878- EZELİYET ازلية : İbtidası ve başlangıcı olmamak. Ezelîlik.

Vacib ve ezelî olan, yalnız Allah’tır. Bütün mevcudatı o yaratmıştır. Yaratılan şeyler, ezelî olamazlar. Yani maddenin ezeliyeti iddia edilemez. Mutlak hiçlikten de kendiliğinden varlık olamaz. O halde vacib ve ezelî bir yaratıcının varlığı zaruridir. Çünkü: Maddenin ezeliyeti veya mutlak hiçlikten sebebsiz icad isbat edilemiyeceğinden üçüncü yol olan Vacib-ül Vücud’un varlığı zaruri olur. (Bak: Ayan-ı Sabite, Delil-i İhtira, Hudus, Zaman)

Birkaç atıf notu:

-Ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil, bak: 1903.p.

-Eşya ezelî olamaz, bak: 1358,229.p.sonu

-Sıfat-ı ezeliye âlemi, bak: 514.p.

879- «Sual: Bütün silsilelerin Hâlik-ın vücub-u vücuduna kat’i şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zahib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir?

Cevab: Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve batıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilali arayanlar içinde ihtiyar bir zat da bulunur. Bu zat, gökteki hilali görmek için bütün kasıd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilali araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zat derhal “Hilali gördüm” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır” diye hükmeder.

İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete malik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla batıla bakar. O batıl da ihtiyarsız, talebsiz, davetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-naçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur.

Fakat onun o batılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıt olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acib sanat eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalaletlere düşmüşlerdir.» (İ.İ. 89)

880- «Feya acaba! Vacib-ül Vücud’un lâzıme-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlerine sığıştıramıyan, nasıl oluyor da, herbir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? » (M.N. 253)

«Maddiyun denilen bir kısım ehl-i dalalet, zerrattaki tahavvülat-ı muntazama içinde hallakıyet-i İlahiyenin ve kudret-i Rabbaniyenin bir cilve-i azamını hissettiklerinden ve o cilvenin nereden geldiğini bilemediklerinden ve o kudret-i Samedaniyenin cilvesinden gelen umumi kuvvetin nereden idare edildiğini anlıyamadıklarından, madde ve kuvveti ezelî tevehhüm ederek, zerrelere ve hareketlerine âsar-ı İlahiyeyi isnad etmeye başlamışlar. Fesübbanallah! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber herbir yerde herbir şeyin icadında herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve eserleri camid, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız ve tesadüf fırtınaları içinde çalkanan zerrata ve harekâtına vermek, ne kadar cahilane ve hurafetkârane bir fikir olduğunu, zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir. Evet bu herifler, vahde-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler, yani bir tek İlahı kabul etmedikleri için, nihayetsiz ilahları kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yani bir tek Zat-ı Akdes’in hassası ve lâzım-ı zatîsi olan ezeliyeti ve hâlikıyeti, bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından o hadsiz, nihayetsiz camid zerrelerin ezeliyetlerini, belki uluhiyetlerini kabul etmeye mesleklerince mecbur oluyorlar...» (L.342)

İşte Vacib-ül Vücud bir Hâlik-ı kabul etmeyen maddeciler, böyle garip mantıksızlığa düşüyorlar. Hatta maddenin ezeliyetini iddia etmeleriyle maddeye hâlik aramazlarken, mantığa bedaheten aykırı olarak ve rivayette de bildirildiği gibi (Bak: 2761.p.) Hâlik’a hâlik ararlar.

Yukarı Çık