3505- ŞEFKAT شَفْقَة : Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, safi, ivazsız sevgi beslemek.

Birkaç atıf notu:

-Hayvanlara gelen musibetlere karşı şefkat-ı İlahiye nokta-i nazarıyla bakmalı, bak: 1260. p.

-Kâfirlere acımak şefkatin su-i istimalidir, bak: 2162-2167. p.lar.

-Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir, bak: 2992. p.

3506- Manevi meslekte şefkat, aşktan yüksektir. Evet “Rahmet-i İlahiyenin en latif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksir-i nuranîdir, aşktan çok keskindir. Çabuk Cenab-ı Hakk’a vüsule vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî; pek çok müşkilatla aşk-ı hakikîye inkılab eder, Cenab-ı Hakk’ı bulur. Öyle de şefkat -fakat müşkilatsız- daha kısa, daha safi bir tarzda kalbi Cenab-ı Hakk’a rabteder. Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakiki ehl-i iman ise; dünyadan yüzünü çevirir, Mün’im-i Hakiki’yi bulur. Der ki: “Dünya madem fanidir, değmiyor alâka-i kalbe.” Veledi nereye gitmişse oraya karşı bir alâka peyda eder; büyük manevi bir hal kazanır.” (M. 79)

3507- Hem “şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evladı münasebetiyle bütün yavrulara, hatta ziruhlara şefkatini ihata eder ve Rahim isminin ihatasına bir nevi ayinedarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip, herşeyi mahbubuna feda eder; yahut mahbubunu i’la ve sena etmek için, başkalarını tenzil ve manen zemmeder ve hürmetlerini kırar. Meselâ biri demiş: “Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor, görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.” Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz ism-i azamın bir sahife-i nuranîsi olan Güneş’i böyle utandırıyorsun?

Hem şefkat halistir, mukabele istemiyor, safi ve ivazsızdır. Hatta en adi mertebede olan hayvanatın yavrularına karşı fedakârane ivazsız şefkatleri, buna delildir. Halbuki aşk, ücret ister ve mukabele taleb eder. Aşkın ağlamaları, bir nevi talebdir, bir ücret istemektir. “ (M.31)

3507/1- Fart-ı şefkatten gelen elem-i şefkatin teskinini, Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan ediyor:

“Bu şiddetli kışta ve manevi, dehşetli ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşer içtimaî hayatında müdhiş, kanlı diğer tarz bir kışta çırpınan biçarelere, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev’iye cihetinden gayet derecede bir hüzün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamürrahimîn ve Ahkemülhakimîn olan onların Hâlik-ı Kerim ve Rahim’in hikmet ve rahmeti, benim kalbimin imdadına yetişti. Manen denildi ki: “Senin bu şiddetli teessürün, o Hakîm ve Rahim’in hikmetini, rahmetini bir nevi tenkid hükmüne geçer. Rahmet-i İlahiye’den ileri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniye’den daha ekmel hikmet, daire-i imkânda olamaz. Asiler cezalarını; masumlar, mazlumlar zahmetlerinden on derece ziyade mükâfatlarını alacaklarını düşün! Senin daire-i iktidarın haricinde olan hâdisata, O’nun merhamet ve hikmet ve adaleti ve rububiyeti noktasında bakmalısın!..” Ben de o lüzumsuz, şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum.” (K.L. 220)

Atıf notları:

-Asr-ı Saadette İslâmiyetten gelen yüksek şefkat, bak: 306. p.

-Bediüzzaman Hazretlerinin yüksek şefkati, bak: 3265. p.

Yukarı Çık