3384- SILA-İ RAHM صلهء رحم : Mütedeyyin hısım akrabayı ziyaret etme, onlarla müsaid şartlarda ve meşru dairede görüşme ve mektuplaşma; alâkayı devam ettirme. *Akrabanın kusurlarını afvetme.
“Kadı İyaz’ın beyanına göre sıla-i rahmin birbirinden faziletli dereceleri vardır. Bu derecelerin en aşağısı, akrabayı terk etmeyerek onlarla konuşmak veya hiç olmazsa selâm göndermek suretiyle sılada bulunmaktır. Sıla-i rahim kudret ve ihtiyaca göre değişir ve yerine göre bazan vacib, bazan müstehab olur...
Kurtubî, sıla-i rahmin umumi ve hususi olduğunu söyler. Umumi sıla-i rahim dinîdir ve din kardeşini sevmek, ona nasihatta bulunmak, ona karşı adalet ve insaflı olmak, gerek vacib gerekse müstehab bütün haklarına riayet etmekle yapılır. Hususi olan ise, bundan fazla olarak akrabaya nafaka vermek, vakti, hali olup olmadığını soruşturmak ve kusurlarını görmezden gelmek gibi şeyleri de hesaba katmakla olur. İbn-i Ebi Cerre’ye göre sıla-i rahmin geniş manası: Mümkün olan hayrı yapmak ve elden geldiği kadar kötülüğü defetmektir.
Bütün bunlar müslümanlar hakkındadır. Kâfirlere, fâsıklara gelince; kendilerine nasihat kâr etmediği takdirde onlarla alâkayı kesmek icabeder... (Bak: 3563. p.da bir âyet notu) (Aile efradı arasında itaat, meşruiyet şartına bağlıdır, bak: 178-180. p.lar)
Bülkinî, ebeveyne isyanı izah ederken şöyle diyor: “O halde itaatsizlik, başkasına yapılmış olsa küçük günahlar cümlesinden sayılacak haram bir eziyeti, evladın ebeveyninden birine yapmasıdır. Bu suç onlara karşı büyük günah olur. Keza evladın, cihad gibi kendisine vacib olan şeylerden başka bir hususta nefsinin veya bir uzvunun telefinden korkarak ebeveyninin emir ve nehiylerine karşı gelmesi veya onlara meşakkat veren yolculukta kendisine farz olmayan bir şey hakkında muhalefette bulunması, ilim tahsili ve kazanç gibi faydalı şeylerden başka bir hususta onları uzun zaman terketmesi, onlara hürmet ve ta’zimde bulunmaması da onlara isyandır. zira ebeveynden biri geldiği vakit evladı ayağa kalkmaz veya yüzünü ekşitirse bu hareket başkalarına karşı bir suç sayılmamakla beraber, anne babaya karşı itaatsizliktir.”...
Ekser-i ülemaya göre ise anne baba, evladının bulunmamasından bir zarar görmiyecekse farz-ı kifaye olan ibadetler, hatta bazılarına göre mendublar bile onların rızası olmadan eda edilebilir.” (B.M. ci. 4, sh: 341-345)
3384/1- Sünen-i İbn-i Mace, sıla-i rahim hakkında şu bilgileri verir:
“Sıla-i rahim, kişinin akraba ile alâkalanıp onlara karşı üzerine düşen iyiliği yapmasıdır. Tuhfe yazarı Tirmizi’nin “Sılatü’r-Rahim” babında yukardaki bilgiyi verdikten sonra şöyle der: İbn-i Ebi Cemre demiştir ki: Sıla-i rahim, akrabaya malî yardımda bulunmak, ihtiyaçlarını gidermek, başlarına gelmesi muhtemel zararı defetmek, güler yüz göstermek ve dua etmekle olur. Hülasa, mümkün olan her iyiliği yapmak ve şerri defetmek gayretini göstermektir. Akraba kısmı dürüst ve dindar olduğu müddetçe mezkûr iyi münasebetler devam ettirilmelidir. Şayet kâfir veya fâsık, yani kötülüklere dalan tiplerden olursa önce gerekli nasihat yapılır, yollarının yanlış olduğu anlatılarak doğru yola yönelmelerine gayret edilir. Buna rağmen akraba durumundaki kişi veya kişiler kendilerine çeki ve düzen vermedikleri takdirde olumsuz tutum ve davranışları gerekçe gösterilerek onlarla münasebet kesilir. Bu kesinti, Allah yolunda olduğu için sıla-i rahim sayılır. (Bak: 983/1.p.) Alâkayı kesmekle beraber doğru yola yönelmeleri için Allah’a dua etmeye de devam edilir.” (İ.M. ci.9, sh: 454)
3384/2- Kurtubi’nini yukarıda nakledilen izahatında bir nebze tebarüz ettiği gibi sıla-i rahim, dar ve basit manada yani gurbette iken zaman zaman vatanına dönüp ebeveynin ve yakınlarının gönlünü almaktan ibaret değildir. Mana ve şümulü çok daha geniş ve derindir. Fıtrî alâkalara dayanan aile ef-radı arasındaki vicdanî ve manevî yakınlık ve irtibattan (Bak: 156, 2862, 2863, p.lar) ta bütün mü’minler arasındaki uhuvvet-i maneviye hisleriyle hasıl olan kudsî ve hasbî rabıtalara kadar şümulü vardır. (Bak: 3878/1. p.)
Evet müslümanlar arasında salih komşulardan köy, şehir, memleket ve âlem-i İslâma kadar irtibat ve alâkalar vardır. Böylece hem her türlü ehval-i dünyeviye ve a’da-i İslâma karşı bu büyük uhuvvetin maddi ve manevi kuvvetiyle dayanılabilir. (Bak: 530, 530/1. p.lar) Hem teavün kaidesiyle ihtiyacat-ı muhtelife, sühuletle te’min edilebilir, hem bu hal ile insanlığa yakışan müslümanların ve müslümanlığın şahsiyeti tezahür ve tahakkuk eder.
Nitekim bir hadiste şöyle buyuruluyor:
اِنَّ اَهْلَ الْبَيْتِ اِذَا تَوَاصَلُوا اَجْرَ اللَّهُ عَلَيْهِمُ الرِّزْقَ وَكَانُوا فِى كَنْفِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
“Bir aile halkı, birbirini yokladıklarında, Allah onların rızkını geniş ve kolay kılar ve onlar Allah’ın daire-i himayesi altında bulunurlar.” (R.E. 118)
Diğer bir hadis mealen şöyledir:
“Sıla-i rahim Rahman’dan bir şubedir. Kim onu bitiştirirse (vaslederse) Allah’ı sıla etmiş demektir. Ve kim de onu keserse, Allah’la arasını açmış demektir.” (R.E. 209)
3384/3- Sıla-i rahim ile alâkalı âyetlerin tefsirlerinden aldığımız aşağıdaki izahlar, mananın vüs’at, derinlik ve şümulünü gösteriyor:
“(13:20) Allah ahdini ifa ederler. Sure-i A’raf’da: اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ
(7:172) وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓى اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ
âyetinde beyan olunduğu vechiyle Allah Teala’nın rububiyetini i’tiraf etmek üzere nefislerinde fıtratlarıyla taahhüd ettikleri tevhid ahdini vefa ederler. (13:20) وَلاَ يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ Ve o misakı bozmazlar. Binaenaleyh Allah’a karşı verdikleri hiç bir sözden caymaz, taahhüdlerini, yeminlerini bozmazlar.
وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ Ve Allah’ın vaslını emrettiği şeyleri vaslederler, hukuka riayet ederler. Ki enbiyanın, verese-i enbiya olan ülemanın, erham ü akrabanın, komşunun ve bütün mü’minlerin ve hatta zimmeti bulunan alel’umum insanların ve kedisine, tavuğuna varıncaya kadar herhangi bir hakkı taalluk eden hayvanat ve belki nebatat ve eşyanın hukukuna riayet mes’eleleri hep burada dahildir.” (E.T. 2978)
“(2:27) وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ Bu cümledeki emir, iki kısımdır. Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tabir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
Diğeri, emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ; ilmin i’tası, manen ameli emrediyor; zekanın i’tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekayı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen te’sis edilen muvasala hattını kesiyorlar.” (İ.İ. 174)
İşte sıla-i rahmin bu şümullü manasındandır ki, kat’-ı sıla-i rahm mubikat-ı seb’aya dâhil olmuştur. (Bak: Mubikat-ı Seb’a)
3384/4- Sıla-i rahmin dar manasındaki bir tatbikatı olarak, kişinin kendi memleket ve ebeveynini ziyaretle sıla-i rahim yapması, bu kişinin, manevi bir cihad olan dine hizmet vazifesine sekte oluyor ve bu hizmeti aksıyorsa, böyle bir sıla-i rahim, ülema-i İslâmın beyanları vechile gerekmemektedir. Ezcümle, Bediüzzaman mühim bir talebesine gelen bir şefkat tokadını şöyle değerlendiriyor:
“Hizmet-i Kur’aniyenin pek mühim bir azası olan Hulusi Bey, Eğridir’den memlekete gittiği vakit saadet-i dünyeviyeyi tam zevkettirecek ve te’min edecek esbab bulunduğundan, bir derece sırf uhrevi olan hizmet-i Kur’aniyede fütura yüz göstermeğe dair esbab hazırlandı. Çünki hem çoktan görmediği peder ve validesine kavuştu, hem vatanını gördü, hem şerefli rütbeli bir surette gittiği için dünya ona güldü, güzel göründü. Halbuki hizmet-i Kur’aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Ta ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’aniyede bulunsun.
İşte Hulusi’nin kalbi çendan lâyetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fütura sevkettiğinden şefkatli tokat yedi. Tam bir iki sene bazı münafıklar ona musallat oldular. Dünyanın lezzetini de kaçırdılar. Hem dünyayı ondan, hem onu dünyadan küstürdüler. O vakit vazife-i maneviyesindeki ciddiyete tam manasıyla sarıldı.” (L.42)
Görüldüğü gibi sıla-i rahmin hakikatı şümullü olduğu gibi, tatbikatı dahi şartlarla mukayyeddir.
Ehadiste sıla-i rahme ait bahisler vardır. Ezcümle: Buhari, 78. Kitab-ül edeb, 10-16. babları ve S.M. 45. Kitab-ül Birr, 6. babı ve Ebu Davud, 9. Kitabüzzekat, 45. babı örnek verilebilir.