بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
NASLARI YORUMLAMAK!
İlmî ölçüler içinde ve insaf dairesinde olmak üzere, bazı gazete ve televizyonlarda (bu tarih 1995 yıllarıdır, gazeteler ise, Sabah, Hürriyet, Zaman’dır.) hayli şa’şalandırarak öne sürülen dine ait bazı anlayışların çok az bir kısmını ele alıp Risale-i Nurlardaki beyanlarla mukayeselerini nazara vereceğiz.
Ortaya atılan fikirlerden birisi:
“Bazıları Kitap ve Sünnetin nasslarını olduğu gibi getirir hayata hakim kılarsanız, meselenin evrenselliği adına çok önemli bir adım atmış olursunuz kanaatini taşıyorlar. Tabii bu mümkün değil. Çünkü Kur’an ve Sünnet ile belirlenmiş nassları yorumlayacak mantığı beraber getirmediğiniz takdirde, İslâm’a evrensellik kazandıramazsınız.”
Cevap: Kur’an ve Sünnetin nasslarını, yani Kitap ve Hadislerin kesin ve açık hükümlerini, mantıkla ele alıp İslâm’a evrensellik kazandırmak fikriyle açılacak kapıdan ilk girecek olanlar “ulema-üs sû'” denilen bid’at ehilleri değil de kim olacaktır. (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Ulema-üs sû' maddesi)
Mezkûr ifadede “Nass”lar denildiğine göre ortaya konacak meselenin füruattan ve içtihadî meselelerden olmadığı anlaşılıyor. Buna göre, mantıkla ele alınacak meseleden Nass’ların getirdiği, Şeri’atın kesin ve kat’i hükümleri kastediliyorsa, “Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur.” külli kaidesine tamamen ters düşmektir. Eğer Nass’lara dokunulmayıp da onlardaki fikir ve hikmet cihetleri kastediliyorsa; bu bir Müceddidiyet vazifesidir ki, Risale-i Nur bu vazifeyi yapmış ve daha da yapacaktır.(Bakınız: Füruat derlemesi)
Bediüzzaman Hazretlerinin tashih ettiği ve sağlığında neşredilen Tarihçe-i Hayatta deniliyor ki:
«Bediüzzaman Said Nursî, ondördüncü asr-ı Muhammedî'nin ve yirminci asr-ı milâdînin minaresinin tepesinde durup, muasırları olan ehl-i İslâm ve insaniyete bağırıyor ve bu asrın arkasında dizilmişve müstakbel sıralarında saf tutmuş olan nesl-i âti ile bir mürşid-i azam, bir müceddid-i ekber olarak konuşuyor…» (T:159)
«Merhum Mehmed Âkif'in:
Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı.
beytiyle ifade ettiği idealini tahakkuk ettirmek, Bediüzzaman'a müyesser olmuştur.» (T:161)
Risale-i Nur’un nazara verilen meziyetleri ve bu düşünceler Nur Camiasının ortak kabulüdür.
ÇARE YENİ MÜCTEHİDLER Mİ?
Bir başka ileri sürülen görüş de şöyledir:
“Yeni Ebu Hanife’leriniz, Merginani’leriniz yetişmemişse, toplum olarak Osmanlılar gibi gerçekten bi işe açık değilseniz bir yere ulaşmayı düşünmeniz hayaldir.”
Bu iddiaya göre günümüzün menfi ve bid’atkâr şartları göz önüne alınmadan, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri gibi müçtehidin-i izam imamlarına yetişebileceği, zemin ve zamanın buna müsaid olduğu manası verilmek isteniyor. Halbuki ileri sürülen bu iddia Risale-i Nur’un “Yirmiyedinci Söz Risalesi” olan İçtihad Risalesi’nin beyanlarına tamamen ters düştüğü gayet açık olduğundan bu meseleyi o Risaleye havale ediyoruz. Burada yalnız bir kaç noktayı nazara vermek münasib düşmektedir. Şöyle ki:
Risale-i Nur Külliyatında ve özellikle “Beşinci Şua”da izah edilen ve rivayetlerde bildirilen fitnelerin en dehşetlisi, içinde bulunduğumuz Âhirzaman Fitnesi olduğu bütün müslümanlarca bilinmektedir. Hadiste gelen “Duhan” rivayetinin mana genişliği bu bozuk cemiyetin durumuna da işaret eder.(Bakınız: Duhan derlemesi)
Risale-i Nur Külliyatında gösterilen çare olarak, İttihad-ı İslâm’ın yani hilafet-i İslâmiyenin tahakkuku gerekmektedir.
Sonra, bu kuvvetle bid’aların kaldırılması ve Şeair-i İslâmiyenin ihyası, canlandırılması ile cemiyetin manevi hayatının iadesi gerekmektedir.
Bundan sonradır ki, İslâm’ın ilim ve feyziyle millî ve içtimaî bünyede, yani geniş dairede talim ve terbiye zemini hasıl olur, müstaidlerin istidadları, kabiliyetleri ihsan-ı İlahî ile gelişir ve dinî şahsiyetlerin yetişmesi zemini açılır. İnşaallah.
Herşeyin kendine has fıtrî gelişme kanunu ve şartları, bu kanunlara ve şartlara riayetle yapılan fiili duası vardır. Risale-i Nur’da nazara verilen “dar ve geniş daire, keyfiyyet ve kemmiyyet” gibi tabirler bu manaya da bakar. Yani kemalat-ı vicdaniye sahibi zatlar için müsbet cemiyet şarttır.
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, taneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu taneler neşv-ü nema bulmak için bir suya muhtaçtır. Hevadan gelse, şer taneleri neşv-ü nema bulur. fiimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir gibi... Fıtraten -çendan- hayır ciheti galibdir, fakat sünbüllenmiş, semere vermişon çekirdek, yüz değil bin kurumuşçekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi: O bâb-ı fitneyi kapatmakla, suyu Hüda tarafından vermek lâzımdır.» (STİ:87)
Bu ilmî hakikatın tafsilatı, Yirmiüçüncü Söz’ün İkinci Mebhası’nın İkinci Nüktesinde vardır. İsteyenler oraya bakabilir.
Bu bozuk cemiyet hayatının düzeltilmesi için siyasileri ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri ikaz yazısının bir kısmında diyor ki:
«Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz.» (E:21)
Yani dinî Şeair’e -yani cemiyette yaşanan İslâm hayatına- bedel, Bid’atların -yani dine aykırı hayat tarzı- istilası ve yaygınlaşması, dehşetli bir millî ahlâk çöküntüsüne sebeb olacağı hatırlatılıyor.(Bakınız: Şeair ve Bid’at derlemeleri)
ZAMANIMIZDAKİ FİTNE VE BELÂLARIN ÇARESİ
Bediüzzaman Hazretlerinin diğer bir ikaz yazısının bir bölümünde de bu ifsadın çaresi olarak aynen şöyledir:
«Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur'an'a ve hakaik-i imana sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlışbir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur'aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat'iyen haber veriyorum ve kat'î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal'ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.» (E:218)
«Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me'yusane çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti.» (K:55)
Hatta Bediüzzaman Hazretleri bir âyetin bu zamana bakan küllî manasından bir vechini izah ederken bu âyetin müstakîm olmak işaretinin şahsa değil esere baktığını beyan eder ve der ki:
«O istikametin bir hususiyeti var ki, tarihiyle işaret ediyor. Halbuki, o asırda şahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesbetmek çok uzaktır. Demek, şahsî istikamet değil. Öyle ise, o adamın teşebbüsüyle neşredilen esrar-ı Kur'aniye, o asırda istikamette imtiyaz kesbedecek. O adam şahsen gayr-ı müstakim olduğu halde, müstakimler içine idhali, o imtiyaza remzeder.» (STG:163)
İşte bu zamanda, yani İttihad-ı İslâm’ın hakimiyetinden önce içtihad kapısının açılmasından doğacak zararları izah eden İçtihad Risalesi, bu hakikatı tafsilatla nazara veriyor. O halde ciddiyetle ele alınacak vazife İttihad-ı İslâm’a çalışmaktır. Bu çalışmanın da şekli, Risale-i Nurdan derlenip yayınevimiz tarafından neşredilen İttihad-ı İslâm broşüründe bir nebze görülebilir.
1(Bakınız: Hakkın Müdâfaası derlemesi)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.