2473- MİSKİN مسكين : (c.Mesakin) Halk lisanında uyuşuk, tenbel, hareketsiz, Zavallı. *Cüzzam hastası. *Fık: Kendi kendini idare edemiyen, hastalık, yaşlılık ve sakatlık gibi sebeblerle iktisabdan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse, Bu kelime Kur’an ve hadis lisanında galib mana ile Ashab-ı Suffa ve o tarzda yaşıyanlara da bakar.
Kur’an (2:184) (5:89,95) (58:4) âyetlerinde, keffaret ve fidye olarak miskini it’am (yedirmek); (69:34) (74:44) (76:8) (89:18) (90:16) (107:3) “ayetlerinde de diyaneten ve ikraman it’am tavsiyeleri var. Fakir hakkında ise, it’am (yedirme) tavsiyeleri yoktur. Bundan telmihen şöyle bir mananın anlaşılması da mümkündür ki; miskin: evi ve ailesi olmayan ve dolayısıyla de çok kere evlerde hazırlanan yemek imkânlarından mahrum kimselerdir. Fakir ise, ev ve aile sahibi olmakla beraber nisab miktarı gınaya malik olmayan kimsedir.
İmamlar, miskin ve fakirin tariflerinde farklı re’y beyan ederler. Bazılarınca miskin fakirden; diğer bazı âlimler de fakir miskinden daha yoksul olduğunu söylerler.
“Hanefiyece meşhur olan: Fakir, nisaba malik olmayan; miskin ise, hiçbir şeyi olmayıp fakirden daha düşkün olandır.” (E.T. 4834)
2474- Miskin kelimesinin aslı, sükûnet ve hareketsizlik manasındaki س ك ن köküdür. Hareket ve çalışmadan sonra istirahat edilen yere de, ism-i mekân ile “mesken” denilir.
Din ve hak uğrunda hasr-ı hayat ile, dünyevî iaşesi için çalışmaya zamanı olmayan fedakârlara da işaret eden bu kelime, zamanla halk anlayışında hakaret manasını tazammun eder bir hale kadar gelmiştir. Halbuki Resulullah’ın (A.S.M.) ve Kur’anın tarifiyle miskin, izzet ve fedakârlık sıfatlarına sahib oldukları ve Kur’anın geçmiş Peygamberler zamanında da onlardan bahisle, ehl-i hamiyeti yardıma davet etmesi ile anlaşılır ki, geçmiş peygamberlerden bu yana kıyamete kadar hak ve hakikatın fedakâr havarileri yer yer bulunur ve bulunmalıdır. (Bak: Vakf-ı Hayat)
2475- Daima dünya hayatına ve saltanatına değer veren insanlar, bu fedakârları gereği gibi takdir edememişler. Fakat kâinat vüs’atinde hakaikın mümessili olan Habibullah (A.S.M.) mesakin hakkında hakikat-ı hali gereği gibi tarif tesbit etmiştir. Şöyle ki:
لَيْسَ الْمِسْكِينُ بِهَذَا الطَّوَّافِ الَّذى يَطُوفُ عَلَى النَّاسِ فَتُرَدُّهُ اللُّقْمَةُ وَاللُّقْمَتَانِ وَالتَّمْرَةُ. وَالتَّمْرَتَانِ قَالُوافَمَنِ الْمِسْكِينُ؟ قَالَ الَّذِى يَجِدُ غِنِّى يُغْنِيهِ وَلَايُفْتَنُّ لَهُ فَيُتَصَدَّقُ عَلَيْهِ وَلَا يَسْاَلُ النَّاسَ شَيْئًا
Resulullah (A.S.M.): “Miskin şu kapı kapı dolaşmayı san’at edinen, sadaka için halkı dolaşıp, halkın da kendisine bir iki lokma, bir iki hurma verdiği dilenci makulesi değildir.” buyurdu. Sahabeler:
-Öyle ise miskin kimdir? Ya Resullallah! dediler.
-Miskin, kendini geçindirecek gınaya malik olamıyan ve kendisine verilmesi için (halk tarafından) zarureti bilinmeyen, kendisi de kalkıp halktan birşey istemeyen (afif, nezih) kimsedir.” buyurdu.”1
2477- Diğer bir hadis de şöyledir:
لَيْسَ الْمِسْكِينُ بَالَّذِى تُرَدُّهُ التَّمْرَةُ وَالتَّمْرَتَانِ وَالَا اَللُّقَمَةُ وَاللُّقْمَتَانِ اِنَّمَا الْمِسْكِينُ الْمُتَعَفِّفُ اِقْرَؤُا اِنْشِئْتُمْ لَا يَسْئَلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًا
“Resulullah (A.S.M.) buyurdu ki: “Miskin, kendisini bir iki hurmanın, bir iki lokmanın geri çevirmekte olduğu (dilenci) kimse değildir. Miskin, ancak zaruretler içinde iffetli kalmaya çalışan nezih kimsedir.” İsterseniz şu âyeti okuyunuz (Bu 2:273 âyeti olup meali şöyledir:)
“(Sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir olmazlar. (Hallerini) bilmeyen iffet ve istiğnalarından dolayı onları zengin kimseler sanır. Sen o gibileri simalarından tanırsın. Onlar, insanlardan yüzsüzlük edip de (birşey) istemezler. Siz (hak yolunda) ne mal harcarsanız şüphesiz Allah onu hakkıyla bilicidir.”2 Buhari 24. kitab-üz zekat 53. babı aynı mevzudur. (Bak: 4050-4052.p.lar)
Mesakinin faziletini gösteren bir dua-yı Nebevî de şudur:
اَللَّهُمَّ اَحِينِى مِسْكِينًا وَاَمِتْنِى مِسْكِينًا وَاحْشُرْنِى فِى زُمْرَةِ الْمَسَاكِينِ
“Allahım! Beni miskin olarak hayatlandır (yaşat) ve miskin olarak vefat ettir ve mesakin zümresi içinde de haşreyle.” (K.H. hadis: 538)
2477/1- 3939, 4050, 4051.p.larda kaydedildiği gibi Kur’anda “Allah yolunda kendilerini vakfettikleri” bildirilen “fakirler” ve hadislerde faziletleri bildirilen “mesakin” elbette ki belli bir yer ve zamana münhasır değildir. Gerek âyetlerin, gerek hadislerin küllî manaları itibariyle hem Asr-ı Saadet’e hem gelecek bütün asırlara şümulü vardır. Asr-ı Saadet ise bütün gelecek asırlara ekmel ve küllî bir örnektir. Her devirde Allah’ın inayetiyle O’nun yoluna kendilerini vakfetmiş “fakirler” ve” mesakin” olmuştur ve olacaktır.
Nitekim büyük müceddid İmam-ı Rabbani (R.A.) Mektubat adlı eserinde yer alan Mirza Bediüzzaman’a hitaben yazdığı 74. ve 75. mektublarında, Asr-ı Saadet’teki Ashab-ı Suffa’yı kendilerine örnek olarak kendisi ve yakın çevresini “mesakin” manasında fakirler diye vasıflandırmakta3 ve bu fakirleri âyet ve hadislerdeki asırlara şamil küllî manasıyla ele alarak 74. mektubunda şöyle demektedir:4
“(Mektubunuzu) okuyunca fakirlere sevginiz ve bağlılığınız anlaşıldı. Çünki bu sevgi selâmetin (dalalete düşmemenin) sermayesidir. Onlar, Allahu Teala’nın celîsleridir (yani, huzur-u etemme nail olup, Allah’ı unutmayan marifet ehlidirler). Onlarla beraber onlanlar (manevi cihad ve gayrette onlara katılan, destek olan, meclislerinde bulunup feyizyab olanlar) şaki olmazlar. (yani, bu hak cereyanının muhalifleri olan Süfyan, Tagut, Deccal ve Firavunî cereyanlara fiilen hattâ zımnen dahi katılıp kapılmayacaklar)5 Resulullah (A.S.M.) kâfirlere galib gelmesi ve işlerin kolaylaşması (hizmet-i diniyede inayet-i İlahiyeye mazhariyeti) için, muhacirlerin fakirleri hürmetine dua buyurduğu bildirilmektedir.”6
İmam-ı Rabbani (R.A.) bu cemaatın Allah indinde yeminlerinin (dualarının) makbuliyetini (Bak: 3964/2.p.) beyan ederek böyle halis mücahid ve ehl-i marifet bir cemaat-ı makbulenin hizmetini ve bunlara bağlanmanın ehemmiyetini gösteriyor. Elbette ki ikinci bin yılın müceddidi, bu beyanlarıyla sadece kendi zamanının Mirza Bediüzzaman’ına değil, zamanımızdaki Mirza oğlu Bediüzzaman’a da hitab ederek, onun en ehemmiyet verdiği Nur camiasının haslar dairesi olan iman hizmeti fedakârlarına da işaret ettiği anlaşılıyor. Zira böyle büyük imamlar, Kur’an ve ehadisin tarzını takib ederek cüz’î bir hâdiseyi beyan ederken o hâdisenin külliyetini de ders veriyorlar.
İmam-ı Rabbani (R.A.) aynı mektubun devamında kendisine yapılan ölçüsüz medihten nehyederek azami ihlası ders vermekte, nasihatların başında sünnet-i seniyeye ittiba etmenin elzemiyetini anlatmaktadır. Daha sonra da, “dünyanın süslerine düşkün olmamak, varlığına ve yokluğuna aldırış etmemek lâzımdır... Dünyanın malına, mevkiine düşkün olanların, bunlara kavuşmak için uğraşıp da ansızın hepsini bırakıp gidenlerin halini görerek ibret alınız.” demekte ve böylece en ehemmiyetli esaslara dikkat çekerek irşad etmektedir.
2477/2- Yine Mirza Bediüzzaman’a hitab eden 75. mektubunda İmam-ı Rabbani (R.A.) Ehl-i Sünnet ve Cemaata uygun olarak, itikad ve iman esaslarında tekâmül etmek, yani imanda terakkiyi ve ona hizmeti birinci derecede ele almak bundan sonra sünnete uyma yolunda amelî fıkhı, yani İlahî emir ve yasakları bilmek gereğini beyan etmektedir. İman-ı kâmil ve amel-i salih ile mukaddes âleme (Cennet’e) uçmak nasib olur; bu iki kanat olmadan yükselmek olmaz, şeklinde nasihatta bulunarak bu mevzudaki hassasiyetin göstermektedir.
Calib-i dikkattir ki, Bediüzzaman Said Nursî Hz.nin en çok ehemmiyet verdiği iki esas olan, halis bir hizmet cemaatının varlığı ve iman hizmetinin birinci derecede tutulması hususu; İmam-ı Rabbani’nin (R.A.) mezkûr iki mektubunda da açıkça görülmektedir. Böylece bu iki büyük müceddid, bu iki esasın elzemiyetinde müttefik olup, mesleklerini ona bina etmişlerdir.
2478- Mesakine yardım, bir ihsan olmaktan daha çok bir vecibe-i diniyedir. Zira, mukaddesatın muhafazısında her müslüman muvazzaftır. O yolda hasr-ı nefs edenlere ağniyanın muaveneti, dinen vacibdir. (Bak: 521.p.1 ve 2479 p.ta bir ayet notu) Yoksa manen mesul olunur. Bu hakikatı Elmalılı Hamdi Efendi 107. surenin 3. âyetini tefsir ederken şöyle izah eder:
“Burada taamdan murad it’am olduğu için, it’am-ül miskin demek daha zahir olacak iken, taam denilmesi nüktelidir. Bunda aç olan bir miskinin, kudreti olanlar tarafından verilecek taama mülki imiş gibi diyaneten bir hakkı taalluk ettiğine işaret vardır ki, (51:19) وَف۪ٓى اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ âyetin mantukudur. Bu suretle istihkakın şiddetine tenbih ve başa kakmaktan nehy edilmiş demektir.” (E.T. 6167) (69:34) (89:18) âyetleri de aynı mealdedir.
2479- Mesakin hakkında âyetlerden birkaç not:
-Mesakine yardım tavsiyesi: (2:83,177,215) (4:8,36) (17:26) (30:38) (76:8)
-Mesakinin gemisini, Hz. Hızır’ın arızalandırması: (18:79) (Bak: 3227,3228.p.lar)
-Mesakin ve muhacirîne muavenet ve kusurlarına bakmamak: (24:22) (Bak: 2478.p.)
-Mesakinin ganimetlerden hisseleri: (8:41) (59:7)
-Gaddar zalimlerin mesakin aleyhinde gizli fısıldaşmaları: (68:24)
-“Miskinen za metrabeh” tabiri: (90:16)
1S.M: ci:3 hadis: 1039
2S.M. ci: 3 hadis:1039
3*Bu mana, aşağıdaki "muhacirlerin fakirleri hürmetine" ifadesinden de açıkça anlaşılır ki bu fakirler, herkesçe bilinen alelâde fakirler değildir. Tafsilat için Ashab-ı Suffa maddesine de bakınız.
4*Mektubundaki bazı ifadelerin maksud manaları, parantezler içinde kısaca gösterilmiştir.
5Bu rivayet Buhari 80. kitab-üd daavat 66. babda; Tirmizi daavat/129'da; S.B.M. 2161. hadiste mezkûrdur.
6Taberani, Ebu Nuaym ve Hâfız-ı Münzirî'nin Tergib adlı kitabında nakledilmiştir.