3834- TEVHİD توحيد : Birleme. Bir Allah’tan başka ilah olmadığına inanma. Her yerde ve her şeyde Allah’tan başkasının te’sir ve hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak. *Edb: Allah’ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume. *Kelime-i Tevhid olan لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ sözünü tekrarlamak ki, buna tehlil de denir. Kelime-i tevhid bu şekli ile aynen Kur’anda (37:35) (47:19) âyetlerinde geçer. Az farklı ibarelerle Kur’anın muhtelif yerlerinde zikredilir. Hadis kitablarında ise, tevhid ve tesbih bölümlerinde çok yer verilmiştir. (Bak: Hanif, Şirk, Tecdid-i İman, Yakîn)
3835- «Tevhid iki kısımdır. Meselâ: Nasılki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zatın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir. Biri icmalî, amiyanedir ki: “Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahib olabilsin.” Fakat böyle ami bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahib çıkabilir. İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, herbir top üstünde turrayı tanır, herbir ilan üstünde mührünü bilir bir surette “Herşey o zatındır” der. İşte şu halde herbir şey o zatı manen gösterir. Aynen öyle de: Tevhid dahi iki çeşittir.
Biri: Tevhid-i ami ve zahirîdir ki “Cenab-ı Hak birdir, şeriki naziri yoktur. Bu kâinat onundur.”
İkincisi: Tevhid-i hakikidir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hatem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya herşeyden onun nuruna karşı bir pencere açıp onun birliğine ve herşey onun dest-i kudretinden çıktığına ve uluhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir veçhile, hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir.» (S.292)
3836- «Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, tevhid ve ferdiyeti pek çok tekrar ile, kuvvetli bir hararetle, yüksek bir halavetle ders verdiği gibi, bütün enbiya ve asfiya ve evliya en büyük zevklerini ve saadetlerini kelime-i tevhid olan لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ da buluyorlar.» (L.326) (Bak: 4100.p.)
«Hem kelime-i tevhidde azamet-i kibriya ve celal-i Sübhanî ve saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye tahakkuk etmesi içindir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etmiş:
اَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ
Yani: “Ben ve benden evvel gelen Peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, Lâ İlahe İllallah kelâmıdır.» (Ş.9)
«İmam-ı Azam demiş: لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ tevhide alem ve isimdir.» (M.341)
«Tevhid, yalnız tasavvurdan ibaret bir marifet değildir. Belki, ilm-i mantıkta, tasavvura mukabil ve ma’rifet-i tasavvuriyeden çok kıymettar ve bürhanın neticesi olan ve ilim denilen tasdiktir. Ve tevhid-i hakiki öyle bir hüküm ve tasdik ve iz’an ve kabuldür ki; her bir şeyle Rabbini bulabilir ve her şeyde Hâlikına giden bir yolu görür ve hiç bir şey huzuruna mani olmaz.» (Ş.154)
3837- Tevhid bütün enva-ı şirki reddeder. Zira «halk-ı eşya hakkında “mucibe-i külliye” sadık olmadığı takdirde “salibe-i külliye” sadık olur. Yani ya bütün eşyanın Hâlikı Allah’tır veya Allah hiç bir şey’in hâlikı değildir. Çünki eşyanın arasında muntazam tesanüd ile halk ve yaratmak, tecezziyi kabul etmez bir külldür, baziyet yoktur. Ya mucibe-i külliye olacaktır veya salibe-i külliye olacaktır. Başka ihtimal yok. Her şeyde illetin ademini tevehhüm eden vehmin vahi hükmünde bir kıymet yok. Binaenaleyh edna bir şeyde Hâlikıyet eseri göründüğü zaman, bütün eşyada tahakkuk eder.
Ve keza Hâlık ya birdir veya gayr-ı mütenahidir, evsat yoktur. Zira Sani’ vâhid-i hakiki olmazsa, kesîr-i hakiki olacaktır. Kesîr-i hakiki ise gayr-ı mütenahidir.» (M.N. 183)
Atıf notu:
-Nübüvvetin tevhid-i İlahî hakkındaki netaic-i âliyesi, bak: 941.p.