775- EHL-İ KİTAB اهلِ كتاب : Allah’ın gönderdiği kitablara inananlar. Müslüman, Hristiyan ve Yahudiler gibi... Fakat ekseriyetle ve bilhassa Kur’anda “ehl-i kitab” ifadesiyle Yahudi ve Hristiyanlar kasdedilir. (Bak: Avrupalılaşmak, İsevilik, Yahudilik)

Ehl-i kitab iki kısım olarak mütalaa edilmeli:

Birincisi, Kur’andan önce gelmiş olan semavi kitabların ders verdiği hak ve tevhid dinine bağlı olanlar. Bu itikadı halen muhafaza edenlerin, İslâmiyet’i de kabul etmeleri gerekir. Zira onların bağlı oldukları semavi kitablar, Peygamberimiz’i (A.S.M.) müjdeledikleri gibi, onların tabi oldukları peygamberlerin sahib bulundukları peygamberlik hususiyetleri, en mükemmel şekilde Peygamberimizde de vardır.

İkincisi, ehl-i kitabın bağlı oldukları kitabların tahrifinden sonra bu muharref kitablara bağlı kalarak batıl itikadlara sahib olanlardır. Bunların da, tahrif edilmemiş ve edilemiyecek olan Kur’anın verdiği tevhid dersiyle itikadlarını tashih etmeleri ve İslâmiyet’e hak din olarak inanmaları gerekiyor.

776- Kur’anda ehl-i kitab hakkında çok Âyetler vardır. Ezcümle bir âyet-i kerime şöyledir: (3:64)

قُلْ يَٓااَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلاَّ نَعْبُدَ اِلاَّ اللّٰهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِه۪ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ

“De ki: ey ehl-i kitab! Sizinle bizim aramızda müsavi bir kelimeye gelin. Şöyle ki: Allah’tan başkasına değil yalnız Allah’a ibadet edip bağlanalım. O’na hiçbir şeyi şerik yapmıyalım. Ve ba’zımız ba’zımızı; rab ittihaz etmesin. Eğer bundan yüz çevirirlerse şöyle deyin: Şahid olun ki biz hakikaten müslimiz (müsalematkârız.)”

Burada muhtelif vicdanların, muhtelif milletlerin, muhtelif dinlerin, muhtelif kitabların bir vicdan-ı esasîde, bir kelime-i hakta nasıl tevhid olunabilecekleri, İslâmın âlem-i beşeriyette ne kadar vasi’, ne kadar vazıh, ne kadar müstakim bir tarik-i hidayet, bir kanun-u hürriyet ta’lim eylemiş bulunduğu ve artık bunun Arab ve Aceme inhisarı olmadığı tamamen gösterilmiştir. ...Bütün hürriyet ve müsavat davasının esası bu bir kelimede, bir vicdanda toplanır..

İşte hürriyet ile müsavat davasının bütün miftah-ı halli buradadır. Birbirimizi rab, mevla, hâkim-i mutlak tanımayalım, bütün harekâtımızı bir Hakk’ın emriyle ve Allah’ın rızasıyla ölçelim. Allah’ı bırakıp da onun madununda ve hakkın hilafında bir tabi’iyet misakımız olmasın.

...Asıl misak ve asıl vicdan bir Allah’ın emrine itaat olunca her ihtilaf mülahaza-ı hak ve kanun-u hak ile hallolunur. Ve hiç bir kimsenin arzu-yu mücerredi hâkim olmaz. Binaenaleyh İsa’yı da rab tanımayalım. Onu da Allah’ın bir kulu ve Resulü tanıyalım, kezalik papalar, krallar, rüesa hep böyle, her birine Allah’a itaatleri ve hakkı taharrileri nokta-i nazarından bakalım.

Vaki’ olan bir suale karşı Resulullah ehl-i kitabdan iman edenlere “Siz hani papaların ve sairenin sözlerine, mücerred onların sözleri olduğu için, itaat etmez mi idiniz? İşte o, onları rab ittihaz etmektir” buyurmuştu.» (E.T.1131)

Kur’an (9:31) âyetinde Yahudiler hahamlarını, İsevîler rahiblerini ve İsa’yı (A.S.) erbab (rablar) edindikleri bildirilir.

777- Kur’anda ehl-i kitabdan sarahatla bahseden âyetler olduğu gibi işaretle bahseden âyetler de vardır. Meselâ:

«(2:4) وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten sami’leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin makabliyle nazmına dair “dört letaif” vardır.

1- Bu cümlenin makabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki: Ey insanlar! Kur’ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sabıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur’an, onların sıdkına delil ve şahiddir.

2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki: Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitablara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur’ana da iman ediniz! Zira onlar Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatıyla, ruhuyla Kur’anda ve Hazret-i Muhammed’de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur’an Allah’ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarik-i ûla ile kabul ediniz ve etmelisiniz.

3- Zaman-ı Saadet’te Kur’andan neş’et eden İslâmiyet, sanki bir şeceredir. Kökü zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın ab-ı hayat menba’larından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddi ve manevi semereleri yetiştiriyor. Evet İslâmiyet mazi ve istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-ı umumiyeyi te’min ediyor.

4- Kur’an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:

778- Ey ehl-i kitab! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’an, bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem’etmiş olduğundan, usulde muaddil ve mükemmildir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilaçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünki fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilaç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhire da’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’an fer’î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.» (İ.İ.49-50) (Bu paragrafta izah edilen hususa, yani edyan-ı semaviyede sabit ve müşterek olan esasat-ı diniyeye Kur’an (5:68) âyeti işaret eder.) Bir rivayette de: «Peygamberlerin dinleri (esasatta) birdir.» deniliyor. (R.E. 191) (Bak: 831.p.)

Bir atıf notu:

-Mazlum hristiyanların necatı mes’elesi, bak: 2166.p.

778/1- Kur’an (3:3) âyetinin tefsirinde “Geçmiş semavi şeriatlar, bizim de şeriatımızdır” kaidesi şöyle izah ediliyor:

«Kur’an kütüb-ü salifenin iman ve tevhid-i İlahîye da’vet ve adl ü ihsanı âmir, enbiya ve ümem-i maziyenin kısas u ahbarı ve ümem ü a’sarın ihtilafiyle değişmiyecek olan ahkâm-ı sabite gibi esasat-ı muhkemelerini takviye ve tevsi’ ederek, yeni baştan mevki-i icraya koymuş ve hikmet-i teşri’ muktezasınca ezmine ve emkinenin ve ümem-i mükellefenin hususiyyetlerine ve hakk u hayır nokta-i nazarından mesalih-i lâikalarına müteallik ahkâm ve şerayi-i fer’iyyelerini ta’dil ü tecdid ederek din-i hakkı cemi-i ezman ve emkinede ve bilcümle ümem ü akvamda cereyanını te’min edecek şamil bir ilm-i teşri’ dahi ta’lim eylemiş ve bu suretle kütüb-ü İlahiyyeyi mukaddemden muahhara mütevaliyen yekdiğerinin tasdik u tenfizinden geçirerek bil’ıstıfa hepsinin sıdk-ı esaslarını bihakkın uhde-i zamanına almış bulunduğundan, kütüb ve şerai-i salifeden hiç biri şehadet-i Kur’an ile tasdik edilmedikçe ne nübüvvetlerinde, ne delaletlerinde hakk olarak tasdik edilemez.

Ya’ni kurun-u salifede enbiya-i salifeye verilmiş olan İlahî fermanların temyizen merci-i tasdiki Hatem-ül Enbiya ve kanun-u tasdiki muhkemat-ı Kur’andır. Bu ma’na Usul-i Fıkıh’ta şu kaide-i teşri’ ile ifade olunur: “Bizden evvelkilerin şeriatları bizim de şeriatımızdır. Fakat Allah ve Resulü tarafından tasdikan nakledilmek şartıyla.”» (E.T.1021)

778/2- Diğer bir âyette de şöyle buyruluyor:

«(4:26)يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ Allah’ın bu teşri’attan muradı size helâl ve haramı farkettirip açıkça anlatmak وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ ve sizi sizden evvelkilerin sünnetlerine ya’ni sülûk edip ni’met ü saadete erdikleri yollara hidayet ve delâlet etmek وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ ve devr-i cahiliyyede sizden nazarını, rahmetini çekmiş iken, sizi İslâm ile böyle tarik-ı salâha irca’ edip günahlarınızdan tevbe ettirerek üzerinize rahmet ve in’amını tevali ettirmektir. Bu beyan olunan hill ü hurmet ahkâmı büsbütün yeni teşri’ olunmuş ve hiç tecrübe edilmemiş bir yol değil. Esasen mukteza-yı hilkat ve fıtrat olup sizden mukaddem olanların ni’met ü saadete ermelerine sebeb olmuş mücerreb ve sâlim yollardır.

İşbu وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ nass-ı celîli, şerayi-i mütekaddimeden ba’zı ahkâmın takririne delâlet ettiği cihetle İlm-i Usûl’deki شرايع من قبلنا شريعة لنا اذا قصها آللّه و رسله kaidesini tansis etmiş olduğunda şüphe yoktur. Ve yine şübhe yok ki burada bu takrir berveçh-i bâlâ vahiy ve beyan-ı İlâhî ile olmuştur. Bununla beraber biz şunda da iştibah etmiyoruz ki burada vahy ile takrirden başka alel’husus devr-i nübüvvetten sonrası için istinbat-ı ilel-i ahkâmda tecrübenin de bir ehemmiyyet-i azîmesi bulunduğuna işaret-i mahsusa vardır. Her halde ictihadat-ı teşri’iyyede yalnız delâlet-i elfaz ile iktifa edilmeyip tecrübe ile hayatın cereyan-ı haricî ve hikemîsi dahi nazar-ı i’tibarda tutulmak lâzım gelecektir.   فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى اْلاَلْبَابِemrinde bu nokta pek mühim bir mevki’ işgal etmiştir. Şu şart ile ki her hususta olduğu gibi bunda da şehvetten ve teşehhiden iyice ihtiraz etmek ve hâdisata kasd-ı şehvetle bakmamak bir şart olduğu da şimdi anlaşılacaktır.

778/3- وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ ( 4:27 ) o Gafur-ı Rahîm ve Alîm-i Hakîm olan Allah, sizin tevbe ve salâhınızı görüp üzerinizden daima nazar-ı rahmetle bakmak ve mes’ud etmek istiyor.

وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يمًا

O şehevat arkasında koşup keyflerine tabi’ olanlar da büyük bir inhiraf ile tarik-ı haktan sapmanızı, kendilerine uyup haram-helâl tanımıyarak fenalık yollarında dolaşmanızı ve uçurumlara sürüklenmenizi istiyorlar. Binaenaleyh siz böyle fâcirlerin arzularına tabi’ olmayınız. (Bak: 1524.p.) İctihadatınızda ef’al ü harekâtınızda şehvete değil hikmete ve beyanat-ı İlâhiyyeye ve önünüzde bulunan erbab-ı rüşdün siyretlerine  tebaiyyet  ediniz  ve  ilm-i teşri’-i  İslâmîde  pek  büyük  bir esas olan şu âyete bakınız:يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ اْلاِنْسَانُ ضَع۪يفًا ( 4:28 ) Allah Tealâ sizden ağır teklifleri kaldırıp mes’uliyyetinizi tahfif etmek ister. Zira insan zaîf olarak halkedilmiştir. Binaenaleyh, bab-ı teşri’de şehvete tabi’ olmak caiz olmadığı gibi şiddet ü tazyik de caiz değildir.

Buradaرَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَۚا dualarının bir eser-i icabeti vardır ki,

(7:157) وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَاْلاَغْلاَلَ الَّت۪ى كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ

(2:185) يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ

(22:78) وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِى الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ âyetleri, kezalik جئتكم با لحنيفية السهلة السمحة hadis-i Nebevîsi hep bu düstur-u yüsr ve tahfifi nâtıktırlar.» (E.T.1334-1336) (Bak: Ruhsat)

779- İkinci meşrutiyetin ilan edildiği devrede, Şark bölgesinde, ehl-i kitab hakkında sorulan suallere Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği cevaplardan birkaçı:

«Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’anda nehy vardır:

(5:51) لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَ النَّصَارَى اَوْلِيَاءَ Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?

Cevab: Evvela: Delil kat’iyy-ül metin olduğu gibi, kat’iyy-üd delalet olmak gerektir. Halbuki te’vil ve ihtimalin mecali vardır. Zira nehy-i Kur’anî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa; me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehy, Yahudi ve Nasara ile yahudiyet ve nasraniyet olan ayineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zatı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyle ise herbir müslümanın herbir sıfatı müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin. Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılab-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhanı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lakin, şimdi âlemdeki bir inkılab-ı azîm-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhanı zabt ve bütün ukûlü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyyen nehy-i Kur’anîde dâhil değildir.» (Mün.31)

Birkaç atıf notu:

-Gayr-ı müslime muhabbet mes’elesi, bak: 2560.p.da âyet notu.

-Mütecaviz olmayan düşmanla zahiren dostluk, bak: 2541, 2543.p.sonu

-Gayr-ı müslimlerle müsavat mes’elesi, bak: 1408.p.

780- «Sual: Bir kısım Jön Türk der: “Demeyiniz Hristiyanlara hey kâfir. Zira ehl-i kitabdırlar.” Neden kâfir olana kâfir demiyeceğiz?

Cevab: Kör adama, hey kör demediğiniz gibi... Çünki eziyettir. Eziyetten nehy var:مَنْ اٰذٰى ذِمِّيًّا ilh...

Saniyen: Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri dinsiz ve münkir-i Sani’ demektir. Şu mana ile, ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lakin örfen evvelki mananın tebadüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur.

Hem de daire-i itikadı, daire-i muamelata karıştırmağa mecburiyet yoktur. Kabildir, o kısım Jön Türklerin muradı bu olsun.» (Mün.33)

781- «Sual: Gayr-ı müslimin askerliği nasıl caiz olur?

Cevab: Dört vecihle:

Evvela: Askerlik kavga içindir. Dünkü gün siz o dehşetli ayı ile boğuştuğunuz vakit karılar, çingeneler, çocuklar, itler size yardım ettiklerinden size ayıp mı oldu?

Saniyen: Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın, Arab müşriklerinden muahid ve halifleri vardı. Beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise, ehl-i kitabdır. Orduda toplu olmayıp müteferrik olduklarından, bizdeki ekseriyet ve kuvvet-i hissiyat, mazarrat-ı mütevehhimeye karşı sed çeker.

Salisen: Düvel-i İslâmiyede velev nadiren olsun gayr-ı müslim, askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri ocağı buna şahiddir.» (Mün.36)

Kur’an (2:75) âyeti, ehl-i kitab milletleri arasında Yahudilerin, din-i hakkı kabul etmeleri ihtimalinden en uzak olmalarından başka, onlardan bir grubun dahi, daima Kelâmullah’ı tahrif eden ehl-i nifak olduklarını beyan eder.

782- Ehl-i kitabın evsafı ve müslümanlara meveddet ve adavetçe vaziyetleri Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. Ezcümle:

«(5:82) لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ “Gerek Yehud ve Nasara ehl-i kitab, gerekse bunların gayrı alelumum kâfir olan nâs içinde mü’minlere adavetçe en şiddetlisini, kasem olsun ki, Yahudiler ve müşrikleri bulacaksın. –Ehl-i imana şiddet-i adavet nokta-i nazarından Yahudileri müşriklerin de önünde göreceksin.–

Demek ki bunlar imandan uzaktırlar, kesîr-i fâsikûn, bunlarda daha ziyadedir. Çünki bunların dünyaya hırsı hepsinden çoktur.

(2:96)وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا ilh... Ve çünki bunların kalbleri kasvetlidir.  وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ ( 5:13 ) Hevaya inhimakleri, fesada meyilleri, hakka karşı kibr ü inadları pek kuvvetlidir. Enbiyayı tekzib ve katilde, isyan ü ihtilalde mümareseleri pek ziyadedir.

783- وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ Ve yine kasem olsun ki, bütün bu nâsın mü’minlere meveddetçe en yakını: “Biz Nasarayız” diyenleri bulacaksın. Gerçi bunlar da umumiyetle mü’min değildir. Ve mü’minlere adavet bunlarda da vardır. Fakat cins cinse mülahaza edildiği zaman, öbürlerinin adavette şiddeti ziyade, bunların da mü’minleri sevebilmek kabiliyeti ziyadedir. Yani onların meveddetleri ihtimali büsbütün yok değil, lâkin bunların meveddeti daha ziyade melhuz ve daha ziyade yakın bir ihtimaldir. Bunlarda iman kabiliyeti, ehl-i iman muhabbeti, öbürlerinden fazla bulunur.

ذٰلِكَ Bunların akreb bulunması şu sebebledir ki: بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ bunlardan  kıssîsler,  yani ilm ü  ibadetle meşgul keşişler وَرُهْبَانًا ve rahibler, yani âhiret korkusuyla manastırlarda nefislerini ezen taabbüdat ile meşgul târik-i dünyalar vardır. وَاَنَّهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ Bir de bunlar mütekebbir değildirler.  Mütevazi ve munistirler.» (E.T.1791)

784- Kur’an-ı Kerim’de: (2:121) (3:113, 114, 115, 199) (13:36) (28:52-55) ve emsali âyetler, ehl-i kitab’ın müsbet kısmının evsafını zikrederken, diğer pek çok âyetler de çoğunun yoldan çıktığını bildirir. (Bak: Kur’an 3:110)

Kur’an (4:159) âyetinde ehl-i kitabın, Hz. İsa’ya (A.S.) kabl-el mevt iman edecekleri bildirilir. (4:90) âyeti de mütecaviz olmayan gayr-ı müslime tanınan masuniyet hakkı ile alâkalıdır. Ehl-i kitabdan bazıları ise, müslümanları idlal etmek (Bak: Kur’an 3:69, 99; 4:44) hem de münafıklıkla aldatmak isterler. (Bak: Kur’an 3:72) (Bak: 3563.p.da âyet notu)

785- Mütecaviz dinsizliğe karşı İslâm Hristiyan ittifakı, asrımızın ehemmiyetli meselelerinden biri olmuştur. Bununla alâkadar olarak manidar bir hadiste şöyle buyruluyor:

سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ صُلْحًا آمِنًا وَتَغْزُونَ اَنْتُمْ وَ هُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ

İstikbalde Rum ile emniyeti te’min eden bir sulh akdedeceksiniz ve birlikte ikinize de muhalif olan bir düşmana karşı savaşacaksınız.»1 (Bak: 2305/1.p.)

Bu hadis-i şerif, beynelmilel dinsizlik ve anarşiliğe karşı, İslâm-Hristiyan ittifakını haber verirken, metindeki “Sulhen âminen” ifadesi, umumi huzur ve asayişi ciddi ihlal eden anarşizmden zımnen haber verir. Çünki manayı muhalifi ile anlaşılıyor ki; anarşizmin şiddetinden umumi emniyetin iadesine şiddetli ihtiyaç doğacak... yani, “emniyet sulhu”, emniyeti temin edebilmek için gereken kuvvete sahib olmak, ancak İslâm-Hristiyan ittifakıyla mümkün olacak, diye işaret eder.

Bununla beraber daha çok ittihad-ı İslâma ehemmiyet verilmelidir. (Bak: 1839.p.)

786- Aşağıdaki parçalar dahi bu hadis-i şerifin mana külliyetinden asrımıza bakan vechiyle alâkalı izahlardır. Şöyle ki:

«Şimdi ehl-i iman, değil müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf mes’eleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünki küfr-ü mutlak hücum ediyor.» (E.L.I.206)

«Hatta hadis-i sahihle âhirzamanda İsevîlerin hakiki dindarları, ehl-i Kur’anla ittifak edip müşterek düşmanları olan zendekaya karşı dayanacakları gibi, şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hristiyanların hakiki dindar ruhanileri ile dahi medar-ı ihtilaf noktaları, muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmiyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.» (L.151)

Bir atıf notu:

-Risale-i Nur’un müsbet mesleği sebebiyle, her sınıf insandan Nur mesleğine dehalet edenler oluyor, bak: 998.p.

787- «Ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki:

Bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünyanın, Hristiyanın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihad edip tabi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.» (E.L.I.58)

Ebu Davud’un naklettiği bir hadîs meâli şöyledir: «(Her asırda) ümmetimden bir topluluk kendilerine düşmanlık edenlere karşı üstünlük sağlıyarak hak uğrunda savaşmaya devam edeceklerdir. Nihayet onların en sonuncusu (olan topluluk) da mesih deccali öldürecektir.» (S.E.D. 2484. hadîs)

Hadîsin sonunda beyan olunan o taifenin sonuncusu hakkında şu izah verilmiştir: «Metinde kendilerinden, “En sonuncu topluluk” diye bahsedilen ve mesih deccali öldürecekleri ifade buyurulan topluluktan maksad, Hz. Mehdi ile İsa A.S. ve onların tâbileridir.» Aynı bahiste mesih kelimesi hakkında izah vardır. Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları adlı eserin 811. hadis sıra no.daki nakiller de aynı mes’eleyi te’yid etmektedir.

İslâm İsevî ittifakı için: 1513.p.da Hâşiye, 1725, 2039, 2166.p.lara bakınız.

 

1 T.T. ci: 4 hadis: 960; İ.M. 4089; Ebu Davud cihad: 156 ve melahim: 2, ibn-i Hanbel 4/91, 5/372, 9/40, 65

Yukarı Çık