DERSLER / TAHŞİYELER

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

BARLA LAHİKASI 147. SAYFANIN TAHŞİYESİ – İhlas-Tevazu ve Risale-i Nur’un hakikatı

(Risale-i Nur'un tesvidinde çok hizmeti sebkat eden temiz kalbli, ihlaslı, güzel bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Hâlid'in bir fıkrasıdır.)

Risale-i Nur'un müellifi Bedîüzzaman, nâdire-i cihan, hâdim-i Kur'an Said Nursî1 hakkında hissiyatımdan binden birini beyan ediyorum:

Üstadım -kendisi- Nur ism-i celiline mazhardır. Bu ism-i şerif, kendileri hakkında bir ism-i a'zamdır. Kendi karyesinin ismi Nurs, vâlidesinin ismi Nuriye, Kadirî üstadının ismi Nureddin, Nakşî üstadının ismi Seyyid Nur Muhammed, Kur'an üstadlarından Hâfız Nuri, hizmet-i Kur'aniyede hususî imamı Zinnureyn; fikrini, kalbini tenvir eden âyet-i Nur olması ve müşkil mesailini izaha vasıta olan nur temsilâtı gayet kıymetdardır. Resailin mecmuuna Risale-i Nur tesmiyesi, Nur ismi onun hakkında ism-i a'zam olduğunu teyid etmektedir.

Risale-i Nur adlı hârika te'lifatının bir kısmı Arabî olmakla beraber, Risale-i Nur eczaları şimdiye kadar yüz ondokuza baliğ olmuştur. Her bir risale, kendi mevzuunda hârikadır. Gayet yüksek olmakla beraber, Onuncu Söz ismiyle iştihar eden haşre dair olan risalesi pek hârikadır, câmi'dir. Ülemaca sırf naklî olan haşri ve neşri, gayet kuvvetli ve kat'î delail-i akliye ile isbat etmiştir. Onunla çokların imanını kurtarmışlar.2

هُوَ الَّذِى جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَ الْقَمَرَ نُورًا âyetinin sırrıyla diyebilirim ki; Risale-i Nur bir kamer-i marifettir ki, şems-i hakikat olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın nurunu istifaza eylemiş ki,نُورُ الْقَمَرِ مُسْتَفَادٌ مِنَ الشَّمْسِ olan meşhur kaziye-i felekiyeye mâsadak olmuştur. Hem diyebilirim ki, üstadım Kur'an hakkında bir kamer hükmünde olup, sema-i risaletin şemsi olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan (nurî istifade) edip, Risale-i Nur şeklinde tezahür etmiş.

Üstadım, başkalarında nâdiren bulunan mümtaz hasletlerinden, zahirî tavrının pek fevkinde bir vaziyet gösteriyor. Zahir hale bakılsa, ilm-i hali bilmiyor gibi görünüyor; birden, bakarsın bir derya kesiliyor. Me'zun olduğu mikdarı ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan cihet-i istifadesi olmadığı vakitlerde, yeni ay gibi mahviyet gösterir. Bende nur yok, kıymet yok der. Bu hasleti de, tam tevazu'dur ve مَنْ تَوَاضَعَ رَفَعَهُ اللّٰهُ hadîsiyle tam âmil olmasıdır. İşte bu haslet îcabatındandır ki; bizim gibi talebelerinden bazı mesail-i ilmiyede muhalefet bulunsa, onların sözlerini içinde arar, hak bulduğu vakit, kemal-i tevazu ile ve lezzetle kabul ederek teslim eder.3 Mâşâallah der. Siz benden daha iyi bildiniz der, Allah razı olsun der. Hak ve hakikatı, nefsin gurur ve enaniyetine daima tercih eder. Hattâ ben bazı mes'elelerde muhalefet ediyordum. Bana karşı gayet mültefit, memnunane bir tavır alır; eğer yanlış yapsam, güzelce, damarıma dokunmayarak beni ikaz eder. Eğer güzel birşey söylemiş isem çok memnun olur.4

Üstadım bilhâssa hikmet-i hakikiye fenninde, yani hikmet-i şeriat ve İslâmiyet noktasında pek hârikadır ve hikmet-i beşeriyede dahi çok ileridir. Hattâ o ilimde, Eflatun ve İbn-i Sina'yı geçmiş diyebilirim.

Bundan onüç sene evvel, "Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye" âzâsından iken, küçükten beri şimdiye kadar manen izn-i İlahî ile onun bir muîni ve nâsırı ve muhafızı olan kutb-u Rabbanî ve kandil-i nuranî Abdülkadir-i Geylanî (aleyhi nazar-ur Rahmanî) Hazretlerinin Fütuh-ul Gayb risalesini tefe'ülen açtığı esnada, اَنْتَ فِى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبِيبًا يُدَاوِى قَلْبَكَ ibaresi çıktı. O ibare, onun hakkında pek manidar olarak, Eski Said'i Yeni Said'e çevirmesine sebebiyet vermiştir.5 Eski Said olduğu zamanlarda, İngilizlerin dinî suallerine gayet latif ve müskit bir cevab vermiştir. Ve ilm-i mantıkta, İbn-i Sina'nın te'lifatından geçecek "Ta'likat" namında hârika bir risalesi var. İşkal-i mantıkıyeyi kıyas-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblağ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş. "Sünuhat" isminde bir risalesinde gördüm ki; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i manada, bir medresede ona ders verdiğini görmüş. O ders-i maneviyeye binaen "İşarat-ül İ'caz" namındaki hârika tefsiri yazmış. Bana bir gün dedi ki:

"Harb-i Umumî hâdisat ve netaicleri mani' olmasa idi, İşarat-ül İ'caz'ı Allah'ın tevfiki ve izni ile altmış cild yazacaktım. İnşâallah Risale-i Nur, ahîren o mutasavver hârika tefsirin yerini tutacak."

Üstadımla yedi-sekiz sene musahabetim esnasında mühim meşhudatım çoktur. Fakat اَلْقَطْرَةُ تَدُلُّ عَلَى الْبَحْرِ mûcibince, deryaya delalet maksadı ile bu fıkra kâfi görüldü. Çünki Üstadımdan iftirak zamanı idi, acele yazdım. Üstadım, وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ âyetinin sırrıyla çok defa yanlarında beni musahib bulmak hakkını ve teveccüh duasıyla yerine getireceklerine eminim.

Hâfız Hâlid (R.H.)

 

* * *

 

 

 

1 (Bakınız: Bediüzzaman Derlemesi ve İslam Prensipleri Ansiklopedisi Bediüzzaman Said Nursî Maddesi )

2 (Bakınız: Risale-i Nur Derlemesi)

3 “Bu çeşit mesaili münakaşa etmenin birinci şartı; insaf ile, hakkı bulmak niyetiyle, inadsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû'-i telakkiye sebeb olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zahir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun; çünki bilmediği şey'i öğrendi. Eğer kendi elinde zahir olsa, fazla birşey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var.” Mektubat (351)

4 “Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetavül edecek; eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu' ile tekavvüs edecek ve eğilecek.. tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası; küçüklüktür, yani tevazu'dur. Küçüklüğün mizanı; büyüklüktür, yani tekebbürdür.” Hutbe-i Şamiye (127)

“"Medreset-üz Zehra" tevessü' edip, hakikî ihlas ve tam fedakârane terk-i enaniyeti ve tevazu-u tâmmı daire-i Nur'da aşılıyor, neşreder. Elbette gayet cüz'î ve muvakkat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak, o kuvvetli dersini ve uhuvvet alâkasını bozamaz ve İhlas Lem'ası bu noktada mükemmel nâsihtir. Şimdi en ziyade bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır.” Şualar (511)

“Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife; imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikata lâzım ve elzemdir. Çünki bu asırda en büyük tehlike, benlikten ve hodfüruşluktan ileri geldiğinden; ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkârane daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibilerin ağır şerait içinde kahramancasına imanını ve ubudiyetini muhafaza etmesi, büyük bir makamdır.” Emirdağ Lahikası-1 (62 - 63)

“İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz'î-küllî arzu vardır. Hattâ o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevkeder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zaîf damarıdır. Yani: Bir insanı yakalamak ve kendine çekmek; onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onun ile onu mağlub eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar.{ (Haşiye): O bîçareler, "Kalbimiz Üstad ile beraberdir" fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın, "Kalbim safidir. Üstadımın mesleğine sadıktır." demesi, bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor; hades vuku buluyor. Ona "Namazın bozuldu" denildiği vakit, o diyor: "Neden namazım bozulsun, kalbim safidir."}” Mektubat (412 - 413)

(Bakınız: Enaniyeti Terk Esası, Hubb-u Cahı Terk Etmek Esası, İhlas Düsturu ve Esası ve Riya, Şöhret ve Teveccüh-ü Nası Terk Etmek Esası Derlemeleri)

5 (Bakınız: Eski Said-Yeni Said-Mufassal Tarihçe-Abdulkadir Badıllı)

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık