3483- ŞEAİR شعائر : Âdetler, İslâm işaretleri, İslâm’a ait kaideler. Allah’ı anmak, hamdetmek, ezan okumak, İslâmî kıyafetler, tesettür, selâmlaşmak gibi cemiyette yaşanan bütün dinî âdetlerdir. (Bak: An’ane, Bid’at, Örf, Şuur)
3484- Kur’anda (2:158) âyetinde geçen şeair: “İlim maddesinden alem ve alâmet ve alâim gibi; şuur maddesinden şeair, şaîrenin veya şiârenin veya meş’arin cem’idir ki; alem-i mahsus, alâmet-i müş’ire, bellik manasındadır. Nitekim harpte iki tarafın tanışması için kullanılan alâmet ve işarete de şiar “parola” denilir.
Şeair bazan ibadetin kendisine, bazan da mevziine ıtlak olunur. Ezan, cemaat ile namaz, ezcümle cuma ve bayram namazları, hac, şeair-i dindendirler. Kezalik camiler, minareler, hacdaki menasik, mevazi-i mahsusa, meşair ve şeairdendirler ki, işte Safa ile Merve de bunlardandır.” (E.T. 554)
3485- Şeair kelimesinin de kökü olan شعر maddesinden türeyen muhtelif kelimeler vardır. Ezcümle hissettirmek ve işaret vermek manasında, “iş’ar”; iş’ar eden nizamlı ses ve manzume manasında “şiir”; hissî alışkanlıklara ve vicdaniyata (Bak: Vicdaniyat) temel teşkil eden ve cemiyette devamlı yaşanan âdetlere ve alâmetlere “şeair”; şeairin tesiri ile melekeleşip devam eden âdet ve alışkanlık manasında, “şiar”; şuura te’sir etmek yeri manasında “meş’ar”; mezkûr te’sirler gibi dıştan alınan bütün te’sirleri hissetmeye “şuur” denmektedir.
3486- “Sünnet-i Seniyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden sünnetlerdir. Şeair, adeta hukuk-u umumiye nev’inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur.” (L. 54)
3487- “Nasıl “Hukuk-u Şahsiye” ve bir nevi Hukukullah sayılan “Hukuk-u Umumiye” namıyla iki nevi hukuk var. Öyle de: Mesail-i şer’iyede bir kısım mesail, eşhasa taalluk eder; bir kısım, umuma umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara “Şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şearini umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz’îsi (sünnet kabilinden bir mes’elesi) en büyük bir mes’ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi, Asr-ı Saadet’ten şimdiye kadar bütün eazım-ı İslâm’ın bağlandığı o nurani zincirleri koparmaya, tahrib ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa titresinler!..” (M: 396)
Atıf notları:
-Dar-ı İslâm’da tabirat-ı diniye tağyir edilemez, bak: 632, 2774. p.lar.
-Dar-ı İslâm’da dine aykırı neşriyat yapılamaz, bak: 2724. p.
3488- Ankara’da ilk meclis kurulduğu zaman Bediüzzaman’ın mebuslara dağıttığı beyannamenin şeaire de temas eden kısmında diyor ki:
“Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlînin şahsi-yet-i maneviyesi -sahip olduğu kuvvet cihetiyle- mana-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekâleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hacat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiye mana-yı hilafeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza verecek. O manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şearini tahrib ediyorlar. Öyle ise zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise düşmanı tevkif etmez, teşci’ eder.” (M.N. 101)
3489- Bu şeaire ait ikazlar, dinî hayatın istikbali bakımından çok nazik ve ciddi bir devrede yazılmıştır. Bu devrede dine muarız gizli cereyanlar, heyecanlı bir faaliyet içindedirler. İslâmiyetin can damarı hükmünde olan ve bilhassa avamın dinî hissiyatının devamlılığının istinadgâhı bulunan şeair-i İslâmiyenin terkiyle, Avrupaî bir hayat tarzını ikame ederek; Türk milletinin bin seneden beri sahib olduğu şahsiyet ve tarihî mefahirinin ruhu olan an’ane-yi diniyesinden koparmak ve Avrupa mukallidliğine düşürmek istiyorlardı.
Halbuki Kur’an (3:110) ve emsali âyetleriyle işareten bu Müslüman Türk milletinin meziyetlerini zikrettiği gibi, kendisi de âyetin bu işarî manasını, tarihin safha ve sahifelerinde fiilen tefsir etmiş ve âyetin küllî masadaklarından biri olduğunu isbat etmiştir. Böyle bir milletin ahfadını, bu yüksek meziyetlerinden uzaklaştırmak isteyen sinsi düşmanlarına karşı Bediüzzaman Hazretleri ikaz vazifesini en zor şartlarda ifa etmiştir. Ezcümle bir eserinde şöyle diyor:
3490- “Şu dalalet-âlud ve sefahetperver medeniyetin şakirdleri ve idlal edici sakîm talebeleri, acib ihtirasat ve pek garib tefer’unlukla sarhoş olmuşlar. Sonra gelip desiseler ile müslümanları, ecnebilerin âdâtına davet ve terk-i şeair-i İslâmiyeye teşvik ediyorlar. Halbuki: Her şeairde nur-u İslâma bir şuur ve bir iş’ar vardır. Kur’an-ı Hakîm’in tilmizleri ise bunlara mukabele edip derler ki: Ey dalalete dalmış gafiller! Dünyadan mevti, insandan acz ve fakrı kaldırmak çaresi varsa, dinden ve dinin şeairlerinden istiğna edebilirsiniz, yoksa susunuz!.. Zira ölüm, acz ve zeval, fakr, sefer gibi ayat-ı tekviniye, yüksek sadalarıyla dinin lüzumuna ve şeairin iltizamına davet ediyorlar.” (N.İ.K. 26)
Bir atıf notu:
-Ecnebi âdetlerine tabi olmanın zararları, bak: 619. p.
“Lemaat” adlı ve nim-manzum bir eserinde de şeairin müessiriyeti hakkında Bediüzzaman şöyle diyor:
“Bir zatı gördüm ki yeis ile mübtela, bedbinlikle hasta idi. Dedi: Ülema azaldı, kemiyet keyfiyeti. Korkarız dinimiz sönecek de bir zaman
Dedim: Nasıl kâinat söndürülmezse, iman-ı İslâmî de sönemez. Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismarlar hükmünde her an olan İslâmî şeair, dinî minarat, ilahî maabid, şer’î maalim itfa olmazsa, İslâmiyet parlayacak an be-an!..
Her bir mabed bir muallim olmuş tab’iyle tabayie ders verir. Her maalim dahi birer üstad olmuştur; onun lisan-ı hali eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan.
Herbir şeair bir hoca-i dânâdır, ruh-u İslâmı daim enzara ders veriyor. Mürur-u a’sar ile sebeb-i istimrar-ı zaman.
Güya tecessüm etmiş envar-ı İslâmiyet, şeairi içinde. Güya tasallüb etmiş zülal-i İslâmiyet, maabidi içinde. Birer sütun-u iman.
Güya tecessüd etmiş ahkâm-ı İslâmiyet, maalimi içinde. Güya tahaccür etmiş erkân-ı İslâmiyet, avalimi içinde, Birer sütun-u elmas. Onunla mürtabittir zemin ile asuman.
Lasiyyema: Bu Kur’an-ı hatib-i mu’ciz-beyan; daima tekrar eder bir hutbe-i ezelî, aktar-ı İslâmîde kalmamış hiç de bir köy, hem dahi hiç bir mekân;
Nutkunu dinlemesin, talimi işitmesin. (15:9) اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrı ile hâfızlıktır pek de büyük bir rütbe. Tilavet ise, ibadet-i ins ü can.
Onun içinde talim, hem müsellematı tezkir. Tekerrür-ü zamanla nazariyat, kalbolur müsellemata hem döner bedihiyata. İstemez daha beyan.
Zaruriyat-ı dinî, nazariyattan çıkıp zaruriyat olmuştur. Tezkir ise kâfidir. İhtar ise vâfidir. Şâfidir her dem Kur’an.” (S. 730)
diye devam eden bu yazı, şeair muhafaza olunduğu müddetçe dinî hayatın söndürülemiyeceğini beyan eder. Demek oluyor ki, şeairin cemiyet hayatında devam etmesi için, müslümanların gereken hassasiyeti göstermesi lâ-zımdır.
3491- “Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevi ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumi ve kalb-i külliyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor.” (K.L. 55)
Bir atıf notu:
-Bozuk cemiyetlerde müsbet bir cemaatın içinde olmanın lüzumu, bak: 525. p.
3492- İşte böyle mürtedane şeairi tahrib karşısında, şeaire daha çok hassasiyet gösteren Bediüzzaman ikazına şöyle devam ediyor:
“Şeair-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin izharları, ihfasından çok derece daha sevablı olduğunu, Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazalî (R.A.) gibi zatlar beyan ediyorlar. Sair nevafilin ihfası çok sevablı olduğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittiba-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebair içinde haramların terkindeki takvayı izhar etmek, değil riya, belki ihfasından pek çok derece daha sevablı ve halistir.” (K.L. 184)
3493- Bu izhar ve aleniyetle tesir imkânı ziyadeleştiğindendir ki, cemiyet hayatında bütün haşmetiyle ilan olunan ezanlar, şeair-i İslâmiyenin mühimlerinden olup hadislerde hayli yer verilmiştir. Meselâ İbn-i Mace’de 3. kitab, Sahih-i Müslim’de 4. kitabın 1 ilâ 8. babları ve Büluğ-ul Meram tercemesi, 1. cild 206. sh. deki ezan babında geniş tafsilat vardır.
3494- Hem meselâ, mühim ve en zahir şeairden olan sarık (imame) hakkında gelen ehadiste, şeair ciheti daha çok nazara verilmiştir. bir hadis mealinde: “Camilere sarıklı olarak gitmek, müslümanların simasından (alâmetinden) dir.”1 buyurulur.
3495- Diğer bir hadiste de “Sarık (dolayısıyla böyle mühim şeairler) küfürle iman arasını ayırdedici bir alâmettir.”2 denilir.
Yine aynı eserde: “Sarıklar arabların tacıdır. Onlar (müslümanlar) sarığı, (dolayısıyla şeairi) terk edince, Allah da izzetlerini (kuvvet ve hâkimiyetlerini) alır (zillete düşerler).”3 diye haber verilip şeair, şehamet-i İslâmiyenin temeli olarak gösterilmiştir. Bu gibi sebeblerdendir ki, sarığın fazileti hakkında: “Sarıkla kılınan iki rek’at namaz, sarıksız kılınan yetmiş rek’at namazdan efdaldir.”4 mealindeki rivayetlerle şeaire teşvik edilir. Diğer bir rivayette de: “Sarıklara mülazemet (devam) edin. Zira böylesi, melek simasıdır. Sarıkların ucunu da arkanıza salın.”5 deniliyor.
İs’afe’r Rağibîn 148, El burhan, varak 810, El Havîz 61 de de “Mehdi sarığı çıkarmayacak” diye nakledilir.
Bir atıf notu:
-Şeairin izharında riya olmaz, bak: 3113-3118. p.lar.
Şeair kelimesi Kur’anda (5:2) (22:32, 36) âyetlerinde de geçer.