بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
Hz. Mehdi-i A'zam Ve Evsafı
Mehdi-i A’zam Hazretlerinin “En birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da imanını tahkikî yapmak…” tır.
“Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden… Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar.”
Mehdi Hazretlerinin “İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir.”
Bediüzzaman Hazretlerinin sarığını çıkarmak için zamanın zalimleri çok uğraşmışlar fakat asla muvaffak olamamışlardır.
Bu zulümlerden bir kaçı şöyledir:
“İslâmi kıyafeti kat’iyyen ve asla tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek istiyen ve sonra kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzat isminde Ankara valisine: “Bu sarık bu başla beraber çıkar.” demiştir.
Mehdinin özelliklerini anlatan bir hadis de şöyledir:
“Hadis-i Şerif meali: "Said.. Said.. Said fitnelerden muhafaza edilendir." Üç defa tekrar buyurulmuştur. "O ibtilâ olunur ve sabreder. İşte O zayıf ve sakalsızdır…"
Mehdi Hazretlerinin “Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhâssa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.”
Görüldüğü gibi Mehdi-i A’zam üç vazifeyi bizzat yapmaz. Esaslarını vaaz eder. Proğramını yazar, devamını geniş dairedeki vazifedarlara bırakır.
Mehdi hidayete eren veya Allah tarafından hususiyetle hidayete erdiren ve hidayete vesile olan sahib-üz zamandır.
“Hususî ve şahsî bir tarzda Allah’ın hidayetine mazhar olan, kendisine Cenab-ı Hak tarafından yol gösterilen ve bu cihetle de dinî vazifesinde hatalardan korunmuş olan” manasınadır. Bu kelime ihtida etmiş olanlar için de kullanılmıştır. Mehdi-yi Resul, Mehdi-yi Muntazır da denir. Ahirzamanda gelip bütün müslümanları hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi cami’ eserleri ile uyandıracak, dinlerini takviye ve imanlarını tecdid edecek olan ve Peygamberimizin (A.S.M.) âlinden bir zattır.1
Dinî bir şahsiyetin mehdilik ve müceddidlik makamına sahip olduğunun bilinmesi için o zatın yüksek ilim ve kemalat sahibi olması gerektiği gibi, aynı zamanda asrında zuhur eden muannidane ve nifakkârane şer cereyanının manevî tahribatına karşı tam bir fedakârlık ve cesaretle tamire çalışması ve hatta idam tehlikelerine rağmen hakikatı izhar edip ve nifak cereyanının mahiyetini de izhar etmesi lâzımdır. Böylece bu zatın vazifedar bir şahsiyet olduğu anlaşılır.
Evet Deccal varsa, Mehdi de olacaktır. Rivayetlerde Mehdinin, yeryüzü cevr ü zulüm ile dolu olduğu, ihtilafların, içtimaî sarsıntıların (ihtilallerin) şiddetlendiği zamanda zuhur edeceği kaydedilir. (Ramuz-ül Ehadis sh: 7,364)
Demek müceddidlik, bir fesad ve fitne devresinde zuhur eder. Normal bir İslâmî cemiyetin içinde pek çok mürşidler ve yüksek ilim ve kemalât sahibi zatlar gelmişler. Fakat âhirzamandaki gibi ciddi bir fitne ile karşılaşmayanları, müceddidlik vasfı yerine mürşid-i azam veya kutb-u azam gibi sıfatlarla tavsif edilmişlerdir.
Âhirzamanın en son ve en büyük Süfyanî Deccal fitnesine karşı en büyük müceddid ve en büyük Mehdi ve onun cereyanı vazifedar olur.
Deccal’ın en dehşetli tarafı, onun fitnekâr cereyanı olduğu için, Mehdi’nin de ona karşı olan, sadık talebeleri ve cereyanı vardır.
Evet aynı zaman içinde bulunan mütekabil bu iki cereyanın birbiriyle mücadelesi Âhirzaman devresinde en şiddetli şekilde olur.
Bir hadiste şöyle buyurulur:
يَكُونُ فِى اُمِّتِى رَجُلاَنِ اَحَدُهُمَا وَهَبُ يَهِبُ اللّٰهُ لَهُ الْحِكْمَةَ اَشَدُّ مِنْ فِتْنَةِ الشَّيْطَانِ وَاْلاٰقَرُ غَيْلاَنُ فِتْنَتُهُ عَلَى هَذِهِ اْلاُمَّةِ
(Ramuz-ül Ehadis sh: 518)
“Bu hadis-i şerif, ümmet-i Muhammediyenin hayatı nokta-i nazarında çok şamil bir te’siri haiz iki şahsı haber vermektedir. Bunlardan biri, mahz-ı mevhibe-i İlahiye olacak ve kendisine hikmet-i İlahiye ve hikmet-i Kur’aniye ihsan edilecek.
Diğeri de, fitnesi bu ümmet-i Muhammed’e şeytandan daha te’sirli olan bir şerir zalim olacaktır.” (Maidet-ül Kur’an ve Hazinet-ül Bürhan)
Bu şerir şahsın tahribatına karşı, tamirci ve manen vazifedar şahsın ilmi, mezkûr hadiste de geçtiği üzere, vehbîdir.
Mezkûr Mehdi mes’elesinde, daha çok avam tabakası Mehdi’nin bir ferd olarak hâkimiyetini düşünür. Hatta Bediüzzaman Hazretleri, mehdinin ikinci ve üçüncü devresini daha ehemmiyetli görenleri siyaset ehli ve dünyaperesetler olarak tavsif eder.2
Zaman cemaat zamanı olduğundan, bu zamanda şahsî dehâlar değil, şahs-ı manevînin hükmettiği ve iman, hayat ve şeriat tabir edilen üç vazifenin bir şahısta veya muayyen bir cemaatte cem’ olup yüklenemeyeceği hükmü, Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde tasrih edilmiştir. Ezcümle, Bediüzzaman bir eserinde şöyle demektedir.
“Bu zamanda öyle fevkalâda hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabanı aldığı için, faraza hakiki beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, herakâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
Hem üç mes’ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a’zamı, iman mes’elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mes’ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zat şimdi olsa da, üç mes’eleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev’-i beşerdeki cari olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en azam mes’eleyi esas yapıp, öteki mes’eleleri esas yapmayacak. Ta ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.” (Kastamonu Lahikası sh: 90)
“Sual: Âhirzamanda Hz. Mehdi geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddid rivayat-ı sahiha var.
Halbuki şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhî ve hatta yüz dâhî derecesinde olsa bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatın şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur.
Şu zamanda, kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun, böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadat-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder?
Eğer Mehdi’nin bütün işleri hârika olsa, şu dünyada hikmet-i İlahiyeye ve kavanîn-i âdetullaha muhalif düşer. Bu mehdi mes’elesinin sırrını anlamak isityoruz?
Elcevab: Cenab-ı Hak, kemal-i rahmetinden, Şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zişan veya bir kutb-u a’zam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş. Din-i Ahmedî’yi (A.S.M.) muhafaza etmiş.
Madem âdeti öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müctehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a’zam olarak bir zat-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da Ehl-i Beyt-i Nebevî’den olacaktır. Cenab-ı Hak bir dakika zarfından beyn-es sema ve-l arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelal, Mehdi ile de âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir va’detmiştir, va’dini elbette yapacaktır.
Kudret-i ilahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar ma’kul ve vukua lâyıktır ki; eğer Muhbir-i Sadık’tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır, diye ehl-i tefekkür hükmeder.
Şöyle ki: Felillahilhamd
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَىاۤلِ سَيِّدِنَامُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى اۤلِ اِبْرَاهِيمَ فِى اْلعَالَمِينَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
duası umum ümmet umum namazında, günde beş def’a tekrar ettikleri bu dua bilmüşahade kabul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecma’larında o nuranî zatlar kumandanlık ediyorlar. (*)
(*) (Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed-üs Sünusî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zat, yüzbinden fazla müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüzbinler adamlara emirlik ediyor. Ve hakeza… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zahirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebulhasen-i Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış…)
Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu’u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.
Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’dır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.
Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de kemiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız…
İkinci İşaret, yani Altıncı İşaret: Hazret-i Mehdi’nin cem’iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle Şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem’iyetinin mu’cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.” (Mektubat sh: 439-441)
Büyük Mehdinin son mehdi olduğu ve hükmünün kıyamete kadar geçerli olduğu, fakat hükmünün tatbikatında ve icraatlarının tamamının başında bizzat bulunmayacağına işaret eden Risale-i Nurlardaki şu bahis de dikkat çekicidir.
“Rivayetlerde, âhirzaman alâmetlerinden olan ve Âl-i Beyt-i Nebevî’den Hazret-i Mehdi’nin (Radıyallahu Anhü) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hatta bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velayet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.
Allahu a’lem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir te’vili şudur ki: Büyük Mehdi’nin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi… herbir asır me’yusiyet vaktinde, kuvve-i manevîyesini te’yid edecek bir nevi Mehdi’ye veyahut Mehdi’nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlahiye ile her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi, Âl-i Beyt’ten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Meselâ: Siyaset âleminde Mehdi-i Abbasî ve diyanet âleminde Gavs-ı A’zam ve Şah-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve oniki imam gibi büyük Mehdi’nin bir kısım vazifelerini icra eden zatlar dahi, -Mehdi hakkında gelen rivayetlerde- medar-ı nazar-ı Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm olduğundan rivayetler ihtilaf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: “Eskide çıkmış.” Her ne ise… Bu mes’ele Risale-i Nur’da beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki:
Dünyada mütesanid hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, Âl-i Beyt’in hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.
Evet yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler manevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-ı Kur’aniyenin mayası ile ve imanın nuruyla ve İslâmiyet’in şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhirzamanda şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve Sünnet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ihya ile, ilan ile, icra ile, başkumandanları olan “Büyük Mehdi”nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber… gayet lâzım ve zaruri ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.” (Şualar sh: 590) 3
Demek Mehdinin yolundan gidenler, İslamiyeti, iman ve Kur’an hakikatlerini bütün dünyaya gösterecekler ve gösteriyorlar da ve daha da gösterecekler. Hem bu “ihya ile, ilan ile, icra” kelimelerinin manasına dikkat edilirse mesele daha da anlaşılır.
“Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın istikbalden haber verdiği bazı hâdiseler cüz’î birer hâdise değil; belki tekerrür eden birer hâdise-i külliyeyi, cüz’î bir surette haber verir. Halbuki o hâdisenin müteaddid vecihleri var. Her defa bir vechini beyan eder. Sonra ravi-i hadis o vecihleri birleştirir, hilaf-ı vaki gibi görünür.
Meselâ: Hazret-i Mehdi’ye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilat ve tasvirat, başka başkadır. Halbuki Yirmidördüncü Söz’ün bir dalında isbat edildiği gibi: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i manevîye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ye’se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Al-i Beytine ehl-i imanı manevî rabtetmek için, Mehdi’yi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdi gibi herbir asır Âl-i Beyt’ten bir nevi Mehdi, belki Mehdiler bulmuş. Hatta Âl-i Beyt’ten madud olan Abbasiye Hulefasından, Büyük Mehdi’nin çok evsafına cami’ bir Mehdi bulmuş.
İşte büyük Mehdi’den evvel gelen emsalleri, nümuneleri olan Hulefayı Mehdiyyîn ve Aktab-ı Mehdiyyîn evsafları, asıl Mehdi’nin evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilafa düşmüş” (Mektubat sh: 95)4
Bazı çevreler ve bir kısım avam-ı mü’minîn, Mehdi’nin siyasî hâkimiyete sahib bir lider olduğunu tasavvur ederler. Hakikat nazarında ise asıl mehdi, hakaik-i imaniyeyi vehbî ilmi ile keşf ü izhar ve neşretmekle, asrın küfür ve dalaleti karşısında imanı kurtarmak hareketinin müessis ve mümessilidir ve onun hizmet cemaatı vardır. Asıl vazifesi imanda tecdiddir.
Alim ve fâzıl bir Nur şakirdinin, Bediüzzaman Hazretlerine yazdığı mektubunun ahir fıkrasında yani son kısmında İslâmî hâkimiyetin zaman ve şartlarının yakınlaştığını bildirmesine karşı Bediüzzaman Hazretleri verdiği cevabında:
Asl olanın imanî hizmet ve keyfiyetli mü’minlerin yetişmesi olduğunu ve hadîslerle bildirilen âhirzaman fitnesinin tahribatını ıslah etmek vazifesini Risale-i Nur’un ifa ettiğini ve imanı tahkiki yapmak hizmetine kıyasen geri derecede olan geniş dairedeki fütuhatı kabirden seyredeceklerini şöyle beyan eder:
“Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdık’ın haber verdiği manevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak, zaman ve zemin hemen hemen gelmesi diye fıkrasına bütün ruh u canımızla Rahmet-i İlâhiye’den niyaz ediyoruz; temenni ediyoruz.
Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise: vazifemiz hizmettir, vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber; kemmiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevkeden dehşetli esbab altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüzbinler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakiki mü’min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile isbat etmiş ve inşâallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki; inşâallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çıkaramaz. Tâ âhirzamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah’a şükrederiz.” (Kastamonu Lahikası sh: 107)
Geniş daire olan içtimaî ve siyasî sahadaki mehdiyetin ikinci ve üçüncü vazifesi ise, mezkûr birinci vazifeye nisbeten ikinci, üçüncü derecede olup ittihad-ı İslâmın kuvvetine dayanarak ve mehdiyete bağlı olarak onun düsturlarını tatbik edecek zat ki, hadis lisanında “Cehcah” denir ve bu mevzunun sonunda bahedilir. Bu zat âlem-i İslâm vüs’atinde hilafetin icraatını temsil eder. Ezcümle, aşağıdaki sualin cevabı dikkatle okunması halinde mezkûr hususlar açıkça anlaşılır.
Bediüzzaman Hazlerlerine Mehdi-i Âl-i Resul hakkında sorulan bir sual:
“Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki: Nurun halis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek musırrane olarak âhirzamanda gelen Âl-i Beyt’in büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar. Sen de bu kadar musırrane onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’i bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikata binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezaddır, her halde hallini istiyoruz.
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihete bir tabir ve te’vil lâzım:
Birincisi: Çok def’a mektublarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem’iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddîyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddîyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşey’i bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi’nin o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor.
Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gadap-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır..
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasıyla o zat, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.
Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici manasının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar.
O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan biçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes’ul değiller. Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim.
Hatta eski evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile te’vili anlaşılır.
Demek iki noktada bir iltibas var, te’vil lâzımdır.
Âhirdeki iki vazife, gerçi, hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller, fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder, belki de bir hodfüruşluk manasını hatıra getirir, belki bir şan u şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar Mehdi olacağım diye dava ederler.
Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat herbiri üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibariyle, âhirzamanın Büyük Mehdi ünvanını almamışlar.” (E.L.I.265)
Mehdi hakkında gelen müteşabih rivayetlerin tercüme manalarıyla Mehdi’nin evsafı hakkında hükümler vermenin, belagat ve müteşabihat kaidelerine ve imtihan sırrının hikmetlerine uygun olmadığının izahı için “Te’vil” maddesine de bakınız.
Atıf notları:
-Dinsizlik cereyanına karşı İslâm ve İsevî ittifakı, bak: İPA, 785-787.p.lar.
-İstikbalde İslâm’ın inkişaf ve hükümranlığı, bak: İPA, 1747-1749.p.lar
-Mütekellimînden biri gelecek, hakaik-ı imaniyeyi isbat edecek, bak: İPA, 3067/1. p.
Mehdi hakkında hadislerden birkaç not:
-Hadis kitablarında “Mehdi” hakkındaki bablardan bazıları: T.T.ci: 5, sh: 612 ve İbn-i Mace 36. Kitab-ül Fiden 34. bab; Tirmizi, fiten 53, 53.
-Hulefa-ir Raşidîn-el Mehdiyyîn: Ebu Davud, Sünnet/5; Tirmizi, İlim/16; İbn-i Mace, Mukaddime/6; Ahmet Bin Hanbel, 4/126, 127.
-Mehdi’nin müjdelenmesi: Ahmet Bin Hanbel 3, 27, 52.
-Mehdi, İsa Aleyhissalâmdan önce gelecek: R.E. 344
-Mehdi’nin ismi Peygamberimizin ismine uygun olacak: R.E. 359
-Deccal’a karşı çıkan zat: T.T. 5. cild 1045, 1046. hadisler. Ve S.M.. Fiten 21. bab.113. hadis.
-“Lâ Mehdi illâ İsa” rivayeti: İbn-i Mace 4039.hadis.
-Mehdiyetin hükümranlık zeminini hazırlayacak olanlar: İbn-i Mace 4088. hadis.
-Doğu’dan çıkacak olan siyah bayraklılar: İbn-i Mace 4082. hadis ve Tirmizi Fiten 79 ve KSM. 17.c. 557 sh.
-Allah, Mehdi’yi bir gecede ıslah eder (vazifeye hazırlar) mealindeki hadis: İbn-i Mace 4085. hadis.
-Cehcah’ın asasıyla (tek iktidar olarak) idaresi: T.T. 5. cild 987, 988 ve Sahih-i Müslim, 52. kitab 60, 61. hadislerinde geçer.
Zübdet-ül Buhari Tercemesi 958. hadisin haşiyesinde, Şarkavî Şerhinden naklen, mezkûr Cehcah hakkında şu izahı veriyor:
“Bu kişinin adı Cehcah’tır. Çok kıymetli bir zat olup Mehdi’den sonra ortaya çıkacak, onun yolunu tutacaktır. Çoban koyununu nasıl sürerse, Cehcah da cihangir olarak bütün ülkeleri idare edecek, herkes ona boyun eğecektir.” (Şarkavi Şerhi)
Daha çok siyaset-i İslamiye sahibi olan ve vazifeleri geniş daireyi Risale-i Nur düsturları ile “ihya, ilan, icra” olan bu zatları, avam ve ehl-i siyaset asıl Mehdi ile karıştırılar öyle bakarlar.
Konyalı Mehmed Vehbi Efendi’nin Sahih-i Buharî eseri 1100 hadis de bu manada izah edilir. Az yukarıda zikredilen Sahih-i Müslim 60-61 hadisleri de aynı manayı te’yid eder.
Risale-i Nur’u proğram yapıp tatbik edecek olan zatın veya zatların hususiyetleri İPA’da izah edilmiştir. İslâm’ın hâkimiyeti devresinde halkın bir kısmı İslâm iktidarına kerhen itaat edecek.
Müncid Lügatı’nda (Cehcah: İyiliklere süratle koşan kimse) diye mana verilmiştir.
Istılahat-ul Hadis isimli kitabda ise, Cehcah’a şöyle mana veriliyor: Koyun sürüsünün yanında olan bir kimse, sürüden bir koyunu kurdun götürdüğünü görünce feryadla bağırması.
Er-Raid Lügatı da:
1- Harbde na’ra atan kahraman.
2-Yırtıcı hayvanları koğmak ve men’etmek için atılan sayha. (Anarşistleri durduracağına işaret olsa gerek.)
(Cehcah şahsın ismi değil vasfı olsa gerek, Bak: İbn-i Hanbel 3,89)
Tac’dan nakledilen yukarıdaki 988. hadis meali şöyledir: “Cehcah adındaki bir adam idareyi ele alıncaya kadar günler ve geceler (Süfyan’ın devre-i istibdadları ve dalalet karanlıkları) gitmeyecektir. (Müslim, Tirmizi) Tirmizi’nin lafzı şöyledir:
“Mevali’den (Mevali’nin izahı aşağıda gelecektir. Cehcah dedikleri bir adam idareyi ele alıncaya kadar gece ve gündüz gitmiyecektir.”
Yine dinsizlik cereyanına karşı çıkacak cereyan hakkında İbn-i Mace’nin 4090. hadisi de şöyle:
وَقَعَتِ الْمَلاَحِمُ بَعَثَ اللّٰهُ بَعْثًا مِنَ الْمَوَالِى هُمُ اْلاَكْرَمُ الْعَرَبِ اِذَا فَرَسًا وَاَجْوَدُهُ سِلاَحًا يُئَيِّدُ اللّٰهُ بِهِمُ الدِّينَ
“Yani: Melahim (çatışmalar-savaşlar) vuku bulduğu zaman, Allah mevaliden öyle bir ordu gönderecek ki atlar (ının cinsi) bakımından Arabların en kıymetlisi ve silah yönünden en iyisi olup, Allah İslâm dinini onlarla te’yid (takviye) edecektir.
…Bu hadiste geçen Mevali: Mevlanın cem’idir… Bilindiği gibi Arablar kendilerinden olmayanlara mevali derler. Bu husus tarih kitablarında da görülebilir. Bu itibarla İslâmiyeti te’yid ve takviye edeceği haber verilen toplumun, Arablardan başka bir millet olması ihtimali vardır…” (İ.M. ci: 10, sh:354-356)
-Bu izahlardan hissedilirki harb tekniği çok yüksek olan İsevilerden bir devlet İslâma yardım edip kuvvet verecek Allahu Alem
MEHDİ SARIĞINI ÇIKARMAYACAKTIR VE O SAKALSIZDIR
Hem meselâ, mühim ve en zahir şeairden olan sarık hakkında gelen ehadiste, şeair ciheti daha çok nazara verilmiştir. Bir hadis mealinde: “Camilere sarıklı olarak gitmek, müslümanların simasından (alâmetinden) dir.” (Ramuz-ul Ehadis sh: 5) buyurulur.
Diğer bir hadiste de “Sarık (dolayısıyla böyle mühim şeairler) küfürle iman arasını ayırdedici bir alâmettir.” (R.E. sh. 87) denilir.
Şeairlerin ehemmiyeti Risale-i Nur’da şöyle izah edilir:
“Sünnet-i Seniyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden sünnetlerdir. Şeair, adeta hukuk-u umumiye nev’inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur.” (Lem’alar sh: 54)5
Bediüzzaman Hazretlerinin sarığını çıkarmak için zamanın zalimleri çok uğraşmışlar fakat asla muvaffak olamamışlardır.
Bu zulümlerden bir kaçı şöyledir:
“İslâmi kıyafeti kat’iyyen ve asla tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek istiyen ve sonra kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzat isminde Ankara valisine: “Bu sarık bu başla beraber çıkar.” demiştir.” (Emirdağ Lahikası-II sh: 19)
İşte insanlık tarihinde altın levha olarak kaydedilecek olan hak yolundaki böyle azamî fedakârlık, metanet ve cesareti, nesl-i atînin de bir ibret levhası olarak görmesinde büyük bir maslahat bulunması cihetiyle ve bir istisna olmak üzere Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatında bu İslâmî kıyafeti ile bazı resimleri konulmuştur. Bu kıyafetiyle İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde bulunmuş ve idam planları ile verildiği mahkemelerde de sarığını çıkarması yolundaki ihtarlara rağmen sarığını da çıkarmamıştır.
Sarık hususunda bu kadar hassasiyet gösteren Bediüzzaman Hazretleri, çünkü şeair-i İslamiyedendir, sakal meselesinde, sakalın sünnet olduğunu beyan etmekle beraber, sakalın terkedilmesi hususunda ruhsat yolunu tercih etmiştir. Hülasa şu ki, Said Nursi Hazretleri Şeair-i İslamiyeye taalluk eden meselelerde azimet yolunu tercih etmiştir ve asla taviz vermemiştir.
Maidet-ül Kur’an ve Hazine-ül Bürhan kitabı sahife 71 de şu hadisler ve bu mevzular vardır:
“ حديث: انّ السعيداً لمن جنّب الفتن قيل ثلاثا ولمن ابتلى فصبر فواهًا ثم واهًا
Velhâsıl: "Mehdi’nin efdaliyeti, bütün kederlere ve şiddetli fitnelere gösterdiği azamî sabır cihetiyledir. Rum’dan yâni; Türklerden (çünki, eskiden Türkiye’ye diyâr-ı Rum deniliyordu) ayrılmayacak ve Deccalın muhasarası üzerinden kalkmayacaktır. Yoksa Mehdi’nin efdaliyeti, sevab ve indallah mertebesinin rıf’atı sebebiyle değildir." (İs’âfu’r-Râgibîn)
Hadis-i Şerif meali: "Said.. Said.. Said fitnelerden muhafaza edilendir." Üç defa tekrar buyurulmuştur. "O ibtilâ olunur ve sabreder. İşte O zayıf ve sakalsızdır…" Sonra O zayıf ve sakalsız kelimesinin birçok mânâları olup, burada Hadis-i Şerifin insan riyazesinde ima edilen husus nazar-ı itibara alınmıştır.
Bu hadîsin kaynakları: Feth-ül Kebir, 1:315;Hilyet-ül Evliya’dan nakleden Ramuz-ül Ehadis, 105;Feyz-ül Kadir 2.377, Hadis no: 2081; Ebu Davud Fiten, 2: Aliyy-ül Kari, Mirkat-ül Mefatih 5:151; Levamî, 1.652.
حديث: سيطولو عليكم راياتٌ سودٌ من قبل خراسان فأتوها حبوًا على الثلج فانّه خليفة الله المهدى
Hadis-i Şerif meali: "Horasan tarafından size siyah bayraklı tulu’ edecek, kar üzerinden emekliyerek de olsa, O’na geliniz. Zira O, Allah’ın halifesi Mehdi’dir." (Râmuz)
Tercüman-ı hakikat Efendimiz, bu Hadis-i Şerifi beyan buyurdukları zaman, Türkler henüz Anadolu’yu vatan yapmadıklarından, o zamanki vatanlarının ismini zikretmekle, Mehdi’nin Türk Milleti içinde çıkacağına latif bir imâ ve hatta bir delildir diyebiliriz. Sonra yine bu Hadis-i Şerifin ifade-i riyaziyeleri de, müddeamızı te’yid ve takviye etmektedir.
1 (Bakınız: Bediüzzaman Said-i Nursî’nin Seyyidliği Derlemesi)
2 (Bakınız: Kastamonu Lahikası 190. Sayfa)
4 (Bak: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Kıyamet Alâmetleri Maddesi)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.