950- FENN فنّ : Hüner. Marifet. San’at. * Tecrübe. * İlim. * Nevi, sınıf, çeşit, tabaka. * Fizik, kimya, biyoloji, matematik ilimlerinin umumi adı. * Tatbikat ve isbat ile meydana gelen ilim. Kâinata ait ilimlerin herbir bölümü. (Bak: Delil-i İnayet, Terakkiyat)

Kâinattaki «herbir nev’e dair bir fen, ya teşekkül etmiş veya etmeye kabildir. Her bir fen, külliyet-i kaide hasebiyle kendi nevindeki nazm ve intizamı gösteriyor. Zira herbir fen, kavaid-i külliye desatirinden ibarettir.» (M.N. 251)

İki atıf notu:

-Herbir fennin hakikatı bir ism-i İlahîye istinad eder, bak: 854,1127 p.lar.

-Kur’anın fennî mesaili mübhem geçmesi, bak: 2108.p.

Hem «şuur-u insanî vasıtasıyla keşfolunan yüzer fenlerden herbir fen, Hakem isminin bir nevide bir cilvesini tarif ediyor. Meselâ Tıb Fenninden sual olsa: “Bu kâinat nedir?” Elbette diyecek ki: “Gayet muntazam ve mü-kemmel bir eczahane-i kûbradır. İçinde herbir ilaç güzelce ihzar ve istif edilmiştir.” Fenn-i Kimya’dan sorulsa: “Bu Küre-i Arz nedir?” Diyecek: “Gayet muntazam ve mükemmel bir kimyahanedir.” Fenn-i Makine diyecek: “Hiçbir kusuru olmıyan gayet mükemmel bir fabrikadır.” Fenn-i Ziraat diyecek: “Nihayet derecede mahsuldar, her nevi hububu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır ve mükemmel bir bahçedir.” Fenn-i Ticaret diyecek: “Gayet muntazam bir sergi ve çok intizamlı bir pazar ve malları çok sanatlı bir dükkandır.” Fenn-i İaşe diyecek: “Gayet muntazam, bütün erzakın envaını cami bir anbardır.” Fenn-i Rızık diyecek: “Yüzbinler leziz taamlar beraber, kemal-i intizam ile içinde pişirilen bir matbah-ı Rabbanî ve kazan-ı Rahmanîdir.” Fenn-i Askeriye diyecek ki: “Arz bir ordugâhtır. Her bahar mevsiminde yeni taht-ı silaha alınmış ve zemin yüzünde çadırları kurulmuş dörtyüz bin muhtelif milletler ve orduda bulunduğu halde, ayrı ayrı erzakları, ayrı ayrı libasları, silahları, ayrı ayrı talimatları, terhisatları kemal-i intizamla hiçbirini unutmıyarak ve şaşırmıyarak, birtek Kumandan-ı Azam’ın emriyle, kuvvetiyle merhametiyle, hazinesiyle gayet muntazam yapılıp, idare ediliyor.” Ve Fenn-i Elektrikten sorulsa, elbette diyecek: “Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı gayet intizamlı, mizanlı hadsiz elektrik lambalarıyla tezyin edilmiştir. Fakat o kadar hârika bir intizam ve mizan iledir ki: Başta Güneş olarak, Küre-i Arzdan bin defa büyük o semavî lambalar, mütemadiyen yandıkları halde müvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, varidatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak müvazenesi bozulmuyor? Küçük bir lamba dahi muntazam bakılmazsa, söner.

Kozmoğrafyaca Küre-i Arz’dan bir milyondan ziyade büyük ve bir mil-yon seneden ziyade yaşıyan Güneşi kömürsüz yağsız yandıran; söndürmiyen Hakim-i Zülcelal’in hikmetine kudretine bak. “Sübhanallah” de. Güneşin müddet-i ömründe geçen dakikaların aşiratı adedince “Maşaallah, barekallah, lâilahe illâ hu” söyle. Demek bu semavî lambalarda gayet hârika bir intizam var ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük ve pek çok kitle-i nariyelerin ve gayet çok kanadil-i nuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez bir Cehennem’dir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik lambalarının makinesi ve merkezî fabrikası, daimî bir Cennet’tir ki, onlara nur ve ışık veriyor. İsm-i Hakem ve Hakîm’in cilve-i azamıyla, intizamla yanmaları devam ediyor. Ve hakeza... Bunlara kıyasen yüzer fennin herbirisinin kat’i şehadetiyle; noksansız bir intizam-ı ekmel içinde hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kainat tezyin edilmiştir. Ve o harika ve ihatalı hikmetle mecmuunu kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zihayat ve bir çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiştir. Ve malum ve bedihidir ki; intizam ile gayeleri ve hikmetleri ve faideleri takib etmek; ihtiyar ile irade ile, kasd ile, meşiet ile olabilir; başka olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kasıdsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz. Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fail-i Muhtar’ı, bir Sani-i Hakim’i bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğu tarif edilmez. Evet dünyada en ziyade hayret edilecek bir şey varsa o da bu inkârdır. Çünki kâinatın mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle vücud ve vahdetine şahidler bulunduğu halde, O’nu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu en kör cahil de anlar.

Hatta diyebilirim ki; ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestailer, en akıllılarıdır. Çünki kâinatın vücudunu kabul etmekle Allah’a ve Hâlikına inanmamak, kabil ve mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini de inkâr ettiler. “Hiçbir şey yok” diyerek akıldan istifa ederek, akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından kurtulup, bir derece akla yanaştılar.» (L.313-315)

Atıf notları:

-Fenlerin casus gibi tedkikatı, bak: 1435.p.

-Âdem’e talim-i esma hakikatı, fünuna da delalet eder, bak: 96,2527.p.lar

Yukarı Çık