah’ın kulu ve resulü olarak zikreder.
2963- Kilisenin kabul ettiği dört İncil’e rağmen, itikat ve ibadet bakımından en mühim mezhep ayrılığı, Hristiyanlığın Mi. 1040 yılında Katolik Kilisesi ve Ortodoks Kilisesi olarak ikiye ayrılmasıdır.
Önceleri bütün Doğu Ortodoks kiliseleri, Doğu Roma Kilisesi denen Bizans Kilisesine bağlıydı. Zamanla kavimler arasında çıkan bir takım din anlaşmazlıkları yüzünden Doğu Ortodoks kilisesinde de bölünmeler meydana geldi. Böylece İstanbul Ortodoks Kilisesi; Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks, Süryani Ortodoks kiliseleri olmak üzere üçe ayrıldı. Rum Ortodoks kilisesi merkezi İstanbul, Ermenilerin Erivan, Süryanilerin Mardin idi. Erivan Osmanlı Devleti sınırları dışında kalınca, Osmanlı topraklarında bulunan Ermeni Ortodoksları İstanbul’u merkez olarak alınca Ermeni Ortodoks kilisesi de, merkezin biri Erivan diğeri İstanbul olmak üzere ikiye ayrıldı. Başlangıçta Bizans Ortodoks Kilisesine bağlı olan Rus Ortodoks Kilisesi, Rusya’nın güçlenmesi sonucu bağımsızlığını ilan etti. Böylece Moskova, Rus Ortodoks Kilisesi merkezi oldu.
2964- Ortodoks kiliseleri başlangıçlarını Hz. İsa’ya kadar götürür. Ortodoks kelimesi “doğru itikad” manasına gelir ve bu kiliseler, Hristiyanlığın gerçek inancına sahip olduklarını iddia ederler. Aslında bunların da kabul ettikleri dört İncil’dir. Bu kiliseler, Mi. 325’te toplanan İznik Konsili (ruhani meclisi) kararlarıyla birlikte Mi. 787 yılına kadar olan ilk yedi konseyin ka-rarlarına uyarlar. Bu tarihten sonraki hiçbir konseyin aldığı kararları kabul etmezler. Ayrıca bütün kiliseleri bağlayıcı kararlar alabilecek hiç bir yüksek otorite de tanımazlar. Bu sebeple de Papa’yı Hz. İsa’nın ve Aziz Petrus’un varisi saymazlar. Ortodoks papazlar evlenirler. İbadetler her memleketin kendi dilinde yapılır. Kilise başkanlarına “patrik” denir.
Katolik Roma Kilisesi ise birliğini Mi. 16. yüzyıla kadar korumuştur. Kilise sözü Yunanca “Ekklesia” olup cemaat demektir. Katolik kelimesi de Yunanca “catholikos” kelimesinden gelip “umumi, küllî, âlemşümul” manasına gelir. Roma Kilisesi kendine bu adı vermekle, dünyadaki bütün Hristiyan cemaatının küllî kilisesi olduğunu ifade etmiş oluyordu.
2965- İlk Hristiyan cemaatlerinde ruhban sınıfı ve bunlar arasında meratipler teşekkül etmemişti. Zamanla bu meratip doğmaya başladı. Önce bir itibar sırası olarak kıdemliler manasına gelen “presbyteri”, gözeticiler (mubasır) “iyakos”lar vardı. Mi. 2. yüzyıldan itibaren “presbyteri”ler kendilerini kilisenin temsilcisi sayıp rahiplerin başı oldular. Episkopi de piskopos ünvanını aldı. Sonra da piskoposlar havarilerin halefi sayıldı. Bunlar bir araya gelerek Katolik Kilisesi (âlemşümul kilise) meydana getirdiler. Havarilerin mes’ul reisi saydıkları Aziz Petrus (Simun) Roma’da din uğruna ölmüş ve Roma piskoposu onun vazifesini yüklenmiştir. Böylece Roma Kilisesi başkanı papa, Aziz Petrus’un manevi varisi, halefi ve onun yetkilerine sahip, dolayısıyla, Hz. İsa’nın yeryüzündeki temsilcisi sayılmıştır. Papa’dan sonra kardinaller, başpiskoposlar, piskoposlar, rahipler gelir ki bunların hepsi ruhban sınıfını teşkil eder.
Katolik Kilisesinde ruhban sınıfı dışında kalanlar yani laik denilen Hristiyan halk, ruhbanın idaresine tabi olmak zorundadır. Miladi 8. yüzyıldan itibaren bunlara izinsiz kutsal kitapları okuyup üzerinde fikir yürütmeleri yasaklanmıştır. Bunlar ancak vahyedilmiş hakikatlar değerinde sayılan Katolik Kilisesinin itikadiyatını aynen ve hiç tartışmasız kabul etmek zorundadır. Aksi takdirde mezhep ayrılıkçısı sayılır. Mezhep ayrılıkçısı demek, Kiliseden farklı, kendine göre fikri olan kimse demektir. Papa aynı zamanda ruhani bir devletin başkanıdır. (Bak: Teokrasi) Ortaçağda ruhani iktidarın, cismanı iktidara üstün olduğu ilan edilmiştir. Papa, yanılmaz ve masum sayılmıştır. Papa, Roma’da Vatikan denilen muhteşem bir sarayda otururdu. Katolik olan bütün krallar, prensler ve halk ona bağlılık ve saygı gösterirdi. Yanılmazlık sıfatı dolayısıyla İncil ve diğer metinler üzerinde yorumlar yapmak, kanun ve kaide koymak, içtihad yapmak, itikat, ibadet, usul ve erkân, ceza ve muamelat hususlarında tek merci ve tek otorite idi. Hz. İsa’nın yeryüzündeki vekili sıfatıyla günahkâr Hristiyanların günahlarını affetmek, kilise ve papalığa karşı gelenleri cezalandırmak ve afaroz etmek salahiyetinin kendisinde olduğu kabul edilmişti.
2966- Papalar günahların affı ve cezaların bağışlanması için keffaret ve diyet olarak para ve mal bağışını da kabul ediyorlardı. Bu şekildeki bağışlanmaya endüljans denmekte idi. Kilise bu yolla büyük servetlere ulaştı. Katolik kilisesinin bütün Avrupa ülkelerinde vakıf, bağış ve endüljans gibi yollarla elde edilmiş arazileri, tesisleri, binaları, servetleri mevcuttu. Bu yolla ruhani iktidar yanında, cismani bir iktidarın da sahibi olmuştu. Rönesans dönemine gelindiği zaman, papalığın lüks ve israfı da artmıştı. Toplanan para ve servetler, gösterişli saraylar, şatolar, kiliseler, mezar ve heykellerle resimlere, şatafatlı tören ve toplantılara harcanıyordu. Bu durum geniş çapta hoşnutsuzluklara sebebiyet veriyordu. Reform ve Protestanlık hareketinin başlamasına yol açan, bardağı taşıran karar, Roma’da inşa halinde olan Sen Piyer Kilisesi’nin bitirilmesi için günahların affı karşılığı Avrupa çapında teberru toplanmasına dair Papa X. Leon’un 1516 yılında verdiği karardır. Endüljans denilen mal ve para bağışı ile günahların bağışlanmasına dair bu son karara, bir müddet sonra yeni bir karar daha ilave etti. Bu bağış ölmüşlerin günahlarının affı için de kabul edilecekti.
2967- Bağış kampanyası Almanya’da tantanalı büyük bir kampanya halinde papazların va’zlarıyla başlatıldı. Kendisi de bir din adamı olan ve Wittenberg Üniversitesi’nde İlahiyat dersleri veren Martin Luter (Martin Luther), buna karşı çıktı. Günahların mağfireti ve kurtuluşun bu tarzda ba-ğışlarla olamıyacağını ileri sürdü. Allah ile kul arasında kimsenin giremiyeceğini, af ve kurtuluşun, Allah’ın bir lütfu olan Allah’a iman ve Allah sevgisiyle mümkün olduğunu müdafaa etti. Bu düşüncelerini Aziz Pavlus (Paulus)’un “Romalılara Mektubu” (Kitab-ı Mukaddes, Türkçe tercüme, 1981 Yeni Ahit shf: 154) olarak bilinen yazısına dayandırdı. Düşüncelerini 31 Ekim 1517’de, 95 madde halinde Wittenberg kilisesinin kapısına asarak ilan etti. Ayrıca fikirlerini Papa’ya da iletti. Bağış toplamakla görevli papazlar ve bir kısım din adamları yaptıkları va’z ve konuşmalarda Luter’in fikirlerini çürütmeye çalıştılar. Bu yolla da Luter’in fikirleri tanıtılmış oluyordu. Luter onların bu konuşmalarına karşılık yazılı beyannameler dağıttı. Papa, Luter’den ileri sürdüğü fikirleri bırakmasını istedi. Luter, Papa’nın bu teklifini kabul etmedi. Bunun üzerine Papa Luter’i afaroz etti. Luter, Papa’nın kendisine gönderdiği afaroznameyi Wittenberg meydanında halkın önünde yaktı (10 Aralık 1520). Papa kendisine kafa tutan Luter’i cezalandırmak için o sırada Almanya imparatorluğuna seçilen Şarlken’e baş vurdu. Koyu bir katolik olan Şarlken, Luter’i yargılamak üzere Worms şehrinde toplanan Diyet Meclisi’ne çağırdı.
2968- Mecliste yapılan bütün baskılara rağmen, Luter fikrinden dönmedi ve inancını cesaretle müdafaa etti. İmparatorun başkanlık ettiği Diyet Meclisi Luter’i ölüme mahkûm etti. Fakat onu dostlarından Saksonya Elektörü Frederik, kaçırtarak malikanesi olan Wartburg şatosunda sakladı (1521. On yılını orada geçirmiş, düşüncelerini açıklayan üç eseri çok kimselere tesir etmiş ve taraftar bulmuştur. Bu arada İncil’i Almancaya tercüme etmiştir. Gayesi herkesin anlamadığı Latince İncil yerine Almancasının okunmasını sağlamak ve Papa’nın otoritesini kırmaktı. Ona göre Hristiyanlıkta en üstün otorite Papa değil “Kutsal Kitap”tı, Papa’nın dediği değil; İncil ve Havarilerin sözleri idi. Bu bakımdan dinde bağımsızlık fikrini müdafaa etti. İlk kiliseler gibi, kilisenin cemaatların idaresinde olmasını ileri sürdü. Cismani bir riyasetin otoritesini kabul etmedi. Papa’nın yanılmazlığı inancını tanımadı. Din adamlarının evlenmesine taraftar oldu ve kendisi de evlendi. İnsanın Allah’a karşı kuvvetli imanı ve sevgisi varsa, herkese karşı hür olduğunu iddia etti.
Bazı fikirlerini aşırı istikamette değerlendiren köylüler, kralsız ve papazsız bir Hristiyanlık davasıyla ayaklandılar. Kilise mallarını yağma ve talan ettiler. Luter bunları teskin etmek istediyse de başaramadı. Bunun üzerine Luter’in de teşvikiyle Prensler, bu köylü ayaklanmalarını şiddetle bastırdılar ve kilise mallarını geri aldılar.
2969- Luter bir kitabında: “Kiliseyi düzeltmek için, onun elindeki bütün servetini almak lâzımdır. Kilise ancak o zaman esas dinî vazifeleriyle uğraşır” demişti. Bu sözler Katolik Kilisesinin mal ve mülklerinin yağmalanması şeklinde kabul edildi. Bu sebeple Luter’e taraftar olan başlıca büyük Alman prensliklerinden olan Saksonya, Brandenburg, Palatina Elektörleri ile bazı küçük prensler, kendi toprakları içinde yer alan kilise mallarına el koydular.
2970- Almanya’da başlayan bu mücadeleler İmparator Şarlken’i telaşa düşürdü. Luter’cilerle başa çıkamıyacağını anlayınca bir Diyet Meclisi topladı. Bu meclis “Luter Mezhebinin, şimdiye kadar nerede tutunmuşsa ancak oralarda kalmasına, fakat başka yerlere yayılmamasına” karar verdi (1529). Şarlken’in bu kararına beş Alman prensi ve ondört şehir protesto etti. Bu tarihten itibaren bu protesto dolayısıyla, Katolik kilisesinden ayrılmış olan Luter Mezhebi taraftarlarına protestan adı verildi.
2971- İmparator Şarlken, Diyet Meclisi’nin kararını protesto eden prensler ve şehirleri silah zoruyla yola getirmek istedi. Bunun üzerine Protestanlarla İmparator arasında 25 yıl süren mezhep kavgaları başladı. Nihayet Şarlken, Protestanlığı resmen tanımak zorunda kaldı. 1555 tarihinde Ogsburg’da toplanan Diyet Meclisi’nde İmparatorla Protestan Mezhebi ve kilisesi resmen kabul edildi. Alman prensleri istedikleri mezhebi seçmekte ve bu mezhebi kendi tebaasına kabul ettirmekte serbest oldular ve kendi idareleri altında bulunan memleketlerde din işlerinin mutlak âmiri olmak hakkını elde ettiler.
2972- Görüldüğü gibi papalıktaki dine bağlı devlet sistemi yerine, Protestanlıkla devlete bağlı din sistemi gelmiş oluyordu. Protestanlığın böyle bir neticeye varmasının sebebi, karşılarına imparatorluk ve papalık gücü ile çıkılmasına karşılık, kendisini müdafaa etmek için mahalli bir devlet kuvvetine dayanma ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç karşılıklı menfaata da uygundu. Çünkü Papalığa karşı Protestanlık hareketinin varlığı ve korunması bu yolla mümkün olduğu gibi, Prenslikler de Papalığa karşı daha müstakil olabilecek ve memleketlerindeki Papalığa ait mülk ve arazilere el koyabileceklerdi.
2973- Papalık otoritesini tanımama ve Katolik Kilisesinden ayrılma hareketi olarak başlıyan Refom hareketinin öncüleri arasında Alman Martin Luter’den başka Fransa’da Jan Kalven (Jean Calvin), İsviçre’de Ulrih Zıingli (Ulrich Zıingli), İskoçya’da Con Knoks (Jhon Knox) da yer alıyordu.
Kalven felsefe, mantık, hukuk ve ilahiyat tahsili yapmış, mühim eserleri Latince, İbranice, Yunanca asıllarından okumuştu. O da Papa’nın yanılmazlığını ve dinde otoritenin mercii olarak kabul edilmesini reddetti. Kurtuluş için imanı esas aldı ve otoritenin kaynağı olarak “Kutsal Kitab” ve en eski kaynakları gösterdi. Kiliselerin bağımsızlığına taraftar oldu. Kiliselerin, halk tarafından seçilen din adamları ile cemaatlerce idaresini müdafaa etti. Fransa’da Protestanlık şiddetle takibata uğradığı için İsviçre’ye geçerek bir müddet faaliyetlerini orada sürdürdü.
2974- Kalvenistler Fransa’da Kral I. Fransuva, II. Henri, II. Fransuva, IX. Şarl zamanında şiddetli takibata uğradı. Kalvenistler ve diğer Protestanlar işkencelere tabi tutuldu, hatta diri diri ateşte yakıldılar. Fransa’da çıkan mezhep savaşları Fransa’yı manen ve maddeten perişan bir hale getirdi. Bu din ve mezhep kavgaları, 1563-1594 yılları arasında 30 yıl sürdü. Kral X. Şarl zamanında mezhep mücadelesi korkunç bir devreye girdi. Kralın emriyle 25 Ağustos 1572’de, Sen Bartelmi Yortusu’na rastlayan geceden sonra Paris’te Kalvenistlere karşı büyük bir katliam düzenlendi. Diğer şehirlerde de buna benzer katliamlar oldu. Bu durum IV. Henri’nin kral olmasına kadar sürdü. Eski bir Kalvenist olan IV. Henri, mezhep değiştirip tekrar Katolik olmasından sonra kavgalar sona erdi. Kral 1598’de neşrettiği Nant Fermanı ile Kalvenist ve Protestanlara mezhep ve inanma serbestliği verdi.
2975- Dikkate değer bir husus şudur ki; Katolik Kilisesine karşı itikad ve vicdan hürriyeti istiyen Kalven, İncil’in serbest tefsiri neticesi tevhid inancına varan Mişel Serve’yi (Michel Servet) suçladı ve teslis itikadını kabul etmediği için onu Katolik engizisyonuna ihbar etti. Serve hekim, hukukçu ve ilahiyatçı idi. İncil’in tefsirini yazdı. Fikrini “De Trinitatis Erroribus” (Teslis Konusunda Yanılma Üstüne) ve “Christianismi Restitutio” (Hristiyanlığın Islahı) gibi eserlerle ortaya koydu. Mişel Serve, Kalven’in ihbarı ile, bu son eseri yüzünden engizisyon mahkemesi kararı ile 28 Ekim 1553’de yakılmıştır.
2976- Papa’ya karşı protestan hareketin bir diğer öncüsü de İsviçre’li Zwingli olduğu yukarıda ifade edilmişti. Zwingli İbranice, Yunanca Latince bilen ve mühim eserleri asıl kaynaklarından okuyan hümanist bir din adamı idi. O zaman hümanist diye, bu eski dilleri bilip bu dillerle yazılmış eserleri inceliyen, toplıyan ve yayınlıyanlara ve bu yolla yeni bir edebî harekete vesile olanlara denilirdi. Zwingli de yazdığı eserleriyle Reform hareketine katıldı. “Din”i Tefsirlerin Doğruluğu ve Yanlışlığı Üzerine” adlı eseri (1525), geniş yankılar yaptı. Mücadelesini İsviçre’de yürüttü. Kendisi bu mezhep ayrılığı sebebiyle öldürüldü.
2977- Reform hareketleri İngiltere’ye de sıçradı. Diğer memleketlerde halk hareketi şeklinde ortaya çıkan Protestanlık, İngiltere’de Kralların öncülük ettiği bir hareket oldu. Kral VIII. Henri, eşinden boşanıp başka bir kadınla evlenmesine Papa’nın izin vermemesi üzerine Papa ile münasebetini kesti ve İngiltere’nin Papa’ya karşı dinî bağımsızlığını ilan etti. İngiltere’deki kiliseleri kendine bağladı. Böylece İngiltere’de Anglikanizm mezhebi ve Anglikan Kilisesi kurulmuş oldu (1534).
Anglikanizm, Kalvenizm ve Katolik Mezhebinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. VIII.Henri’den sonra gelen krallar başka mezhepleri k-bul etmek isteyince karışıklıklar çıktı. Nihayet Kralice I. Elizabeth (1558-1603) zamanında Anglikanizm resmi mezhep olarak tanındı.
İskoçya’da reform hareketi, Kalven’in misyonerleri tarafından yürütüldü. Bunlar din işlerinin “Presbiteri” denilen, halk tarafından seçilmiş bir meclisçe idaresini esas aldıklarından bu mezhebe Presbiteryen Mezhebi denmiştir.
2978- Reform hareketleri Avrupa’nın kuzey memleketlerine de yayıldı. İsveç, Norveç, Danimarka Protestan mezhebini kabul etti. Daha sonra Protestan Mezhebi Amerika’da da yayıldı.
İngiltere’de ve daha çok Amerika’da Protestanlığın başka tali mezhepleri doğmuştur. Bunların belli başlıları: Babtistler, Metodist’ler, Püriten’lik, Kvaker’ler, Mormon’lar, Üniter’ler, Salütist’ler, Kristian Siantist’ler, Yehova Şahitleri, Teozoflar vs.dir. Bunların yanında çeşitli mezheplere mensup tari-katlar da ortaya çıkmıştır.
Bu tali mezhepleden biri olan Püritenlik, İngiltere’de ve Amerika’da siyasi sahada ve bilhassa demokratik düşüncenin gelişmesinde tesirleri görülen bir dinî akım olması sebebiyle üzerinde bir nebze durmakta fayda vardır. Zira uzun zaman Hristiyanlık dünyasına hükmeden Katolik Hristiyanlığın hâkimiyeti ve otoritesinin Reform ve Protestanlık hareketiyle sarsılması neticesi, Hristiyanlıktaki taassubu bir derece de kırıp vicdan ve fikir hürriyetlerinin tanınmasına yol açtığı gibi, Avrupa’da ve Amerika’da demokrasinin gelişmesi fertlerin hak ve hürriyet sınırlarının genişlemesine, gelenekçi Hristiyanlık anlayışının baskısının azalmasına ve Batı insanının Hristiyanlık dışındaki dinlere, bilhassa İslâm’a karşı daha hoşgörülü bir tavırla yaklaşmasına yol açmaktadır.