3734- TELEVİZYON تله ويزيون : Elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla hareketli ve hareketsiz şekilleri, resimleri ve sesleri uzaklara nakletme teknolojisi ve alıcı cihazı. (Bak: Musiki)
Kur’an (27:40) âyetinde, ses ve suret nakleden televizyon ve radyo gibi keşfedilen âletlere işaret ederek (Bak: 1155.p) bu âletlerle cemiyet hayatını mürakabe ile tam adalet yapmak için teşvik eder.
«Meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, Taht-ı Belkis’i yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim” olan hâdise-i hârikaya delalet eden şu âyet:(27:40)
قَالَ الَّذِى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ
ilâ âhir... işaret ediyor ki: Uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek mümkündür. Hem vakidir ki: Risaletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, hem masumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzat zahmetsiz muttali olmak ve raiyyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek; bir mu’cize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek Cenab-ı Hakk’a itimad edip Süleyman Aleyhisselâm’ın lisan-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisan-ı istidadiyle Cenab-ı Hak’tan istese ve kavanin-i âdetine ve inayetine tevfik-i hareket etse: ona dünya, bir şehir hükmüne geçebilir. Demek Taht-ı Belkıs Yemen’de iken, Şam’da aynıyla veyahut suretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleri ile beraber sesleri de işitilmiştir. İşte uzak mesafede, celb-i surete ve savta haşmetli bir surette işaret ediyor ve manen diyor:
Ey ehl-i saltanat! Adalet-i tamme yapmak isterseniz; Süleymanvari ruy-i zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünki bir hâkim-i adaletpişe, bir padişah-ı raiyetperver; aktar-ı memleketine her istediği vakit muttali olmak derecesine çıkmakla mes’uliyet-i maneviyeden kurtulur veya tam adalet yapabilir.
Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle manen diyor ki: “Ey benî-Âdem! Bir abdime geniş bir mülk ve o geniş mülkünde adalet-i tamme yapmak için; ahval ve vukuat-ı zemine bizzat ıttıla veriyorum ve madem herbir insana, fıtraten zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre ruy-i zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidadını dahi vermesini, hikmetim iktiza ettiğinden vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de nev’an yetişebilir. Maddeten erişemezse de, ehl-i velayet misillü manen erişebilir. Öyle ise şu azîm ni’metten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubudiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki; ruy-i zemini her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz. (67:15)
هُوَ الَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فِى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ
deki ferman-ı Rahmanîyi dinleyiniz.”
İşte beşerin nazik san’atlarından olan celb-i suret ve savtların çok ilerisindeki nihayet hududunu şu âyet remzen gösteriyor ve teşviki işmam edi-yor.» (S.256-258)
Yukarıdaki bahiste beyan olunduğu üzere, cemiyeti umumen murakabe ile adaleti ikame ve asayişi te’min etmeğe işaret eden mezkûr (27:40) âyetinin mana-yı küllîsinden asrımıza bakan vechinde şöyle bir işaret olabilir:
Âhirzaman fitnesinden sonra içtimaî hayatta küllî ve ekmel bir faziletin inkişafından daha çok, -Kastamonu Lahikası’nda da ifade edildiği gibi (hayat ve iktisadiyat cihetinde) mes’udane ve (fazilet cihetinde de) dindarane haletler ve vaziyetler... (K.L.26) beklenebilir.
3735- Yani müsbet yolda kullanmak şartıyla, televizyon gibi keşfiyat-ı fenniyenin daha mütekâmil ve ileri hududu keşfedilse, bütün cemiyet ahvalini her an kontrol edebilme mümkün olur. Bunun neticesi olarak da kimse kimseye zarar veremez. Hattâ yırtıcı hayvanlar yani anarşistler dahi inzibat altına alınır ve içtimaî sükûnet ve sulh-u umumî temin edilir. (Bak: 1000/3.p.)
Bediüzzaman Hazretleri istikbalde gelecek iyiliği müjdeleyen diğer bir ifadesi de şöyledir: “Eşhastan kat-ı nazar nev’î ve umumi hüsün ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir.” (Mu:41)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: «Yırtıcı hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kamçısının ve ayakkabısının bağı, adama konuşmadıkça ve uyluğu, ailesinin kendisi bulunmadığı sırada ne yaptığını kendisine söylemedikçe kıyamet kopmayacaktır.» (T.T. cild:5, Hadis No: 996) Bu hadisin işarî bir manası, mevzumuzla alâkalı olsa gerektir. R.E. 143/4. hadis de aynı mealdedir.
3736- Televizyon ve radyo gibi âletler, birer ihsan-ı İlahî olduklarından bu âletlere bir şükür olarak hayırlı ve faydalı şeylerde kullanmak gerektir. Evet «hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi (35:10)اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ âyetinin sırrıyla, güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlı kelimelerin kalem-i Kaderin istinsahıyla ve izn-i İlahî ile intişar etmesiyle bütün küre-i havadaki melaike ve ruhanilere işittirmek ve Arş-ı A’zam tarafına sevketmek için Kudret-i İlahî kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktır.
Madem havanın kudsi vazifesinin, hikmet-i hilkatinin en mühimmi budur. Ve ruy-i zemini radyolar vasıtasıyla bir tek mezil hükmüne getirip nev’-i beşere pek büyük bir ni’met-i İlahiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer bu pek büyük ni’mete karşı, bir umumi şükür olarak o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan Kelâmullah’ın, başta Kur’an-ı Hakîm ve hakikatları ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zaruri menfaatlerine dair kelimatları olmalı ki o ni’mete şükür olsun; yoksa ni’met böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşer.
Evet beşer, hakikata muhtaç olduğu gibi bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem beşerin tenbelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerin noksan bırakılmasına sebebiyet verip beşere büyük bir ni’met iken, büyük bir nıkmet olur. Beşere lâzım olan sa’ye şevki kırar.
Şimdi gözümün önündeki makinecik ve radyo kabı, Kur’anı dinlemek için odama getirilmişti. Baktım, on hissede bir hisse kelimat-ı tayyibe veriliyor. Bunu da bir hata-yı beşerî olarak anladım. İnşaallah beşer bu hatasını tamir edecek. Ve bütün zemin yüzünü bir meclis-i münevver, bir menzil-i âli ve bir mekteb-i imanî hükmüne geçirmeğe vesile olan bu radyo ni’metine bir şükür olarak beşerin hayat-ı ebediyesine sarfedilecek kelimat-ı tayyibe, beşte dördü olacak.» (N.A. 20) (Bak: 2286.p.)
Bir atıf notu:
-Radyo gibi vasıtalarla yapılan şaşırtıcı telkinler, bak: 3409, 3410. p.lar.
3737- Radyo ve televizyon gibi âletler, dinî ve ahlâki hayata aykırı olarak günah ve haramlarda kullanıldıkları zaman; din, bu âletlere haram hükmünü verir. Bu âletler ekseriyetle din, ahlâk, ilim ve maslahat-ı beşeriyede kullanılırsa, birer nimet-i İlahiye olurlar.
3738- Asrımızda bu gibi âletler, ekseriyetle haram yolda, zevk ve sefahet âleti olarak kullanıldığı cihetle, müslüman ailelerde büyük manevi zararlar verebilmektedir. Hele imanın asgari hududunu korumak için gerekli olan “haramı haram bilmek” kaidesiyle; bu gibi âletlerde devamlı görülen günah tablolarına ünsiyet ve alışkanlıkla bir kısım ailelerde haramiyetini unutmak tehlikesi, en çok endişe edilen cihetidir. Bu sebeple televizyonun ve emsali âletlerin günah ve zararlarından ikaz için hassasiyet gösterilmeli ve hafife alınmamalı ve bu âletler, fiilen teşvik tarzında misafir odalarında konulup, gelen gidenlerin görecekleri şekilde teşhir edilmemelidir. Çünkü hem teşvik vebali, hem de zamanla ünsiyet kazanarak günahlara karşı hassasiyet ve günahtan içtinab hissi zail olur. Ve “musibet-i amme hata-yı umumiyeden doğar” kaidesiyle, böylece hata-yı umumiye meydana gelir. (Bak: Musibet-i Amme)
Hem günahı ibahe etmek gibi bir anlayışa ve hisse ve dolayısıyla fasık-ı mütecahirliğe kapı açar. (Bak: Fasık-ı Mütecahir)
Sinema ve televizyon gibi âletlerde en çok zararlı ve haram olan taraf ise, açık-saçık kız ve kadınların gösterilmesi ve bakılmasıdır ki maneviyatı geniş ölçüde tahrip eder. (Bak: Nazar-ı Haram)
Atıf notları:
-Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerin tahrimi, bak: 4042.p. sonu
-Edebiyatın üç sahasında menfi fikriyatı neşir vasıtlarının tahrimi, bak: 763-766.p. lar.
-Şerre dua mes’elesi, bak: 704.p. ve devamı