636- DARWİNCİLİK دارِوينجيلك : (Fr. Darwinisme) 19. yy.da yaşamış İngiliz tabiatçısı Darwin’in ileri sürdüğü bâtıl bir nazariyedir. “Evrim teorisi, tekâmül nazariyesi” adıyla da anılan bu görüşe göre, insan dahil, bütün canlıların başlangıçta tek hücreli canlı olarak meydana geldiklerini, sonra tesadüfen nesilden nesile farklılaşıp başkalaştığını, bu tesadüfi değişikliklerden çevre şartlarına uygun olanlara sahip canlıların yaşadığını, diğerlerinin yok olduğunu, böylece canlıların gittikçe mükemmelleşerek bugünkü şekle girdiğini iddia eder. Bu iddianın ortaya atıldığı zamanlarda, canlı hücrenin kimyevî ve genetik yapısı, yani canlılarda kendi hususiyetlerinin nesline geçmesi için hücrenin çok hassas bir kaderî proğrama sahib kılındığı bilinmiyordu.
637- Darwincilik ve tekâmül teorisi, 19.yy.da maddeciliğin yeni felsefi kılıklara girerek canlanmaya başladığı sıralarda ileri sürülmüş, bilgi noksanlığına veya bazan da aşağıda görüleceği gibi, kasıtlı tahriflere dayanan bir iddiadır. O zaman diğer aşırı ve yıkıcı cereyanlar gibi bu cereyanın temsilcileri ilmî isbattan uzak, bir takım kabullere dayanıyorlardı. Teorileri, ilmî tecrübe ve araştırma neticeleri ile asla teyid edilmemiştir.
Buna rağmen Yeni darwincilik gibi isimlerle müdafaasına devam edilmesi maksadlıdır. Teorinin müdafilerinin maddeci olması dikkat çekicidir. Maddecilik, biyolojik tekâmül teorisine, kendi görüşünün ayrılmaz bir parçası sayarak sahip çıkmaktadır. Çünki görüşleri dine karşıdır. Maddeci insan telakkisi insanı ruhsuz, değersiz, başıboş, sahipsiz, tesadüflerin ve maddenin esiri olarak görür. Maddeci cereyanlar tekâmül nazariyesini, ilmen doğruluğuna inandıklarından değil, daha çok ideolojik maksadlarına uygun geldiği için müdafaa ederler. Bunlardan bazılarının da teorilerinin ilmen isbatının yapılamadığını itirafa mecbur oldukları görülmektedir.
638- Darwincilik teorisi, aslında ilim çevresine sahtekârlıkla sokulmuştur. Çeşitli misallerinden bir-iki örnek verelim:
1912 yılında İngiltere’de Piltdown’da sözde insanın maymun soyundan ceddine ait olduğu iddia edilen fosil (kalıntı) bulunmuştur. İnsan kafatasına kasden maymuna ait çene kemiği monte edilmiş, dişler de eğelenmek suretiyle çene kemiğindeki yerlerine yerleştirilmiş. Sahtekârlığın anlaşılmaması ve güya 500 000 yıl öncesine ait olduğu zehabını uyandırmak için potasyum dikromat ile sun’i olarak lekelendirilmiş.
Darwinci sözde ilim adamları, bu düzmece fosile dayanarak kırk yıl boyunca “İnsanın maymun soyundan atası” diye makaleler yazmış ve konferanslar vermişlerdir. Sahtekârlık 1950 yılından sonra fluor testleriyle yapılan araştırmalar sonunda ortaya çıkmıştır. Bu örnek, maddeci görüşün gayesi istikametinde nelere baş vurabileceğini göstermesi bakımından mühimdir.
639- Başka bir misal de şudur:
1922 yılında Nebraska’da bir azı dişi bulunmuş ve hemen “Nebraska adamı” diye adlandırılıp güya insanın maymun soyundan gelme bir atasına ait delil kabul edilerek neşriyata başlanmıştır. Yıllar sonra bu dişin bir domuza ait olduğu anlaşılmıştır. (Gregory, W.K. Sience, cild 66, 1927 yılı)
Bugün artık ideolojik saplantısı olmıyan ilim adamları Darwinciliği reddetmektedir. Reddiyeleri, Darwincilerin yaptığı gibi sahtekârlığa, keyfi ve indî düşüncelere değil, ilmin bugünkü neticelerine dayanmaktadır. İlmî çalışmaların gelişip ilerlemesi, mezkûr teorinin ne kadar hatalı ve bâtıl olduğunun daha geniş çevrelerce anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
Daha fazla bilgi için bak: Evrim Teorisi Hakkında Rapor Özeti, T.C. Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı, M.E. Basımevi-Ankara, 1985.
640- Hülasa etmek icab ederse, Prof. Gish’in dediği gibi:
“Bütün jeolojik delillerden anlaşılan şudur ki, yeryüzünde hayat kompleks (karmaşık) yapıdaki canlılarla başlamıştır. Evrimcilerin ileri sürdüğü gibi, tedricî bir gelişme söz konusu değildir. Fosillerden (eski canlı kalıntılarından) elde edilen neticeler, Jeoloji’de Paleozoik denilen 1. zamanın başlangıcı “Kambriyum” devrindeki hayvanların kendilerinden daha basit yapılı canlılardan değil, doğrudan kendi yapılarıyla yeryüzünde göründüklerini ortaya koymaktadır. Bundan başka büyük canlı grupları veya bölümleri arasında geçiş şekilleri olarak dikkate alınabilecek bir tek fosil dahi bulunamamıştır. Dolayısıyla mercanlar mercan ve ahtapotlar da ahtapot olarak hayata başlamıştır.”
Darwincilik, diğer bâtıl felsefeler gibi, maddecilik bataklığına saplanan Batı’nın sapık düşünce sisteminden kaynaklanan bir iddiadan ibarettir. Zoraki devamına çalışılması ideolojik maksaddan ileri gelmektedir. Bu görüş, ne insan, ne insanlığa hiçbir hayır ve ulvî gaye telkin etmedikten başka aksine, insanı ve insanlığı aşağılatıcı mahiyettedir. (B. Sami Sağbaş, Felsefe Öğretmeni) (Bak: Delil-i İhtira ve 94. p.)
641- Herbir nev’in kendisine has bir mahiyeti ve hususiyetleri vardır. O mahiyet, başka nev’e değişmez. Yani tedricî tekâmül ile nar, elma olmaz. Fare, kedi fıtratına dönmez. Hiç bir hayvan da, insan mahiyetini alamaz. Çünki meselâ: Yeni doğan bir çocuk, hiç bir kimseyle görüştürmeden yanında hiç konuşulmadan büyütülse, konuşamıyan ve düşünemiyen bir hayvan vaziyetinde olur. Hatta semavî dinler gelmeseydi, insan bir nevi hayvan olarak kalacaktı. (Bak: 143.p.) Fakat bu aynı şahıs, cemiyet hayatına temas ettirilse; konuşmayı, düşünmeyi ve diğer insanî hususiyetleri tedricen kazanır. Yani mahiyetinde ve ruh yapısında konulan insanî hususiyetler ve istidadlar inkişaf eder. Çünki insanın ruh yapısında, asıl mahiyetinde insan olabilmek mânevi proğramı vardır. Fakat bir hayvan olan kedi, aile içinde olduğu halde daima kedidir, insan olamaz. Çünki mahiyeti kedidir.
Ruhundaki kaderî proğram, kedilik proğramıdır. Demek Allah’ın herşeyde koyduğu kanunlar gibi, enva’ arasında bulunan mübayenet-i mahiyet kanunu da tebeddül etmez. O halde her bir nev’in ilk başlangıcı, bir ferd olup, bu ferd kendi nev’inin mahiyet ve hususiyetlerine sahip kılınmış ve tekâmül ettirilerek son kemâl mertebesine getirilmiş, bu haliyle nev’inin ilk Âdem-i mânasında başlangıcı olmuştur. İlk yaratılan bu ferdin neslinin devamı ve çoğalması da yine Allah’ın hikmeti ile tenasül kanununa bağlanmış-tır. Âlemde câri olan kanun-u küllî budur. Şu kadar var ki; her nev’in ilk başlangıcı olan ferdler, vücud yapısı kemal mertebesine gelinceye kadar Allah’ın Hakîm ve Sani’ gibi isimlerinin iktizası ve tecellisiyle terakki devreleri geçirirler. Meselâ Kur’anda: (15:26) مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَ۬أٍ مَسْنُونٍۚ âyetini, Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinden telhisen nakledersek: Salsal: Tıngırdar kuru çamur; Hame’: Uzun müddet su ile yumuşayıp tagayyür etmiş kokar çamur; Mesnun: Mütegayyer, dökülmüş bir suret ve misal üzerine musavver demektir..
Evvela salsal sonra da ondan bir suret-i mahsusaya ifrağ olunup, insan mayasını teşkil etmiş olan (Hame-i mesnun) yapılmış ve insan ondan halk ve tesviye edilmiş olur... şeklinde izahat veriliyor.
642- İnsandan başka olan zihayat enva’ın ilk ferdleri de mezkûr âyetin bildirdiği kaidenin şümulünde düşünülür. Zira zihayat enva’ ile insan arasında hayatiyette müşterekiyet olup, ancak mahiyetlerinde mübayenet vardır. Yani insanın ruhî yapısı, nihayetsiz terakki ve tedenniye müstaid olup kuva ve hissiyatına fıtrî had konulmamıştır. Hayvan ise fıtrî had altındadır.
İnsanlar bedenen az, ruhen çok farklı; ve hayvanlar ise aksine bedenen çok, ruhen az farklı olmaları gösteriyor ki, insan ruhen tekâmül için bu dünyaya gönderilmiştir. Bu hakikat Mesnevi-i Nuriye tercümesiyle şöyle ifade ediliyor:
«İnsanın fıtratında acib bir hal: İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır. Amma manen ve ruhen, aralarında zerre ile şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ: Balık ile kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar. En küçüğü en büyüğü gibidir. Çünki insanın kuvve-i ruhiyesi tahdid edilmemiştir. Enaniyet ile o kadar aşağıya düşer ki, zerreye müsavi olur. Ubudiyet ile de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın güneşi olur. Hz. Muhammed (A.S.M.) gibi.» (M.N.128)
Demek ki ilk insan ve dolayısıyla her bir nev’in ilk ferdi çok uzun bir zamanda istihalelerden geçirtilerek (Bak: 95.p.) vücud yapıları hikmet-i Rabbaniye ile kemal mertebesine getirilmiştir. Ancak bundan sonra diğer nevilerden farklı olarak insanın terakkisi vücud yapısında değil, mahiyetindeki istidadların inkişafında cereyan et-mektedir.
643- İlim ve din hakikatlarına zıd giden Darwinci tekâmül nazariyesinin butlanı şu açıklamadan daha iyi anlaşılır:
«İlm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, envaın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin dâire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zaruridir. Çünkü bu nevi’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’ilerin başka nevi’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nevi’den doğan nev’, alelekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar; tenasül ile bir silsilenin başı olamaz.
Hülasa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei, en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir.» (İ.İ.88)
644- Netice olarak en mühim bir nokta şudur: Kur’anın hükmüne zıt olan herhangi bir nazariyeyi kabul etmek, imanla bağdaşmaz ve imanda ihtiyat kaidesine de zıt düşer. Çünki hiçbir nazariye, kat’iyet ifade etmez. Eğer kat’iyet ifade etse, nazariye olmaz. Müsbet fenlerin kat’i hükümleri gibi, bütün insanlar aynı hükmü kabul de müşterek bulunurlar.
İşte bütün ehl-i aklın müşterek olduğu bu kaide ile, Darwin’in iddiası ele alınınca şu neticeye varılır: Bu iddia bir nazariyedir, hem de çok zayıf bir nazariyedir. Nitekim, yukarıda bazı örnekleri görüldüğü gibi çok ehl-i ilim bu nazariyeyi çürütüp reddetmişlerdir. Esasen darwincilik gibi bir nazariyeyi kabul etmek, imanda ihtiyat kaidesine aykırıdır. Halbuki insan en basit bir meselede dahi ihtiyatla hareket eder. Evet, dine aykırı olan bir nazariyeyi kabul etmemekte madem hiç bir mes’uliyet ve hiçbir zarar ihtimali yoktur ve kabul etmekte ise, dine aykırı olduğu cihetle, sonsuz ceza ve mes’uliyet vardır. Şu halde dine aykırı bir nazariyeyi kabul etmek, akl-ı selîme ve mantığa da aykırı düşer. (Bak: 1632.p.)
Allah’ın kâinatın hâlikı ve sâni’i olduğunu kabul etmeyen bâtıl cereyanlarda olduğu gibi, Darwin nazariyesinin de temelinde, her şeyin tesadüf ve tabiatın eseri olduğu anlayışı vardır. Bu itibarla gayet hikmetli, sanatlı ve nizamlı eserlerin, tesadüf ve şuursuz tabiatın eserleri olamıyacağını isbat eden deliller, dolayısıyla Darwin nazariyesinin de çürüklüğünü isbat eder demektir. (Bak: 116, 117, 232-239, 4081- 4086.p.lar)
Darwinciliği müdafaa edenler hakkında akla gelen bir fikir de şu olabilir ki: 2353. paragrafta izah edildiği gibi; Allah ceza olarak geçmişte bazı kavimleri maymun suretine çevirmiş olduğuna binaen, bu nazariye taraftarları bu mesh hâdisesine ruhen yakın düşüp, mezkûr cereyanın müdafaacısı olabilirler. (Bak: Mesh)