1086- HACC حجّ : Kasdetmek. Muarazada delil ve hüccet ile galip olmak.
* Bir yere çok tereddüdle varıp gelme. * Şayan-ı tazim bir şeye teveccüh. *Bir şeyden feragat etmek. * Fık: İslâmın şartlarından ve hali vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme’deki Kâbe-i Şerifi, usulüne uygun olarak Arabî Zilhicce ayı, Kurban bayramı günlerinde bir defa ziyaret etmek. (Bak: Arafat, Umre)
Farz olan hacca, hacc-ı Ekber denildiği gibi, umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Maamafih arefe günü cumaya tesadüf eden bir hacca da Hacc-ı Ekber denilir. (O.A.L.)
1086/1- Hac, hicret-i Nebeviyenin 9. senesinde farz kılınmıştır. Hac ibadetinde farzlar, vacib ve sünnetler vardır. Bunlar hakkında ilmihaller ve hac rehberlerinde teferruatlı bilgiler verilir. Biz burada merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali’nden, haccın rükünleriyle ilgili önemli bölümlerini kısmen naklettik. Ayrıca hacda kadın-erkek karışık halde namaz kılma ve tavaf yapmanın dinî mahzurlarına da dikkat çektik. (Bak: 1089/1.p.)
“Haccın rükünleri yani mahiyetini teşkil eden farzları ikidir:
Biri, Arafat’ta bir müddet vukuf yani durmaktır; diğeri de, Kâbe-i Muazzama’yı tavaf-ı ziyarette bulunmaktır.
Arafat, Mekke-i Mükerreme’nin cenubî şarkında altı saatlik bir mesafede (Takriben 25 km.) bulunan bir mevkidir. Hac yapmak istiyenler için Arafat’ta durmak zamanı, Zilhicce’nin dokuzuna müsadif arefe gününün zeval vaktinden, ilk Kurban Bayramı gününün tulu-i fecrine kadar olan müddetin herhangi bir cüz’üdür. Bu müddet içinde Arafat’ta velev bir dakika durmakla bu vukuf farizası ifa edilmiş olur..” (B.İ.İ.348)
“Arafat’ın ortasında Cebel-i Rahmet’in yanında kıbleye karşı Allah Teala’ya dua edilmesi efdaldir. Burası muazzam bir mevkıftır. Dünyanın her tarafından akın edip gelen, yurtları, dilleri, renkleri başka fakat düşünceleri, gayeleri bir olan binlerce ehl-i İslâm Arafat’ta kefenlere bürünmüş, kabirlerinden yeni hayat bulup mahşer sahasında toplanmış olacak bir muhteşem beşer kütlesini temsil eder...
İmam Malik’e göre Arafat’ta vukuf müddeti, arefe günü güneşin zevalinden yevm-i nahr’in fecrine kadar devam eder. O gün güneşin zevalinden gurubuna kadar velev bir lahza durulması, vacibdir. Gurubdan sonra da bir miktar durulmak lâzımdır, farzdır.” (B.İ.İ.349)
“Tavaf-ı ziyarete gelince; bu , Arafat’ta vukuftan (vakfeden) sonra Kâbe-i Muazzama’nın etrafında yedi defa dolaşmaktan ibarettir ki, bunun dört defası bir rükündür, bir farizadır. Tavaf-ı ziyaretin vakti, Kurban Bayramının ilk gününün tulu-i fecrinden başlıyarak hayatın son gününe kadar uzayan bir müddetin herhangi bir cüz’üdür ki, bu cüz’de yapılacak bir tavaf ile hac farizası ikmal edilmiş olur...
Kâbe-i Muazzama’nın cenub tarafındaki dıl’ın bir köşesine “Rükn-i Hacer”, diğer köşesine de “Rükn-i Yemanî” denir. Rükn-i Hacer’de “Hacer-i Esved= Hacer-i Es’ad” denilen mübarek bir taş vardır ki bu, tavafın başlangıcı için bir nişanedir. İşte bu Hacer-i Esved’in bulunduğu köşeden tavafa başlanır. Beyt-i Muazzam sola alınarak Beyt-i Muazzam’ın kapısına doğru sağa gidilmek suretiyle devir yapılır. Böylece her devir (dolaşma) Hacer-i Esved’in bulunduğu köşeden başlar, orada nihayet bulur. Bu devirlerin her birine, bir “şavt” denir. Bu halde yedi şavtta, bir tavaf olmuş olur.
Tavaf, bir nevi namazdır; Allah Teala’ya heyecan ile muhabbet ve tazimin bir nişanesidir. Arş-ı İlahî etrafında dolaşan kudsî meleklerin hallerine bir benzeyiş tarzıdır..
Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Hacer-i Esved’in önüne geldikçe ona istikbal edilir, namaza durur gibi tekbir ve tehlil ile mübarek taşa eller kaldırılıp sürülür ve mümkün ise öpülür.
Bunlar mümkün olmayınca karşıdan el sürmek işareti yapılır. Buna istilam=selâmlamak denilmektedir.
Hacer-i Esved’e böyle el koymak, Hak Tealaya Hazretleri ile ibadet ve taat hususunda ahidleşmenin ve bu ahde vefa edileceğinin bir remzi demektir...” (B.İ.İ. 350)
Bazı rivayetlerde Hacer-ül Esved, yeryüzünde Allah’ın yemini (sağ eli) dir, ona el sürmekle Allah ve Resulü ile biat edilmiş olacağı bildiriliyor (K.H.1109) (İhya-ü Ulûm-üd Din tercemesi sh: 261) Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki: Hacer-ül Esved’e el sürmekle veya istilamla, Kalubela’da Allah’a verilen ilk sözü, dünyada yenilemektir. Hacdaki bu biattan sonra mü’min, dinde daha ciddi, salabetli, müttaki olacak ve asrın gafletinden silkinip uyanacaktır. R.E. 202/5,6 ve 360/1, 361/2, 460/7’de de Hacer-ül Esved’e ait rivayetler vardır. (Bak: Hacer-ül Esved)
Mina’da şeytan taşlamanın da böyle hikmetleri vardır. Taşlanan ve taşlanmış ve matrud şeytan manasında “şeytan-ı racîm” ifadesi, Kur’an (3:36) (15:17) (16:98) (81:25) âyetlerinde geçer ve mezkûr şeytan taşlamasının hikmeti bu âyetlerle de alâkalıdır.
1086/2- “Bir zata haccetmek farz olması için sekiz şart vardır Şöyle ki:
1- Müslüman olmalıdır..
2- Bâliğ olmalıdır..
3- Âkıl olmalıdır.
4- Hür olmalıdır.
5- Haccın farziyetine vâkıf olmalıdır. Şöyle ki: Dar-ı harbde gayr-ı müslimlere ait bir beldede bulunup ihtida eden kimse, haccın farz olduğunu bilmedikçe hac ile mükellef olamaz. Fakat İslâm ülkesinde böyle bir cehalet, bir mazeret teşkil etmez..
6- Hac vazifesini meşakkatsiz bir surette gidip ifa edebilmeye kâfi bir vakit bulunmalıdır. Binaenaleyh bir kimse hac farizası için sair şartları tamamen haiz olduğu tarihten itibaren bu vazifeyi ifaya müsait bir vakit bulamadan vefat etse, bu fariza ile mükellef olmuş olmaz.
7- Hicaz’a gidip gelinceye kadar kendisinin ve ailesi efradının mutad vechile nafakaları bulunmalıdır. Hacet-i asliyeden sayılan malların bulunması ile hac farz olmaz. Fakat hacetten fazla bir mal, meselâ bir akar veya zaid eşya bulunsa, bunları satıp haccetmek lâzım gelir. Bir hanede kirayla oturmak da haccın farz olmasına mani değildir.
8- Kendi haline münasib nakil vasıtası ve yolda yapacağı masraflara mukabil parası bulunmalıdır...” (B.İ.İ.351)
“Haram nafaka ile edilen hac makbul olmaz. Şübheli olan helal mal ile haccetmek isteyen kimse, hac için istidane (borç) edip, deynini (borcunu kendi malından tediye eyler (öder).” (N.İ. Kitab-ül Hac sh: 27)
“Fakir olan kimse, yürüyerek hacceylese, zengin oldukta iade etmez.” (Aynı eser sh: 50)
1086/3- “Haccın edası farz olmak için beş şart vardır. Şöyle ki:
1- Vücut sıhhatta bulunmalıdır.
2- Haccın edası, hissî manialardan hâlî bulunmalıdır. Binaenaleyh bir kimse, mahbus veya cebren memnu’ bulundukça haccetmekle mükellef olmaz.
3- Yolda emniyet bulunmalıdır. Binaenaleyh yol tehlikeli bulundukça hacca gidilmesi farz olmaz.
4- Hac için en az 18 saatlik bir yolculukta bulunacak kadının yanında kocası veya müebbeden mahremi olan bir erkek bulunmalıdır. Bunların âkıl, bâliğ veya mürahik olmaları lâzımdır. Refakatinde böyle bir kimse bulunmayacak bir kadın için haccetmesi farz olmaz.
5- Hacca gidecek kadın, kocasından boşanmış veya kocası ölmüş ise, iddeti bitmiş olmalıdır...” (B.İ.İ. 353)
1087- “Hacc-ı Şerif, bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasılki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat’-ı meratib etmiş bir veli gibi, umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azim’i ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfak-ı azamet-i Uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet “Allahü Ekber” “Allahü Ekber” ile teskin edilebilir ve onunla, o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire, ilan edilebilir.
Hacdan sonra şu manayı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husüf, küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslâmiyenin, velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.” (S.199)
1088- “Haccın hikmetine gelince: Bunun dinî ve dünyevî menafi-i kesireyi mutazammın olduğu her türlü şübheden varestedir. Ezcümle emr-i Kıblede beyan olunan (2:148) اَيْنَ مَاتَكُونُوا يَاْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًاۜ mazmun-u celilindeki tevhid-i içtimaîyi fiilen tecelli ettirecek olan en büyük ve en şâmil bir şiar-ı taabbüddür ki bunun vüs’at-ı şümulünü küre-i arz üzerinde hiç bir mekânda bulmak kabil değildir. Zira Kâ’be-i Muazzama kadar kudsiyeti kadîm hiç bir mâbed-i tevhid yoktur.Kâ’benin millet-i İbrahim’e alâkası, bütün edyan-ı semaviyece müsellem ve hatta Hazret-i Âdeme kadar intihası da mervidir. Mekke’nin hürmeti de hilkat-i arz ile kaimdir. Hacc-ı Kâ’be, beşeriyeti bütün uruk-u esasiyeden birleştirmeğe saik ve müsaid olduğu halde ondan sonra muhdes olan meabid ve mevaki binnisbe hususiyetlerinden dolayı böyle tevhid-i külle salih değildir. Hatta bizzat kabr-i Nebevî, türab-ı Kâ’beden efdal olduğu halde, kâ’be için mevcud olan devaı ve hasais-i hacc bunda bile tasavvur olunamaz. Hasılıı indallah hacca elyak olan kıble-i vahdet her halde “Beyt-i Atik” olduğunda hiç şübhe yoktur. Bundan başka Kâ’be arayanlar, tevhide değil, şirk ve tefrika çalışmış olurlar. Sonra hac bir cihetten salât gibi bedenî, diğer cihetten zekat gibi malî haysiyetleri haiz bir ibadet-i camiadır. Ve aynı zamanda mana-yı cihadı da mutazammındır. Nitekim bir hadis-i şerifte varid olduğuna göre “Hacc bir cihaddır, umre tatavvudur.” Ve yine bu münasebetledir ki, burada mesail-i hac, evamir-i cihad ile beraber nâzil olmuştur.” (E.T.708)
Bir atıf notu:
-Hacer-ül Esved’e el sürme ve şeytan taşlamanın hikmetleri, bak: 1086/1.p.sonu.
1089- Bediüzzaman’ın 364.P.da bahsedilen rü’ya-i sadıkası, Cihan Harbi’nin neticesi için müjdeler verirken, hac hakkında müjdeye bedel müteessifane sükût etmiş. Bediüzzaman bu rü’yanın sükûtunu şöyle anlatır:
“Rü’ya hacda sükût etti. Çünki haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gadab ve kahrı celbetti. Cezası da keffaret’üz-zünub değil, kessaret’üz-zünub oldu. Haccın bahusus teârüfle tevhid-i efkârı,1 teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsıa-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.
İşte Hind, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.
İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs biçare valideleri olduğunu “ba’de harabi’l Basra” anlıyor. ayak ucunda ağlıyorlar.
İşte Arab, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor.
İşte Afrika, biraderini tanımıyarak öldürdü, şimdi vaveyle ediyor.
İşte âlem-i İslâm, bayraktar olduğunu gafletle bilmiyerek öldürmesine yardım etti, vâlide gibi saçlarını çekip ah u fizar ediyor.
Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi. فَاعْتَبِرُوا (S.T.İ.58-59)
Bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyuruluyor:
“İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki; zenginler tenezzüh için, orta halliler ticaret için, onların kurra’ları da riya ve gösteriş için, fakirler ise dilenmek için haccederler.” (R.E.shf:503 ve K.H.326.hadis)
1089/1- Hac seferlerinde ve makamlarında haccın şart ve âdâbı ifa edilirken kadın-erkek karışık bulunmamaları lâzımdır. Hele Mescid-i Haram’da ve kılınan cemaat namazlarında kadınların muhazatı namazı bozar. Merhum Ömer Nasuhi Efendi Büyük İslâm İlmihali’nde kadının namazda muhazatı bahsinde şöyle der: “Cemaat muhtelif zümrelerden ibaret olunca, imamın arkasında evvela erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra da kadınlar saf bağlarlar. Bu tertibe erkekler ile erkek çocukların riayeti sünnettir; erkekler ile kadınların riayetleri ise farzdır. Binaenaleyh bir kadın veya müştehat olan bir kız çocuğu, bir erkeğin önünde veya tam hizasında aynı namazı cemaatla kılacak olsa, erkeğin namazı fasid olur. Buna “Muhazat-ı nisa = kadınların erkeklerle bir hizada bulunması” meselesi denir.” (B.İ.İ.136)
Aynı bahsin devamında, bu muhazattan dolayı namazın fasid olması için gerekli olan on şartın izahatı verilir ve sonunda şu netice bildirilir: “Bu on şart toplanınca, muhazat erkeklerin namazını bozar.” B.İ.İ.138)
Bu bahsedilen on şart ise, ekser cemaat namazlarında bulunur. Buna göre hac zamanında Mescid-i Haram’da kılanan cemaat namazında, kadınların erkeklerin arka saflarında bulunmaları lâzımdır. Aksi halde yani ihtilat halinde, mezkûr hüküm tahakkuk eder. Aynı eser, bahsin sonunda şu ikazı veriyor:
“Erkeklerin namazlarını böyle fesada uğratan, huzurlarını ihlal eden kadınlar ise şüphe yok ki bundan dolayı günahkâr olmuş, Hak Teala’nın azabına lâyık bulunmuş olacaklardır. Binaenaleyh böyle fesada sebebiyet vermekten kaçınmalı, İslâm terbiyesine riayet etmeli, yalnız yaşlı kadınlar cemaate devam edecek olurlarsa mescidlerde kendilerine tahsis edilecek yerlerden ileri geçmemelidirler. Ve illâ bekledikler sevab, kazanacakları günaha tekabül edemez. Zaten alelıtlak kadınların cemaate devam etmeleri, kerahatten hâlî görülmemektedir. Kadınların mescidleri, hanelerinin içerisidir. Bir hadis-i şerifte: خَيْرُ صَلَاةِ النِّسَاءِ فِى قَعْرُ بُيُوتِهِنَّ Kadınların namazlarının en faziletlisi, evlerinin içinde kıldıkları namazlardır.” buyurulmuştur. Kadınların namazları ile hanelerini nurlandırmaları, kendileri için pek büyük bir şereftir. Nitekim bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur.
نَوِّروا مَنَازِلَكُمْ بِالصَّلَاةِ وَقِرَائَةِ الْقُرْآنِ İkamet ettiğiniz yerleri namaz ile, Kur’an okumakla nurlandırınız.”(B.İ.İ. 138)
1089/2- Cemaatlerde kadınların muhazatı meselesinin hükmü, hadislere isnad eder. Ezcümle; Ebu Davud 2. Kitab-üs Salat 17. babı, mescidlerde kadınların erkeklerden ayrı bulunması hakkındadır. Bu babın “Şu kapıyı kadınlara ayırsak” mealindeki 462. hadisin izahında şu bilgi verilir:
“Peygamber Efendimiz’in bu arzusundan, camilerde sadece kadınların girip çıkacakları hususi bir kapının bulunmasının gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Yine bu hadisten anlaşılıyor ki; kadınların camiye cemaate gelmelerinin cevazı, fitneden emin olunması şartiyle kayıtlıdır.” (Ebu Davud Tercümesi 2. cild. 226.sh.)
Aynı kitabın 52. ve 53. babları da, kadınların mescidlere çıkıp çıkamıyacakları hakkındadır. Verilen hükümlerde, genç ve süslü ve koku sürünerek ve fitne ihtimali veya fitne varsa kadınların camiye çıkmaları, erkekler arasında bulunmaları yasaklanır. Zamanımızda fitne ihtimali şöyle dursun, âhirzaman fitnesi müstevlidir.
İbni Mace 1000. ve 1001. hadislerin izahında. “Kadınların saflarına gelince: Eğer erkeklerle beraber namaz kılarlarsa, sevabı en çok olan kadın saffı, en geridekidir. Çünki erkeklerden en uzak olanıdır. Sevabı en az olan kadın saffı ise, en öndekidir. Çünki erkeklerin saffına en yakın olanıdır.” hükmü vardır.
Bu tarz rivayetlerden anlaşılıyor ki; şartlarına riayet edilse bu fitne bulunmayan zamanlarda olsa dahi yine de kadın-erkek ihtilatı (karışıklığı yasaklanmamakla beraber istenmemektedir. Çünki en tesirli fitneye, kadınlar vesile edilir.) (Bak: 983.p.)
Resulullah’ın (A.S.M.) arkasında iki erkek ve bunların da arkasında Hz. Enes’in (R.A.) annesi Ümmü Süleym bulunduğu halde namaz kıldırdığını bildiren bir hadisin izahında şöyle deniliyor: “Bu hadiste kadının erkeklerle bir safta duramıyacağına, kadınların (arkada) ayrı saf teşkil etmesi gerektiğine delâlet vardır. Erkekler safında kadın bulunursa, bazılarına göre hem kadının, o saftaki erkeklerle arkasındaki erkeklerin namazı bozulur. Hanefilere göre de öyle ise de, yalnız erkeklerin namazı bozulur, kadınlarınki bozulmaz. Tafsilat fıkıh kitablarındadır.” (B.M.2. cild 85.sh.)
Tavafın bir çeşit namaz olduğu ve kadınların tavafta erkeklerle karışık bir arada değil, arkada bulunacaklarına dair hadisler vardır.
Ezcümle: “الطَّوَافُ بِالْبَيْتِ صَلَاةٌ Tavaf, bir çeşit namazdır.” (S.B.M.409)
Bir hadiste, Atâ İbni Ebî Rebah, İbni Hişam’ın hac emirliği sırasında, kadınların erkeklerle beraber tavaf etmelerini menettiğini haber verir ve bundan önce kadınların ve bu arada Hz. Peygamber hanımlarının erkeklerle beraber fakat karışık halde değil, ayrı yerde tavaf ettiklerini gördüğünü anlatır ve bu sebeble hac emirliği yapan ibni Hişam’ın yasağına itirazda bulunduğunu ifade eder. Bu haberi dinleyen İbni Cüreyc, Atâ İbni Ebî Rebah’a sorar: “Kadınlar erkeklere nasıl karışırlar?”2
Atâ cevab verir: “Kadınlar erkeklere karışmazlardı. Aişe (R.A.) erkeklerden ayrı bir yerde tavaf eder ve erkeklere karışmazdı. Aişe ile beraber tavaf eden bir kadın Aişe’ye: “Ey mü’minlerin anası! Haydi yürü de Hacer-i Esved’e el sürüp istilam edelim” dedi. Aişe ona: “Benden ayrıl” dedi ve (Hacer-i Esved’e el sürmek suretiyle) istilamdan çekindi.3 (Sahih-i Buhari Kitab-ül Hacc Bab: 64 Kadınların erkeklerin beraberinde tavafları babı, hadis:99)
Ve bu hadisin devamı olan 100. hadis mealen şöyledir: “Ümmü Seleme (R.A.) şöyle demiştir: (Esna-yı hacda) hasta olduğumu Resullullah’a (A.S.M.) arzettim. “Halkın arkasında binekli olarak tavaf et” buyurdu. (Öylece) tavaf ettim.”
Bu hadisin izahında şu açıklama yapılıyor: “Bu lafızdan şu istifademiz oluyor ki; kadınlar erkeklerin arkasından tavaf etmek gerektir. Tavaf, namaza şebih (benzer) bir ibadettir. Namazda nasıl erkeklerin arkasında durulursa, tavafta da öyle olmaları lâzım gelir.” Bu hadis Buhari 25. Kitab-ül Hacc 64. babda ve Nesei Kitab: 24 bab: 136 ve 137’de zikredilir.
Kadınların camilere gidip gidemiyecekleri meselesi için 181, 182, 183 ve 3783.p.lara bakınız.
1090- Hac hakkında âyetlerden bir kaç not:
-Safa ve Merve şeairdendir. Hac veya umre kasdıyla Kâbe’yi ziyaret (2.158)
-Haccı ve umreyi Allah için yapmak ve kurban, traş, özür ve keffaret meseleleri: (2:196)
-Hac ayları ve yasakları: (2.197)
-Hac ibadetlerinden sonra cemaatle zikir: (2.200)
-Teşrik günlerinde tekbir: (2.203)
-Haccın farziyeti: (3:97)
-İhramda avlanma yasağı: (5:1, 95, 96)
-Hac ve ona müteallik mukaddesata hürmet etmek ve mani olanlara tecavüz etmemek: (5:2).(9:5) âyeti de tecavüz hakkını nâtıktır.
-Kâbe ve Beyt-i Haram’ı emin belde ve ayakta kalmaya (ittihad-ı İslâm kuvvetine) vesile kıldı: (5:97)
-(Hac ile ittifak kuvvetini kazanan) İslâmın, mütecaviz müşriklere karşı tecavüzünü durduracak muhtırası: (9:3,4,6)
-Bütün insanlara haccın ilan edilmesi ve kurban kesmek: (22.27,28,29,36)
1091- Hac hakkında pek çok ehadis-i şerife vardır. Ezcümle:
Sahih-i Buhari 25. Kitab, Sahih-i Müslim 15. Kitab, ibn-i Mace 25. Kitabı ve T.T. 2. cild 3. Kitabı hac hakkındadır. Fakat bütün ibadet ve ahkâm-ı diniyede olduğu gibi haccın ahkâmını da Kur’an ve hadis tercemelerinden değil, ancak şeriat kitablarından öğrenmek mecburiyeti vardır.