3939- VAKF-I HAYAT وقف حياة : Hayatını dinî hizmete vakfetme. Kur’anda (3:35) (24:37) âyetlerinin işaret ettikleri vecihle, hayatını dünyevi kayıdlardan azade kılarak din hizmetine verip bağlamaktır. (Ashab-ı Suffa gibi.) Kur’anda zikredilen feta, havariyyun ve Ashab-ı Kehf gibi genç mücahidler de bu manada yiğitlerdi. (Bak: Ashab-ı Suffa, Bekâr, Havariyyun, Hicret, Miskin)
Birkaç atıf notu:
- Dine hizmet ehlinin ve meskenlerinin hususiyetlerine âyetin işareti, bak: 3700, 3701.p. lar.
- Zekata en lâyık olan fisebilillah çalışanlar, bak: 4050.p.
- Dünyayı terkedenler, bak: 4107.p.
- Din yolunda hicret eden cemaat-ı kalile, bak: 958/1.p.
Kur’an (9:122) âyetinde de cemaat-ı İslâmiyeden bir taifenin ilm-i dini tahsil ve tebliği için bulunmasının lüzumu bildirilir. Bu sahada hizmet etmek isteyenlere mani olmak isteyenler ebeveyn dahi olsalar, sözleri dinlenmez. (Bak: 178 ve 1613-1615.p.lar)
3940- Hizmet-i Kur’aniyede sadakat ve ihlas hakikatına uygun olarak vakf-ı hayat eden manevi hizmet fedakârlarının kıyamete kadar devamını isteyen Bediüzzaman’ın yazdığı vasiyetnamelerinden biri aynen şöyledir:
«Ecel muayyen olmadığı için benim şiddetli hastalığım her vakit gelebilir diye, evvelce yazdığım vasiyetnamelerimi te’yiden bu vasiyetname de şiddetli, dahilî bir hastalığımdan ihtar edildi. Ben de beyan ediyorum ki: Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi hem mu’cizatlı Kur’anımızı tab’ettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’anın tevafukla ve fotoğrafla tab’ına ait, yanımızdaki sermaye ise, Risale-i Nur’un sermayesidir. O sermaye Cenab-ı Erhamürrahimîn’e hadsiz şükür olsun ki; yetmiş küsur sene evvel o zamanın âdetine muhalif olarak kendim fakirliğimle beraber onların tayinlerini verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbanî olarak o zamandan elli-altmış sene sonra Cenab-ı Erhamürrahimîn o örfî âdete muhalif kaidemi manevi ve geniş Medeset-üz Zehra’nın halis ve nafakasını te’min edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarfeden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlahî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayınlarıdır ve tayınlarına sarf edilecek ve kaç senedir benim yaptığım gibi benim manevi evlatlarım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum.
İnşaallah tam Risale-i Nur intişara başlasa; o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve manevi Medreset-üz Zehra ve Medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak. Benim bedelime bu hakikate, bu hale manevi evlatlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nur’a kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malum kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum. Risale-i Nur itibariyle bana hiç ihtiyaç kalmadığı için âlem-i berzaha gitmek benim için medar-ı sürurdur. Siz mahzun olmayınız. Belki beni tebrik ediniz ki, zahmetten rahmete gidiyorum.» (E.L.II. 234)
3940/1- Yukarıdaki ifadede görüldüğü gibi, Bediüzzaman Hazretlerinin Medrese-i Nuriyelerinin açılması hakkında bazı tavsiyeleri vardır. Ezcümle, Risale-i Nur’un ehemmiyetini anlatan bir mektubunda şöyle der:
«Elbette bizlere lâzım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususi dershaneler açılma ve izin verilmesine binaen, Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dersane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes’elesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, 1 hem marifet, hem ibadettir. Eski medreselerde beş-on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri, beşon haftada aynı neticeyi te’min edecek ve yirmi senedir ediyor. Ve hem hükümet ve millet ve vatan, hem hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur’an lemeatlarına ve dellalı bulunan Risale-i Nur’a değil ilişmek, tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki; geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belalara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.» (E.L.I. 249) (Ashab-ı Suffa’nın da böyle cemaat dersleri vardı, bak: 3701.p.)
3940/2- Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı müteaddid vasiyetnamelerinde, (bir önceki parağrafta kaydedildiği gibi) hassaten Nur hizmetinde vakf-ı hayat eden fedakârların üzerinde durması calib-i dikkattir. Mezkûr vasiyetnamelerden iki kısa parça:
«Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin sermayesini, kendilerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek, hususan nafakasını çıkaramayanlara vermek lâzımdır.» (E.L.II. 200)
«Hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayinatına acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o halis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış-yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler.» (E.L.II.216)
3940/3- Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetkârları tarafından teksir makinasıyla çoğaltılmış bir broşürde, azami fedakârlığı fiilen yaşayan ve “hakiki fedakâr Zübeyir” (E.L.II. 15) takdirini kazanan ve hayatıyla ve teşvikatıyla çok fedakârların yetişmesine de vesile olan merhum Zübeyir Gündüzalp aynı mevzuda diyor ki:
«Üstadımız Merhum Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur’la Kur’an ve imana hizmet mesleğinde azami ihlası esas tutmuştur. Buna mazhar olabilmek için de, bütün meşru maddi-manevi lezzetleri ve menfaatleri terketmiştir. Feragat ve fedakârlıkta azami bir derecede istiğna teşkil etmiştir.
...Ömürlerini bu ulvi hizmete vakfedenlerin ruhlarına rahmet-i İlahî öyle bir lezzet, öyle İlahî zevk ve şevk veriyor ki, bu mazhariyete erişenler artık başka bir ücret ve zevk aramaya kendilerinde ihtiyaç hissetmiyorlar. Şu muvakkat dünyada rıza-yı İlahî uğrunda imana hizmet aşkının tevlid ettiği bu manevi zevkten başka bir zevk tanımıyorlar; hem tanımak da istemiyorlar...
... Bediüzzaman Said Nursî’nin (R.A.) Risale-i Nur’la imana hizmet eden Nur Talebelerine evvelce yazdığı bir mektubdan bir parça okuyacağız:
«Aziz sıddık kardeşlerim,
Bu zamanda avam-ı mü’minînin itimat etmesi ve iman hakikatlarını tereddütsüz alması için öyle muallimler lâzım ki; değil dünya menfaatını, belki âhiret menfaatlarını dahi ehl-i imanın menfaat-ı uhreviyesine feda ederek o ders-i imanîde her cihetle şahsî faidelerini düşünmeyip yalnız ve yalnız hakikatlara rıza-i İlahî, aşk-ı hakikat ve hizmet-i imaniyedeki hak ve hakkaniyet için çalışsın. Ta her muhtaç delilsiz kanaat edebilsin; bizi kandırıyor demesin. Ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiç bir cihette sarsılmadığını ve hiç bir şeye âlet olmadığını bilsin. Ta imanı kuvvetlensin ve o ders ayn-ı hakikattır desin, vesvese ve şüpheleri zail olsun.» (S.N. 114)
«Şimdi şu zamanda iman-ı tahkikînin dersini vermek, pek büyük bir fazilettir ve kudsî bir vazifedir. İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü’min, çok mü’minlere bir nokta-i istinad olur ki; şuursuz olarak avam-ı mü’minîn o iman-ı tahkikî sahibinin imanına istinad ederek, kuvve-i maneviyeleri kırılmaz, dalaletlere karşı dayanırlar.» (B.L. 250)
Evet Risale-i Nur’un «iman-ı tahkikîyi taşıyan halis ve sadık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şehirlerde -hizmet-i imaniye itibariyle- adeta birer gizli kutub gibi, (Bak: 1517.p.ilk bend) mü’minlerin manevi birer nokta-i istinadı olarak bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde kuvve-i maneviye-i itikadları cesur birer zabit gibi, kuvve-i maneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip mü’minlere manen mukavemet ve cesaret veriyorlar.» (Ş.749)
3940/4- Atıf notları:
- Risale-i Nur’da fedakârlık bir esastır, bak: 2924.p.
- Bediüzzaman Hazretlerinin azami fedakârlık için mücerred kalması, bak: 415.p.
- Münafıkların, nazarları harice dağıtmak planlarına rağmen hizmet-i imaniyede vakf-ı hayat eden fedakârlar, bak: 3098.p.
- Risale-i Nur’un fedakâr hizmet cemaatı, Mehdiyetin hâkimiyet devresinde dahi manevi bir istinad merkezi olarak devam edecek, bak: 2303.p.
3940/5- Hizmet-i diniyede fedakârlık yapan bir hizmet ehlinin bazı meziyet ve hususiyetleri vardır. Bu hususiyetlerin mühimlerinden birincisi ih-lastır. Yaptığı hizmetinde rıza-yı İlahîden başka bir maksadı yoktur. İhlas maddesinde beyan olunduğu üzere, ihlasa zarar veren hareketlerden kaçmağa çalışır ve ihlasın fiilî tezahürlerini yaşar, lafızda bırakmaz. İhlasın fiilî tezahürlerinden bazı örnekler 1514-1521.p. larda gösterilmiştir, oraya bakınız.
3940/6- İkinci meziyet, azami sadakattır. Yani kişi kendi anlayış ve temayüllerine göre değil, “Risale-i Nur’un talimatı dairesinde” (E.L.I.73) hizmet etmektir. Geniş bilgi için “Sadakat” maddesine bakınız.
3940/7- Üçüncü meziyet, takva ve ciddiyettir. Laübali ve gayr-ı ciddi hareketlerden uzak durmaktır ki, bir dava adamının bütün meziyetlerinin istinad ettiği temel vasfıdır. Bu hakikatı Bediüzzaman Hazretleri şöyle anlatır:
«Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgarlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur.» (İ.İ. 107)
«Evet şu rabıta olan sıdk ve ciddiyet kesildiği anda, o ahlâk-ı âliye kurur ve hebaen gidiyor.» (Mu. 130)
Bir rivayette de mealen şöyle buyuruluyor: «Birr (iyilik), elbise ve kıyafet güzelliği değil velâkin birr, sekinet (Bak: Sekinet) ve vakar (ağırbaş olup hafif-meşreb olmamak)tır.» (R.E.sh:362)
Maneviyat sahasında bulunan bir hizmet ehlinin takva ve ciddiyeti başkalarına da in’ikas eder; hizmet-i diniyenin kudsiyetini korur. Hizmet ehli için lâzım olan, vicdan-ı ammenin itimad ve güvenini te’min eder, gayr-ı ciddiliği ve lâübalilikleri önler, manevi kemalâtın yolunu açar. Mezkûr evsafta mütesanid bir hizmet cemaatının varlığı, âlem-i İslâm ve bilhassa avam tabakasının manevi bir istinad merkezi olur.
Evet böyle bir hizmet cemaatı, bu fesad ve fitne zamanında, Âl-i Beyt’in âlem-i İslâmda manevi merkeziyet vazifesini hamildir. (Bak: 198, 199.p.lar) Elbette ki böyle kudsi bir vazifede vazifedar olan, o vazifeye lâyık olmalı ve olmaya ciddi çalışmalıdır. (Bak: 3118.p.)
Bu fedakârların hayatları ve lisan-ı halleri, bilhassa yeni gençler için bir örnek ve erişilmesi istenen bir nokta-i kemal olur. Hem yeni fedakârların yetişmesine en elzem zemini teşkil eder. Nazarları dünyaya ve makamata çevrilen ve asrın fitne ve fesadı içine itilen gencin fedakâr, müttaki, İslâmî hayat ve vicdaniyata sahib (Bak: Vicdaniyat) bir ehli olması ihtimali zayıftır. O halde mezkûr evsafta bir cemaat-ı mümtazenin varlığı elzemdir. Aksi halde kudsi vazifeler payimal olur. (Bak: 1452.p.)
Bilhassa yeni gençlerle alâkadar ve örnek olan hizmet ehlinin takva, ciddiyet ve vakar gibi ulvi meziyetleri kazanmaları için gereken hususların en mühimlerinden bir kısmı 2820/1.p. da zikredilmiştir. Atıflarıyla beraber o parağrafa bakınız.
3940/8- Dördüncü meziyet, azami istiğna ve iktisaddır. Medeni hayat namı altında israfata girmemek (Bak: İsraf) ve insanların teveccüh ve menfaatlerini aramamakla izzet-i diniyesini ve hizmette ihlasını muhafaza etmektir. (İstiğna maddesine de bakınız.)
3940/9- Beşinci meziyet, azami fedakârlıktır ki, bu üzerinde durduğumuz vakf-ı hayat maddesinde izah ediliyor. (2924.p.a da bakınız.)
3940/10- Altıncı meziyet ise sebattır. Bediüzzaman Hazretleri hizmette sebat etmenin, bazı haricî tesirlerle ve nefsanî temayüllerle dünyevi menfaat ve keyiflere esir olmamanın lüzum ve ehemmiyeti üzerinde durur ve Eski Said devrinde de sebatkârlığı bir esas olarak benimser. Bununla alâkalı olarak eserlerinden birkaç kısa örnek:
«Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zann ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.» (K.L. 89)
«Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiat olarak, o şakirdlerden tam ve halis bir sadakat ve daimî ve sarsılmaz bir sebat ister.» (K.L122)
«Senin gibi Risale-i Nur’un bir fedaisi (dünya ile) alâkası olmamalı ve alâka peyda etmemeli. Alâkalı olsa, fevkalâde bir sebat bir ihlasın lüzumu ile beraber; bazı arızalar içinde sarsılır, tam fedakârlık edemez.» (K.L.231)
«Mesleğimizde ihlası tammeden sonra büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki; öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş, adi bir adam ve yirmi-otuz yaşında iken, altmış-yetmiş yaşındaki velilere teveffuk etmişler var.» (K.L. 248)
«Kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-ı ihlas ile, herşeyin fevkinde hakaik-ı imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünki o on adam, tam o hakikatı herşey’in fevkinde gördüklerinden sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpleler ve vesveseler ile, o kutbun derslerini, hususi makamından ve hususi hissiyatından geliyor nazarıyla bakıp, mağlub olarak dağılabilirler. Bu mana için hizmetkârlığı, makamatlara tercih ediyorum.» (E.L.I. 75)
«Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhur-u selasenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silahla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i Nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.» (E.L.I.43)
«Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sair yerlere nisbeten en sıkıntılı ve en soğuk olan bu hapsin zahmet ve meşakkatını çeken, elbette bu hapsin sebebinde derecesine göre bir kaçınmak meyli olacak. Fakat onun zahirî sebebi olan Risale-i Nur’un o zahmet çekenlere kazandırdığı iman-ı tahkikî ve iman-ı tahkikî ile hüsn-ü hatime ve şirket-i maneviye ile yüzer adam kadar a’mal-i saliha o acı zahmeti tatlı bir rahmete çevirdiğinden, bu iki neticenin fiatı, sarsılmaz bir sadakat ve sebatkârlıktır. Onun için, pişman olmak ve vazgeçmek, büyük bir hasarattır.
Şakirdlerin dünya ile alâkası olmayan ve pek az bulunanları için bu hapis daha hayırlıdır, bir cihette hürriyet yeridir. Ve alâkası bulunan ve idaresi yerinde olanlara, sarfedilen paraları muzaaf sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere çevirmesinden, şekva yerine şükür etmeleri iktiza edi-yor. Ve fakir ve zaif kısmı ise; zaten hapsin haricinde onlara, faidesiz sevablar, mes’uliyetli meşakkat verdiğinden, bu hayırlı, çok sevablı, mes’uliyetsiz ve arkadaşlarının mütekabil tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için medar-ı şükrandır.» (Ş.316)
«Mahkemede son söz olarak yüzlerine söylediğim bu cümle: “Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsi hakikata, başımız dahi feda olsun” ile, bizim nihayete kadar sebat edeceğimizi dava etmişiz. Bu davadan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok ümid ediyorum.» (Ş.339)
«Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsılmıyan bu samimi dindarlar ve ciddi müslümanlar eğer her biri bir veli, hatta bir kutub görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek ve eğer birer ami ve adi görünse, şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmiyecek diye karar verdim.» (Ş.307)
İşte ehl-i hizmetin daha bunlar gibi mezaya-yı mümtazaneleri vardır. Sevilen bir kişidir, münakaşa etmez, cemaati dağıtmaz, toplar; şahsî hukukta anlaşmazlık ve mes’eleler çıkarmaz, ikna edicidir; Risale-i Nur’u dikkatle okur ve ona hasr-ı fikir eder, manevi ve fikrî istifadeyi ve hizmet düsturlarını Nurlardan alır; müsbet hareket eder. Vazifesinin dışına taşıp geniş dairenin cazibesine kapılmaz; vazife sahasında istikrarlıdır, müdebbirdir, münafıkların gizli desiselerini sezer ilh...
Mezkûr nakillerde de görüldüğü gibi hizmet ehli, hizmet hayatında karşılaştığı sıkıntılar, sabır, sebat ve tahammül ile karşılar. Bahsimiz olan bu imtihan çeşitlerinden bazan hizmet hayatında yalnız kalmak, bazan etrafında çokların toplanması, bazan dünyanın cazib menfaat ve zevkleriyle karşılaşmak, bazan mahrumiyetler içine düşmek gibi pek çok İlahî imtihanlar vardır. Bu haller karşısında sabr u sebat ve fedakârlığı tercih etmekle, imtihanı güzel vermek gerektir. Mücahidlik ve fedakârlık gibi sıfatlar,meşakkatsız tahakkuk etmez.
Bir atıf notu:
-Sebatkârlığı kırmamak dersini veren. Hz. Kâ’b’ın hâdisesi, bak: 575-580.p.lar.
3940/11- Sebatla âkalı âyetlerden bir kaç not:
- Cihadda sebat: (8:45)
- Allah hakiki mü’minleri sabit söz (değişmez hakikat: hakaik-ı Kur’aniye) ile tesbit eder, sebat verir: (14:27)
- Allah, Resulünü sebatkâr kılarak gayr-ı hak fikirlere meyilden korudu: (17:74)
- (Kur’anı inzal etmekle hak ve imanın şuuruna erdirip) mü’minlere sebat verildi: (16:102)
- Allah, İslâma yardım (maddi veya manevi cihad ve hizmet) edenlerin ayaklarını kaydırmaz, sebat verir: (47:7)
3941- Kur’an (10:62) âyetinde evliyaullah namıyla mezkûr ve azami ihlas, takva ve teslimiyetle mümtaz cemaat-ı makbule hakkında şu izahat veriliyor:
«Evliyaullah ünvanı; Allah’a dost olanlar, Allah için dost olanlar, Allah için icra-yı velayet edenler manalarına gelebilir. Ve velayet; muhabbet, nusret, tenfiz-i emir mefhumlarını ifade eder. Bu ünvana kimlerin müstahak oldukları hakkında müfessirînin naklettikleri bazı rivayetler vardır. Senedleri Taberi’de mezkûr olduğu üzere Said ibn-i Cübeyr’den mervidir ki, Resulüllah’a evliyaullahtan sual edilmiş ve şöyle buyurulmuştur:هُمُ الَّذِينَ اِذَا رُؤُا ذُكِرَ اللَّهُ2 Diğer bir rivayette: يُذْكَرُاللَّهُ لِرُؤْيَتِهِمْ Onlar öyle zevattır ki gördükleri zaman Allah zikr ü yad olunur. Ta’bir-i âherde sade görülüvermelerinden dolayı Allah hatırlanır. Semt ve hey’etleri yani siretleri ve halleri derhal Allah’ı ihtar eder ki, İbn-i Abbas işbu “semt ve hey’et” tefsiri yerine “ıhbat ü sekinet” demiştir. Bunların mal ve sair esbab ü menafi’ ile alâkadar olmayarak ancak Allah için Allah’da seviş, حب فى الله ile birbirlerine muhabbet ve musafat eden المتحابون فى الله oldukları da mervidir. Nitekim Ömer İbnilhattab Radıyallahü anhü’den mervidir ki Resulüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın kullarından bir takım insanlar vardır ki; enbiya değil, şüheda da değildirler amma yevm-i kıyamette Allah indindeki makamlarından dolayı onlara enbiya ve şüheda gıbta edecekler.”
“Bunlar kimlerdir? Ve amelleri nedir? Bize haber ver ki bu surette biz de onlara muhibb oluruz ya Resulallah” dediler. Resulullah: “Bunlar bir kavmdir ki aralarında ne akrabalık, ne de teati edecekleri emval alâkası olmaksızın Allah ruhuyla Allah’da sevişirler; fevallahi yüzleri bir nur ve kendileri nurdan bir minber üzerindedirler. Nâs korktuğu vakit bunlar korkmazlar, nâs mahzun oldukları zaman bunlar mahzun olmazlar” buyurdu ve bu âyeti okudu: اَلآَ اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لاَخَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَهُمْ يَحْزَنُونَۚ ( 10:62 ) Ebu Hüreyre’den ve Ebu Malik-i Eş’arî’den dahi aynı mealde rivayetler varid olmuştur.» (E.T. 2730) (Bak. Ebdal)
Bir atıf notu:
- Ashab-ı Suffa’nın huzur-u Nebevî’den kovulmasını isteyen mütekebbirlere karşı nüzul eden âyetler, bak: 295.p.