2013- KIYAMET قيامة : Dünyanın yıkılıp harab olması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına bütün insanların dirilip toplanacağı zaman. *Mc: Büyük bela.*Fazla sıkıntı. (Bak: Âhiret, Sekal, Sur)
Kıyamet, “mevt-i dünyanın vuku bulmasıdır. Şu mes’eleye delil: Bütün Edyan-ı Semaviyenin icmaıdır ve bütün fıtrat-ı selimenin şehadetidir ve şu kâinatın bütün tahavvülat ve tebeddülat ve tegayyüratının işaretidir. Hem asırlar, seneler adedince zihayat dünyaların ve seyyar âlemlerin, şu dünya misafirhanesinde mevtleriyle, asıl dünyanın da onlar gibi ölmesine şehadetleridir.
2014- Şu dünyanın sekeratını, âyât-ı Kur’aniyenin işaret ettiği surette tahayyül etmek istersen; bak şu kâinatın eczaları dakik, ulvî bir nizam ile birbirine bağlanmış. Hafî, nâzik, lâtif bir rabıta ile tutunmuş ve o derece bir intizam içindedir ki; eğer ecram-ı ulviyeden tek bir cirm, “Kün” emrine veya “mihverinden çık” hitabına mazhar olunca, şu dünya sekerata başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecramlar dalgalanacak, nihayetsiz feza-yı âlemde milyonlar gülleleri küreler gibi büyük topların müdhiş sadaları gibi vâveylaya başlar. Birbirine çarpışarak, kıvılcımlar şaçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek. İşte şu mevt ve sekerat ile Kadir-i Ezelî, kâinatı çalkalar; kâinatı tasfiye edip, Cehennem ve Cehennem’in maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennet’in mevadd-ı münasibeleri başka tarafa çekilir, âlem-i âhiret tezahür eder.” (S.531)
2015- Evet “şu kâinatın mevti, mümkündür. Çünki bir şey kanun-u tekâmülde dahil ise, o şeyde alâ-külli-hal neşvünema vardır. Neşvünema ve büyümek varsa, ona alâ-külli-hal bir ömr-ü fıtrî vardır. Ömr-ü fitrîsi var ise, alâ-külli-hal bir ecel-i fitrisi vardır. Gayet geniş bir istikra ve tetebbu ile sa-bittir ki, öyle şeyler mevtin pençesinden kendini kurtaramaz. Evet nasilki insan küçük bir âlemdir; yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır; o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek veya yatıp sonra subh-u haşirle gözünü açacaktır. Hem nasılki kâinatın bir nüsha-i musaggarası olan bir şecere-i zihayat, tahrib ve inhilalden başını kurtaramaz. Öyle de: Şecere-i hilkatten teşa’ub etmiş olan silsile-i kâinat tamir ve tecdid için, tahribden dağılmaktan kendini kurtaramaz. Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel İrade-i Ezeliyenin izni ile haricî bir maraz veya muharrib bir hâdise başına gelmezse ve onun Sani-i Hakîm’i dahi, ecel-i fıtrîden evvel onu bozmazsa, herhalde hatta fennî bir hesap ile bir gün gelecek ki: (81:1,2,3)
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ٭ وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ ٭ وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ ٭ اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ ٭ وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ ٭ وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ
(82:1,2,3) manaları ve sırları, Kadîr-i Ezelînin izni ile tezahür edip, o dünya olan büyük insan sekerata başlayıp acib bir hırıltı ile ve müthiş bir savt ile fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.
2016- İnce remizli bir mes’ele:
Nasılki su, kendi zararına olarak incimad eder. Buz, buzun zararına temeyyu eder. Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir. Lafz, mana zararına kalınlaşır. Ruh, cesed hesabına zaifleşir. Cesed, ruh hesabına inceleşir. Öyle de: Âlem-i kesif olan dünya, âlem-i lâtif olan âhiret hesabına, hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, latifleşir. Kudret-i Fâtıra, gayet hayret verici bir faaliyetle kesif, camid, sönmüş, ölmüş eczalarda nur-u hayatı serpmesi bir remz-i kudrettir ki; âlem-i lâtif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayat ile eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatını kuvvetleştiriyor. Evet hakikat ne kadar zaif ise de ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyr ü sefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kışır ve suret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır. Sabit ve büyümüş hakikatın kametine yakışmak için daha güzel olarak tazeleşir. Ziyade ve noksan noktasında hakikatle suret, makûsen mütenasibdirler. Yani suret kalınlaştıkça, hakikat inceleşir; suret inceleştikçe, hakikat o nisbette kuvvet bulur. İşte şu kanun, kanun-u tekâmüle dahil olan bütün eşyaya şamildir. Demek herhalde bir zaman gelecek ki: Kâinat hakikat-ı uzmasının kışır ve sureti olan âlem-i şehadet, Fâtır-ı Zülcelal’in izniyle parçalanacak. Sonra daha güzel bir surette tazelenecektir.
(14:48) يَوْمَ تُبَدَّلُ اْلاَرْضُ غَيْرَ اْلاَرْضِ sırrı tahakkuk edecektir.” (S.529)
2017- “Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki: İçinde iki unsur var ki, her tarafa uzanmış, kök atmış: Hayır şer, güzel çirkin, nef’ zarar, kemal noksan, ziya zulmet, hidayet dalâlet, nur nâr, iman küfür, tâat isyan, havf muhabbet gibi âsarlarıyla, meyveleriyle şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor. Daima tagayyür ve tebeddülata mazhar oluyor. Başka bir âlemin mahsulatının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette o iki unsurun birbirine zıd olan dalları ve neticeleri, ebede gidecek; temerküz edip birbirinden ayrılacak. O vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir. Madem âlem-i beka, şu âlem-i fenadan yapılacaktır. Elbette anasır-ı esasiyesi, bekaya ve ebede gidecektir. Evet Cennet-Cehennem; şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuunatın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havzıdır ve lütuf ve kahrın iki tecelligâhıdır ki; dest-i kudret bir hareket-i şedide ile, kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz, münasib maddelerle dolacaktır.
2018- Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki: Hakîm-i Ezelî, inayet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizası ile, şu dünyayı tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve esma-i hüsnasına ayine ve kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise neşvünemaya sebeptir. O neşvünema ise, istidadların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-ı nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sani-i Zülcelal’in esma-i hüsnasının nukuş-u tecelliyatını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedaniye suretine çevirmesine sebeptir. İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki: Ervah-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervah-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
2019- İşte bu mezkûr sırlar gibi, daha bilmediğimiz çok ince, âlî hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tagayyür için zıdları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlara mezcederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem’ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tabi kıldı. Vaktaki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti, esma-i hüsna hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı. Kudret, nukuş-u san’atını tekmil etti. Mevcudat, vezaifini ifa etti. Mahlukat, hizmetlerini bitirdi. Herşey manasını ifade etti. Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi. Zemin, Sani-i Kadir’in bütün mu’cizat-ı kudretini, umum havarik-ı san’atını teşhir edip gösterdi. Şu âlem-i fena, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sani-i Zülcelal’in hikmet-i sermediyesi ve inayet-i ezeliyesi; o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o esma-i hüsnanın tecellilerinin hakikatlarını, o kalem-i kader mektubatının hakaikını, o nümune-misal nukuş-u san’atının asıllarını, o vezaif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemat-ı mahlukatın ücretlerini ve o kelimat-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri manaların hakikatlarını ve istidad çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübra açmasını ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini ve esbab-ı zahiriyenin perdesinin yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlik-ı Zülcelal’ine teslim etmesi gibi hakikatları iktiza etti ve o mezkûr hakikatları iktiza ettiği için kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenadan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleştirmek için o zıdların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilafatın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri (36:59) وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ tehdidine mazhar olacak. Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek ehil ve ashabı (39:73) سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ hitabına mazhar olacak. Yirmisekizinci Söz’ün Birinci Makamı’nın ikinci sualinde isbat edildiği gibi: Hakîm-i Ezelî, şu iki hanenin sekenelerine, kudret-i kâmilesiyle ebedî ve sabit bir vücud verir ki; hiç inhilal ve tagayyüre ve ihtiyarlığa ve inkıraza maruz kalmazlar. Çünki inkıraza sebebiyet veren tagayyürün esbabı bulunmaz.” (S.531) (Bak: 132.p.)
Bir atıf notu:
-Âlem-i tagayyür ve imtihana işaret eden âyet, bak: 1929.p.
2019/1- “Rivayette var ki: “Âhirzamanda, Allah Allah diyecek kalmaz.” 1 لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ bunun bir te’vili şu olmak gerektir ki: “Allah! Allah! Allah! deyip zikreden tekyeler, zikirhaneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeairde ismullah yerine başka isim konulacak” demektir. Yoksa umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünki Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfatında hata ediyorlar.
Diğer bir te’vili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü’minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir; kıyamet, kâfirlerin başlarında patlar.” (Ş.584) (Bak: 988,2042.p.lar)
Kıyamet şerli insanların başına kopar. Bak: Sahih-i Müslim, 2949.hadis ve İbn-i Mace 4039.hadis.
Kıyametin kopmasında en önemli sebepte insanların dinden uzaklaşmalarıdır. (Bak: 1038 p.sonu)
2020- Sual: “Kıyametin hâdisatında ervah-ı bakiye müteessir olacaklar mı?
Elcevab: Derecatlarına göre müteessir olacaklar. Melaikelerin tecelliyat-ı kahriyede kendilerine göre müteessir oldukları gibi, müteessir olurlar. Nasılki bir insan sıcak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde titriyenleri görse, akıl ve vicdan itibariyle müteessir olur. Öyle de; zişuur olan ervah-ı bakiye, kâinatla alâkadar oldukları için, kâinatın hâdisat-ı azîmesinden derecelerine göre müteessir olmalarını; ehl-i azab ise elemkârane, ehl-i saadet ise hayretkârane, istiğrabkârane, belki bir cihette istibşarkârane teessüratları bulunmasını, işarat-ı Kur’aniye gösteriyor. Zira Kur’an-ı Hakîm her zaman kıyametin acaibini tehdid suretinde zikrediyor. “Göreceksiniz” diyor. Halbuki cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete yetişenlerdir. Demek kabirde cesedleri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’aniyeden hisseleri var.” (M. 58)
2021- Kıyamette insanların durumunu tasvir eden bir âyette şöyle buyurulur. “(101:4) يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ Yani: “O gün ki, insanlar çırpınıp yayılan pervaneler gibi olacaklar. Alusi’nin naklettiği üzere Te’vilat sahibi demiştir ki; bunun te’vilinde birkaç vech üzere ihtilaf etmişler ise de hepsi bir manaya raci’dir. O günün hevlinden hayret ve ıztıraba işarettir. Katade’den rivayet olunduğu vechile, bir takımları şunu ihtiyar eylemişler ve demişlerdir ki: İnsanlar mahşere çağırıldıkları sıra, çağıran dâîye doğru uçuşmakta ve nizamsız gelip gidişdeki perişanlıkta ve za’f u zillette ve kesret ü intişarda uçuşup çırpınan müteferrik pervanelere teşbih olunmuşlardır.
Bu ma’na iseاِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ suresindeki يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ اِلٰى شَىْءٍ نُكُرٍۙ
خُشَّعًا اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ اْلاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ{ ٧ }
مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ
(54:6,7,8) mazmunu olduğundan buradaki “feraş-ı mebsus” teşbihi oradaki “cerad-ı münteşir” teşbihi ma’nasında demek olur. Feraş-ı mebsus, ba’s zamanında muhtelif insanların muhtelif cihetlere fırlayıp yayılışları halini; cerad-ı münteşir de, kesret ile bir semte sevk edilişleri halini ifade eder denilmiştir...” (E.T.6028-6029)
Atıf notları:
-Kıyametin gizli olmasının hikmeti, bak: 2032.p.
-Kıyamet vakti mugayyebat-ı hamsedendir, bak: 2535.p.
-Semanın, kıyametteki durumu, bak: 1927,1928.p.lar.
2022- Kıyametin tahakkuk ve dehşetiyle alâkalı bazı âyetlerin sure ve âyet numaraları: (22,1,2) (25:25) (52:9,10) (55:37) (69:13,16) (75:6,10) (81:1-6) (82:1-4) (101:1-5)
-Kıyamette ve kıyametten sonra arzın durumu ve kıyametin dehşetiyle alâkalı bazı sure ve âyet numaraları: (14: 48) (18:47) (39:69) (50:44) (56:4-6) (73:14) (84:3-5) (89:21) (99:1-3)
-Kıyamet (layeş’urûn) farkına varılmadan kopar: (12:107) (43:66)
-Kıyamet kopmasının esas sebebi, beşerin şirk ve küfranı olduğuna ve kopma şekline işaret: (19:90) (Bak: 1038.p.sonu)
1 S.B.M. hadis: 2114 ve S.M.ci: l. sh: 195 hadis: 234 ve Tirmizî fiten/35 hadis: 2217 ve K.U. ci: 14 hadis: 3485