293- ASHAB-I SUFFA اصحابِ صفّه : Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygamber’in (A.S.M.) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve halleri, dinî hizmet hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Devamlı olarak Peygamberimiz’in (A.S.M.) yanında bulunarak Kur’anın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyet’i öğrenmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsî menfaatlarını terkederek tam bir İslâm fedaisi olarak yaşarlardı. Bunlar evlenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı. Ashab-ı Suffa’nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmiyet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir. Peygamberimiz’in (A.S.M.) hadis-i şerifleri mükemmel bir şekilde muhafaza altına alınmış ve zamanımıza kadar hatta kıyamete kadar sağlam bir şekilde devam etmesi sağlanmıştır.
Bu Ehl-i Suffa’nın ahvali, Kur’an-ı Kerim hizmetine ilk ve en mühim başlangıç olduğu ve herkese büyük ibret ve ders teşkil edeceği için, Sahih-i Buhari Tercemesi 7. cildinin 62 ve 63. sahifelerindeki alâkalı kısmı naklediyoruz:
«Suffa, Kamus Mütercimi’nin dediği gibi ve hepimizin bildiği veçhile, eski yerlerdeki sed, seki gibi yüksekçe eyvana denir. Lisanımızda tahrifle “sofa” tabir olunur. Ehl-i Suffa buna izafe edilmiştir. Ashab-ı Suffa; aileden cüda, gaile-i dünyeviyeden azade ve bütün mânâsı ile feragatkâr bir hayata malik olan bir zümre-i mübarekenin ekseri vakitleri Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) huzurunda geçerdi. Daima Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) ahz-ı feyz ederlerdi. Taraf-ı Peygamberîden tayin buyurulan muallimler marifetiyle de kendilerine Kur’an talim edilirdi. Bunlardan yetişenler, müslüman olan kabilelere, talim-i Kur’an için gönderilirdi. Bu cihetle bunlara “Kurra” denilirdi. Bu suffaya da “Dar-ul Kurra” demek en münasib bir isimdir. Nur-u Kur’anın lemhat-ül basar denilebilecek derecede az bir zaman zarfında âfak-ı âleme intişar etmesi, bu ilim ocağının yetiştirdiği güzideler sayesinde müyesser olmuştur.
Mütevazi ve fakat çok feyyaz olan 400-500 raddesinde daima Kur’an ile, icabında gaza ile meşgul olan bir irfan-ı Kur’an ordusu bulunuyordu. İçlerinden teehhül edenler, kadro haricine çıkardı. Fakat yenileri ile ikmal edilirdi. Burası bütün mânâsı ile leylî ve meccanî bir dar-ül ilim idi. Müdavimleri ne ticaretle, ne bir sanat ve harasetle iştigal etmezdi. Maişetleri taraf-ı Risaletpenahîden ve agniya-i ashab tarafından temin edilirdi. Bu hakikatı, Ehl-i Suffa’nın mübarek simalarından birisi olan Ebu Hüreyre (R.A.) kendisinin çok hadis rivayet ettiğinden şikayet edenlere karşı verdiği şu müskit ce-vabında pek güzel ifade etmiştir:
«Benim kesret-i rivayetim çok görülmesin. Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticaretleri ile, Ensar kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatları ile meşgul bulundukları sırada Ebu Hüreyre, Peygamber’in (A.S.M.) mübarek nasihatlarını hıfzediyordu.» demişti.
294 Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ashab-ı Suffa’nın maişeti ile, talim ve terbiyesi ile pek yakından alâkadar olurdu. Hatta saadethaneleri ihtiyacatı ile ikinci derecede meşgul bulunurdu. Bir kerre Hz. Fatıma (R.A.) el değirmeni ile un öğütmekten usandığından şikayet ederek bir hizmetçi istediğinde, Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) “Kızım sen ne söylüyorsun? Henüz Ehl-i Suffa’nın maişetini yoluna koyamadım” buyurmuştu.
Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) hiç bir mev’izaları, hiç bir hitabeleri yoktur ki, bunun iradı sırasında Ashab-ı Suffa orada hazır bulunmasın; dinleyip, hıfzederek diğer ashaba nakletmesin... Bu suretle ahkâm-ı İslâmiyenin hıfz ve naklinde Ehl-i Suffa’nın pek müstesna tesirleri görülmüştür. İçlerinde Ebu Hüreyre (R.A.) gibi müstesnalar yetiştiği gibi, ilmî varlık göstermiyenler de vardı. Fakat hangi türlü tedris gösterebilir ki; umumi surette böyle sihir-âmiz bir feyiz verebilmiş olsun...» (Bak: Hicret, Mücahede)
Atıf notları:
-Bir bardak süt ile Ahab-ı Suffa cemaatını doyuran bereket mucizesi, bak: 429.p.
-Ashab-ı Suffa ve onlar gibi fisebilillah dine hizmet edenlerin bazı vasıfları ve zekâta lâyık oldukları, bak: 4050-4053.p.lar
-Ashab-ı Suffanın cemaat dersleri, bak: 3701.p.
295 Kur’an (11:27,29,30) ve (26:111-114) âyetlerinde de görüleceği gibi; mahviyetkârane ve fedakârane dine hizmet eden ve dünyevî şöhreti olmıyan fakirlere itibar etmemek ve onların Resulullah’a tebaiyetlerini ehemmiyetsiz görmek ve geri saflara itmek ve tahakkümleri altına almak istiyenlere, yani dünyevî şan ü şeref sahibi olan mütekebbirlere rağmen Kur’anda (6:52) âyeti Ashab-ı Suffa’ya ve dolayısıyla dine hizmet yolunda Ashab-ı Suffa gibi, yani hakiki keyfiyeti teşkil eden tam ihlas, sadakat, sebat, takva ve rıza-yı İlahîyi niyet etmek gibi meziyetlere sahib olup fisebîlillah dine hizmet için vakf-ı hayat edenlere ciddi ehemmiyet verdiğinden, bu âyetle alâkalı tefsirden bir kısmını aşağıda dercediyoruz. Şöyle ki:
«Müttakilere ikram ve tebşir için buyuruluyor ki: (6:52) وَلاَتَطْرُدِ الَّذ۪ينَ Ve şöyle müttakileri koğma ki, يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِىِّ sabah akşam yani her zaman Rablarına dua ve ibadet ederler ve ederken يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ sırf onun -o Rabb-ül Âlemîn’in- cemâlini, rızasını isterler. Hulus-i niyet ile ve ancak Allah’a teveccüh ederek daima dua ve ibadet ederler.
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَىْءٍ Onların hesablarından hiçbir şey sana ait değil, وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَىْءٍ senin hesabından hiç bir şey de onlara ait değildir -ki muhasebe vazifesi veya endişesiyle- فَتَطْرُدَهُمْ onları koğasın. Binaenaleyh koğma. Koğarsan فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ zalimlerden olursun.
Rivayet olunuyor ki: Kureyş’in ileri gelenlerinden bir takımları Hz. Peygamber’e uğramışlar. Yanında Süheyb, Cenab, Bilal, Ammar, Selman ve sair fukara-i müslimîn bulunuyormuş. “Ya Muhammed! Sen kavminden vazgeçtin de bunlara mı razı oldun? Biz bunların arkasından mı gideceğiz? Bunları yanından tardetsen, biz senin meclisine gelir, konuşur, belki ittiba ederiz” demişler.
Resulullahمَا اَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ Ben mü’minleri tardetmem buyurmuş.
«O halde biz geldiğimiz vakit bunları kaldır, gittiğimiz vakit istersen yanında oturt” demişler. Hz. Ömer de “Ya Resulallah, yapsan bakalım ne olacaklar?” demiş. Sonra onlara ilhah etmişler ve bunun yazılmasını istemişler. Resulullah da yazılmak için bir sahife ile Hz. Ali’yi çağırtmış. Ve bu âyet,وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ ( 6:55 ) kadar bu sebeble nazil olmuştur. Bunun üzerine Resulullah sahifeyi atmış ve Hz. Ömer sözüne i’tizar etmiştir.
Selman ve Cenab (R.Anhüma) demişlerdir ki: “Bu âyet, bizlerin hakkında nazil oldu. Resulullah bizimle beraber oturur ve biz kendisine dizimiz mübarek dizine dokununcaya kadar yaklaşırdık ve istediği zaman yanımızdan kalkardı. Sonra Sure-i Kehf’te (18:28) وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِىِّ nazil oldu ve binaen aleyh biz kalkmadan kalkmayı terk buyurdu ve dedi ki:
اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى لَمْ يمُتْنِى حَتَّى اَمَرَنِى اَنْ اَصْبِرَ
نَفْسِى مَعَ قَوْمٍ مِنْ اُمَّتِى مَعَكُمُ الْمَحْيَا وَمَعَكُمْ الْمَمَاتُ
Hamdolsun Allah’a ki; ümmetimden bir kavim ile beraber nefsime sabrettirmemi bana emretmeden beni öldürmedi. Hayat sizinle, memat sizinle.” ilh...» (E.T.1940-1941) (İ.A. Ehlüssuffa maddesinde; bu âyetin bazı müfessirlerce Ashab-ı Suffa hakkında nazil olduğu söylenmiştir, denilmektedir.)
İşte yukarıda görüldüğü gibi; din yolunda hiçbir karşılık beklemeden, yalnız rıza-yı İlahî için hasr-ı hayat eden Ashab-ı Suffa’ya âyetin emriyle hayat boyunca dine hizmet beraberliğini, Peygamberimiz (A.S.M.) “Hayat sizinle, memat sizinle” diyerek heyecanlı ifadesiyle müjdelemiştir. Bu müjdenin ifade ettiği derin mânâ, ciddi bir şekilde mülahaza edilmelidir.
Hem dünyevî şan ü şeref sahibi olmadıklarından mütekebbirlerce beğenilmeyen bu gibi fedakârlara, (7:49) âyeti uhrevî zafer şerefini de müjdeler. İbn-i Mace 37. kitab-üz Zühd 4. Babda ve aynı eserin 3989. hadisinde, gafillerce değerleri takdir edilmeyen fakat Allah indinde şerefli olan kimseler beyan edilir. (Bak: 3941.p.)
İki atıf notu:
-Cemiyette şöhretten uzak ve gizli kalan zatlar, bak: 1517.p.
-Hz. Muaviye’nin ders halkasında oturan Ashab-ı Suffa’ya hayat boyunca yerlerinde oturup durmalarının sebebini sorması, bak: 3701.p.
296- Hem ümmet içinde din için Ashab-ı Suffa gibi yaşıyanlara bir müjde-i Peygamberî (A.S.M.) da şu hadis-i şeriftir:
اَبْشِرُوا يَااَصْحَابَ الصُّفَّةِ ! فَمَنْ بَقِىَ مِنْ اُمَّتِى عَلَى النَّعْتِ
الَّذِى اَنْتُمْ عَلَيْهِ رَاضِيًا بِمَا هُوَ فِىهِ فَاِنَّهُ مِنْ رُفَقَائِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
1 Meali: “Sizlere müjde ey Ashab-ı Suffa! Sizden sonraki ümmetimden sizin üzerinde olduğunuz vasıf ile (yaşadığınız evsaf ile) devam edenler ve o hale razı olanlar, kıyamet gününde benim refiklerimdirler” diyerek cihandeğer Peygamber (A.S.M.) arkadaşlığını kazanmayı müjdelemiştir. Elbette ki bu müjdeye mazhar olan din hâdimlerini seven ve himayesine çalışanlar da, bu müjdeden hissedar olurlar. Hatta Ashab-ı Kehf’in Kıtmir’i dahi, bu din fedailerinin beraberinde olmak sebebiyle, Cennet’e gireceği müjdelendi. (Bak: 1264.p.) Demek hak uğrunda feda-i nefs eden cemaat-ı mücahidîn ve hatta onlara mensubiyet dahi o kadar ehemmiyetli ki, Kıtmir’i dahi Cennetlik ediyor.
Mevlana Cami Hazretlerinin Farsçadan tercüme edilen şu sözü bu mevzuda ne kadar manidardır:
«Ya Resulallah! Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Sahabelerinin cemaatı içinde Cennet’e girsem ne olur!.. Onun (Kıtmir’in) Cennet’e benim Cehennem’e girmem reva mı? O Ashab-ı Kehf’in köpeği, ben ise Ashabının köpeği...” (Mezkûr tercüme, Sözler sh: 488’deki Farsça metinden yapıldı.)
İslâm hayatının ve Kur’an hakikatlarının gizli ve aşikâr düşmanlarından korunmasında, en üstün derecede gayret sahibi olan böyle mücahidîne ve fedakârlara bilerek muhalefet edenlerin veya ehemmiyetsiz görenlerin hali nice olur?
Sahih-i Müslim tercemesi 6. cild 147. hadiste de; kurra denen ve gündüz Ashab-ı Suffa’nın maişetiyle de meşgul olup gece derslerine devam eden Ensar’dan 70 fedakâr Sahabeden haber verilir.
Kur’an (59:9) âyeti Ensar’ın, Muhacirler’i Allah için sevip yardım ettiklerini beyan eder.
Ashab-ı Suffa hakkında daha pek çok rivayetler vardır. Bunların toplanması büyük yekûn teşkil edeceğinden, ansiklopediye mütenasib olacak ölçüyü nazara alarak bu kadarla iktifa ettik.
İşte Ashab-ı Suffa böyle mahrumiyetler içinde sabır ve fedakârane hizmet göstermişlerdir.
297- Burada hatıra gelebilen şöyle bir sual var:
Bu kadar ciddiyetle hizmet eden bu Suffa Cemaatı neden devam etmedi? Hem büyük bir hassasiyetle Ashab-ı Suffa’ya ihtimam gösteren Resulullah (A.S.M.) bu cemaat-ı mücahidînin devamlılığını neden teminat altına almadı?
Cevaben denir ki: Fahr-i Âlem (A.S.M.) nazar-ı Nübüvvetle görüyordu ki, bu fedakârane olan hizmet-i diniye, Âl-i Beyt silsilesinin manevi kahramanlarına intikal edecekti. Evet Âl-i Beyt ihlas, sadakat, istiğna, fedakârlık ve içtimaî gıll u gıştan azadelik gibi Ashab-ı Suffa’nın temel hususiyetlerini değiştirmeden ve bu sıfatlarla da muttasıf olarak, çok genişlemiş olan âlem-i İslâm’ın manevi hayatiyetini muhafaza yolunda çalışmışlar ve âlem-i İslâm’a merkez-i maneviye olmuşlardır. Cesed ruhsuz duramadığı gibi, cemiyet-i İslâmiye bünyesi de, manevi şahsiyetlere istinad etmezse ayakta duramaz. Bu meseleyi hakikatıyla anlamak için “Âl-i Beyt” kelimesindeki izaha bakınız.
İşte bu cemaat-ı mücahidîn-i İslâmiye olan Âl-i Beyt’in manevî şahsiyetleri, âlem-i İslâm’ın bir merkez-i manevîsi olarak asırlarca devam etmişler ve hizmet-i diniyeyi herşeyin üstünde tutarak dinin muhafazasına çalışmışlardır. Bütün âlem-i İslâm’ın tam bir itimad ve hürmetle bağlanmaları ve İslâm’ın merkez-i maneviyeleri olmaları için kader-i İlahî, Âl-i Beyt silsilesindeki manevi kahramanların ellerini, tarafgirlik ve keşmekeşliğin zemini olan siyasî saltanattan çekti ve böylece gönüllerde müessir ebedî sultanlar oldular. (Bak: 1331 ilâ 1334.p.a kadar)
En sonunda yani âhirzaman fitnesinde 1749, 1750.p.larda zikredilen hadislerin ihbarıyla, İslâm’ın ilk devrine benzer bir vaziyet olacak. Yani Muhacirîn ve Ashab-ı Suffa gurebası gibi, dine hizmet için evinden ve diyarından uzaklaşmış gariblerle ihya-i din ve cihad-ı manevî yapılacak, fitne cereyanının bozduğu Sünnet-i Nebeviye ihya edilecektir. Bu fedakârlar zümresi (cemaat-ı kalile, bak: 958/1 ve 1979.p.sonu) hizmet-i imaniyenin büyük cemaatı içinde manevî merkeziyet teşkil edecektir.
Demek 296.p.da geçen rivayetteki “Sizden sonraki ümmetimden” ifadesiyle açıkça haber verilen ve teşvik edilen Ashab-ı Suffa’nın devamı, İslâm’ın son devresinde tahakkuk eder ve ona bakar. Evet Âl-i Beyt keyfiyet şartları bakımından Ashab-ı Suffa’nın vazifesine kemâl-i ciddiyetle sahib çıkmışlardır. Fakat zahirî şekil bakımından, yani mücerredlik, hicret (kendi vatanından uzaklık, (bak: 1294/1.p.) ve dünya meşgalelerinden azadelik gibi zahirî şekil bakımından ise, İslâm’ın ilk devresi ile son devresi birbirine çok benzer.
Esasen Risale-i Nur’un haslar dairesi, Âl-i Beyt’in son halkası denilebilir. (Bak. E.72 p.son, 267 p.son ve Ş.452 p.2) Yani Ashab-ı Suffa’nın kalkmasıyla beraber vazifeleri son bulmadı. Âl-i Beyt’e intikalen devam etti. Bilhassa âhirzamanda Risale-i Nur’la aynı vazife devam ettiriliyor.
Elhasıl: Ashab-ı Suffa’nın yüklendikleri hizmet hayatı ve Ashab-ı Suffa mânâsı durmamış, mahiyeti ve hususiyetleri değişmeden Âl-i Beyt’in manevi kahramanlar silsilesine intikal ederek devam etmiştir. Kıyamete kadar dahi bu tarz hizmet-i diniye, haslar dairesi denen ehl-i hizmet ile devam edecektir.
Bu husus لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ اُمَّتِى ilh... hadis-i şerifleri ile de müeyyeddir. (Buhari 96. kitab 10. bab) Bunun aksini iddia etmek, din hizmetinde azamî fedakârlığı ve bunun hakkındaki delail ve tebşiratı inkâr mânâsına gelir. Hatta Bediüzzaman Hazretlerinin vasiyetnamelerinde, hassaten ve ehemmiyetle din hizmetine hayatını vakfedenlerin devamlılığı üzerinde durulur. (Bak: Vakf-ı Hayat)
Bir atıf notu:
-İmam-ı Rabbanî’nin (R.A.) Ashab-ı Suffa’ya işaret eden mektubu, bak: 2477/1.p.
-Ashab-ı Suffa’nın kendi aralarındaki dersleri, bak: 3701.p.
1R.E. sh: 7 (Bu hadis-i şerifi Ramuz-ul Ehadis Kitabı Hatib-i Bağdadî’den, İmam-ı Deylemî’den ve Ebu Abdurrahman-üs Sülemî’nin Sünen-i Sofiyye Kitabında İbn-i Abbas’tan nakletmiştir.)