411- BEKÂR بكار : Hiç evlenmemiş, zevcesi olmayan adam. *Taşralı olup, büyük bir şehirde ailesiz yaşayan adam. (Bak: Ahmed-i Bedevî, Ashab-ı Suffa, Bayezid-i Bistamî, Nikah, Rabia-yı Adeviye, Taaddüd-ü Zevcat, Vakf-ı Hayat)
Bekârlık, dinin gösterdiği şartlar ve dine uygun maksad için meşruiyet kazanabilir. Yoksa bir aileye bağlanmaktansa, her türlü günahlar içinde serbestlik kazanmak için bekâr kalmak düşüncesi bâtıldır.
Hadis kitablarının Kitab-ün Nikâh kısmının evlenmeyi tergib eden bablarında, evlenme şartlarına sahip olan kimselerin evlenmelerini ve evlenme şartlarına sahip olmayanların da oruç tutmalarını tavsiye eden ve çoğu birbirinin aynı olan üç-beş kadar hadis vardır. Ezcümle: Buhari 67. Kitab-ün Nikâh 1. bab; Müslim Kitab-ün Nikâh 1. bab; İbn-i Mace Kitab-ün Nikâh 1. babı örnek verilebilir. Kitab-ün Nikâh’ın diğer pek çok olan babları ise, nikâhın şer’î ahkâmını beyan ederler ve şeriat kitablarında bunların amelî şekli gösterilir.
Nikâhın yani evlenmek meselesinin hükmü hakkında imamlar ve büyük İslâm âlimlerinin hayli izahları vardır.
Nikâhta, umumiyet itibariyle iki cihet, yani cemiyet ve ferdin durumu nazara alınmıştır ve alınmalıdır. İslâmî hayatın yaşandığı, fitnelerin bulunmadığı ve kazançların helâl olduğu, gizli ve âşikâr din düşmanlarının güçsüz bırakıldığı kuvvetli İslâm cemiyetlerinde nikâh istihsan edilirken; fitneye düşmüş, helâl kazanç zorlaşmış, ahlâksızlık ve günahlar umumileşmiş, dinin muhafazasına fedakârane çalışmak en büyük vazife haline gelmiş olan cemiyetlerde ise, nikâh yani evliliğe teşvik görülmemektedir. Ezcümle:
411/1- Deylemî’den (R.A.) mervi bir hadis şöyledir:
اِذَا اَحَبَّ اللهُ عَبْدًا اِقْتَنَاهُ لِنَفْسِهِ وَلَمْ يُشْغِلْهُ بِزَوْجَةٍ وَ لَا وَلَدٍ
Yani: “Allah bir kulunu severse o kulu, Zât-ı Uluhiyetine (dinine) hizmet için seçer, (dünyevî iştihalardan) imsak ettirir. O kulu, kadın ve evlad ile meşgul ettirmez.” Bu durum, bilhassa hicretin 200. senesinden sonra içindir. Çünkü “200 senesinden sonra en hayırlınız, zevce ve veledi olmamakla yükü hafif olanınızdır” mealinde de hadis vardır. Bu hadis ile, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin (sünnete bağlı ve keyfiyetli) çokluğunuzla (Bak: 1974.p.) iftihar edeceğim” mealindeki hadis arasında zıddiyet yoktur.” (Levami-ul Ukul Şerhi, ci: 1, sh: 173)
Nitekim bu husus, bir önceki pragrafta bir nebze izah edilmiştir. Mezkûr hadis; Keşf-ül Hafa hadis: 185 ve R.E. ci: 1, sh: 25’de de geçer. Aynı eserin aynı sahifedeki diğer iki hadis meâli de şöyledir: “Allah bir kulu sevdiğinde, onu dünyadan korur.” “Allah bir kulu sevdiğinde, ona dünya işlerini kapar, âhiret işlerini ise açar.”
Bir rivayette de: Kişinin hamiyeti dünya olursa, meşgalelerinin artırılacağı, âhiret olursa, azaltılacağı haber verilir. (R.E.104)
Bediüzzaman Hazretleri de bu mânâyı te’yiden şöyle der:
«Hizmet-i Kur’aniyede bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlâs ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’aniyede bulunsun.» (L.42)
«Cenab-ı Hak bir abdini severse, dünyayı ona küstürür; çirkin gösterir.» (M.278)
«... Evet, Cenâb-ı Hak (C.C.) bir abdini severse, dünyanın süs ve zinetlerini ona sevdirmez. Belki bela ve musibetlerle ona kerih gösterir.» (M.Nu. 193)
412- Şafiî fıkhına ait Büceyrimî adlı kitabda şu hükümler var:
Hadiste vardır ki:
يَاْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَا تُنَالُ الْمَعِيشَةُ فِيهِ اِلَّا
بِالْمَعْصِيَةِ فَاِذَا كَانَ ذَلِكَ الزَّمَانُ حُلَّتِ الْعُزُوبَةُ
Yani: «Öyle bir zaman gelecek ki; maişet o zamanda ancak günah işlemekle elde edilebilir. İşte o zaman bekârlık helâl olur.»
«Yine Peygamber (A.S.M.) buyurmuştur:
اِذَا اَتَى عَلَى اُمَّتِى مِأةً وَثَمَانُونَ سَنَةً فَقَدْ حُلَّةِ
الْعُزُوبَةُ وَالْعُزْلَةُ وَالتَّرَهُّبُ عَلَى رُؤُسِ الْجَبَالِ
Yani “Ümmetim üzerine 180 sene geçtikten sonra bekârlık, uzlet ve dağların başına çıkıp ibadetle meşgul olmak helâl olur.”
Bu iki hadisi; Nur suresinden (24:32) وَاَنْكِحُوا اْلاَيَامٰى مِنْكُمْ âyet-i kerimesinin tefsirinde “Keşşaf” nakletmiştir. Ve yine bu iki hadis, Ruh-ul Beyan Tefsirinin 2. cild, sayfa: 766’da “Kevaşi” tefsirinden nakledilmiştir. Hem İbrahim Hakkı Hazretlerinin Marifetname’sinde de mezkûrdur.
Aynı mevzudaki diğer hadislerden birkaçı da şöyledir:
خَيْرُكُمْ بَعْدَ الْمِأتَيْنِ كُلُّ خَفِيفِ الْحَاذِّ قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ
وَمَا الخَفِيفُ الْحَذِّ قَالَ اَلَّذِى لَا اَهْلَ لَهُ وَ لَا وَلَدَ لَهُ
Yani: “İkiyüz yılından sonra sizin hayırlınız her “hafif-i haz”dır. Denildi ki: “Yani Resulallah hafif-il haz nedir?” Buyurdu ki: Ailesi ve çocuğu olmayandır.”1
يَاْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ اَفْضَلُ اَهْلِ ذَلِكَ الزَّمَانِ كُلُّ خَفِيفِ الْحَاذِّ
قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ مَا خَفِيفُ الْحَذِّ قَالَ قَلِيلُ الْعِيَالِ
Yani: “İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, o zamanki halkın efdali “hafif-ül haz” olanıdır. Denildi ki: “Ya Resulallah hafif-ül haz nedir?” Buyurdu ki: Çoluk çocuğu az olanlardır.”2
Diğer bir rivayette: قِلَّةُ الْعِيَالِ اَحَدُ الْيَسَارَيْنِ
Yani: “Aile efradının azlığı, iki zenginlikten biridir” diye buyurulur. (H.G. hadis: 261 ve K.H. hadis: 1888)
Bir atıf notu:
-Âhirzaman fitnesinde şeytanların çocuklara ortak olacağı rivayeti, Bak: 166, 167, 167/1p.
413- Bekârlık hakkında Ebu Süleyman Daranî Hazretleri şöyle diyor:
«Bir kimse evlenirse, dünyaya döner. Evlenen hiçbir hak yolcusunu, ilk halinde kalır bulamadım. Kendini Peygamber (A.S.M.) Efendimizle kıyas edemiyeceğini de bilmelisin. Böyle bir hataya düşersen, yolunu kaybedersin. Peygamber (A.S.M.) Efendimiz hakkında (53:17) مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى buyurulur. Bu sebeble onu ne dünya, ne de içindekiler meşgul eder. Onu Allah’dan gafil kılacak hiçbir sebeb yoktur. Amma sen böyle değilsin. Şehevî hislere kapılacağın zaman oruç tut, aç kal, susuz kal, pek de uyuma, ayık ol.» (Mürşid-ül Emin, İmam-ı Gazalî ci: 2, Rahmet Yayınları- 1965 İst.)
İmam-ı Şafiî Hazretleri Kur’an’ın (4:3) âyetindeki فَانْكِحُوا ifadesi ile (4:25) وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ âyetinden, nafile ibadetler için bekârlığın efdaliyeti hükmüne varmıştır. (Bak: E.T. sh:1290, 1332)
Hanbelî Mezhebi de: «Zaruret hali olmadıkça dâr-ı harbde evlenmek haram olur. Kişi eğer esir ise, hiçbir surette ve hiçbir halde evlenmesi mübah olmaz.» (D.M.İ.F. ci: 5, sh: 2050)
Evlilikle alâkalı olarak, Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir sual:
«Bazı mütedeyyin zatların, dünyadar haremleri yüzünden ziyade sıkıntı çekmeleri nedendir? Bu havalide bu nevi hâdiseler çoktur.
Gelen cevab: O mütedeyyin zatlar, diyanetlerinin muktezası, böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle serbest kadınların vasıtasıyla, dünyaya girişmeleri hatalarından, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti. Mütebakisi, bir mübarek hanımın şuursuz müdahalesiyle geri kaldı.» (K.L.265)
414- Esasen iyi düşünen insanlar bilirler ki; cemiyetin fertler üzerindeki tesirinden azade kalmak, ancak çok az ve müstesna şahsiyetlere müyesser olur. Halkın ekseriyeti, mevcud cemiyetin muhtelif derecelerde tesirinde kalırlar. Hele bozuk bir cemiyetin içinde doğup büyüyen ve faziletli İslâmî bir cemiyeti görmediklerinden mukayese imkânını bulamıyanların çoğu, ne kendilerinin ve ne de cemiyetin normal olmayan durumunun farkında olamamaları, daha çok düşündürücü bir keyfiyet olsa gerektir.
Bu hakikatı gören İmam ve Müceddidler, ümmeti bozuk cemiyetlerin tesirinden ikaz etmeye çalışmışlardır.
415- İşte bugünkü cemiyetin mahiyetini bütün cepheleriyle bilen ve buna göre gereken tercihi yapmış olan Bediüzzaman Hazretlerine, hariç memlekette mühim yerlerde ceridelerle sorulan “Neden sünnet-i seniyeye muhalif olarak mücerred kaldın?” sualine verdiği cevabında şöyle diyor:
«Kırk seneden beri gayet dehşetli bir zındıka hücumu karşısında her şeyini feda edecek hakiki fedakârlar lâzım geldiği bir zamanda, Kur’an-ı Hakim’in hakikatına; değil dünya saadetimi, belki lüzum olsa âhiret saadetimi dahi feda etmeye karar verdim. Değil bir sünnet olan muvakkat dünya zevcelerini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırakmaya mecburdum ki; ihlâs-ı hakikî ile hakikat-ı Kur’aniyeye hizmet edebileyim. Çünki bu dehşetli dinsizlik komiteleri, öyle dehşetli hücumları ve desiseleri yapıyorlardı ki, bunlara karşı gelmek için azamî fedakârlık yapmak ve harekât-ı diniyesini rıza-i İlahî’den başka hiçbir şeye âlet yapmamak lâzım geliyordu.
416- Biçare bir kısım âlimler ve ehl-i takva insanlar, çoluk çocuğunun maişet derdi için bid’alara fetva verdiler veya tarafdar göründüler. Hususan din derslerini kaldırıp ezan-ı Muhammedîyi kaldırmak gibi dehşetli hücumlara karşı azamî fedakârlık ve azamî sebat ve metanet ve herşeyden istiğna etmek lüzumu karşısında, ben bir sünnet-i seniye olan evlenmek âdetini terkettim ki, tâ çok haramlara girmiyeyim ve çok vâcibleri ve farzları yapabileyim. Bir sünnet yüzünden, yüz günaha girilmez. Çünki o kırk sene zarfında birtek sünneti yerine getiren bazı hocalar, on kebaire ve haramlara girmeye bir kısım sünnet ve farzları bırakmaya kendilerini mecbur bildiler. (Bak: 990.p.)
417- Saniyen: Âyet-i Kerime’de (4:3)فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ ve Hadis-i Şerifteki تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا3 gibi emirler, emr-i daimî ve vücubî değildirler.
Belki istihbabî ve sünnet emirleridir. Hem şartlara bağlıdır. Hem de herkes için her vakit değildir.
Hem de لاَ رُهْبَانِيَّةَ فِى اْلاِسْلاَمِ “Ruhbaniyet İslâm’da yoktur”4 mânâsı, “Ruhbanîler gibi tecerrüd merduddur, hakikatsızdır, haramdır” demek değildir. Belki 5 خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّسَ hadisinin sırrıyla, hayat-ı içtimaiyeye hizmet etmek için içtimaî bir âdet-i İslâmiyeye terviçtir. Yoksa selef-i salihînden binler ehl-i hakikat inzivaya, mağaralara muvakkaten girmişler. Dünyanın fani müzeyyenatından istiğna ve tecerrüd etmişler. Ta ki, hayat-ı ebediyelerine hizmet etsinler.
Madem şahsî ve hususî kemâlat-ı bakiyesi için dünyayı terk edenler, selef-i salihînden çok var. Elbette hususî değil, küllî ve umumî olarak, çok biçarelerin saadet-i bakiyeleri için ve dalâlete düşmemeleri ve imanlarını takviye edip kurtarmaları için ve o hakikat-ı Kur’aniye ve imaniyeye tam hizmet etmek ve hariçten gelen, dahilde çıkan dinsizlere karşı dayanmak için zail ve fani dünyasını terk etmek, elbette sünnet-i seniyeye muhalefet değil, belki hakikat-ı sünnete mutabakattır. Ve Sıddık-ı Ekber’in “Cehennem’de vücudum büyüsün, ta ehl-i imana yer bulunmasın” diye fedakârlıkta azamî sadakatın bir zerresini kazanmak fikriyle, biçare Said bütün ömründe tecerrüdü, istiğnayı ihtiyar etmiş.» (H.R.25)
417/1- Bu tecerrüd hali Bediüzzaman’a has kalmamıştır. Asrımızdaki gibi dehşetli fitnenin istilası karşısında bulunmayan geçmiş asırlardaki pek çok veli zatlar ve şahsiyetler, dine ve ilme hizmet gayesiyle, hatta şahsî kemâlat kazanmak için dahi bekâr kalmışlardır. Ezcümle:
Hadis ve fıkıh imamlarından meşhur Nevevî (Muhyiddin Ebu Zekeriya Yahya bin Şeref Hazretleri Mi. 1233-1277) ki; «Şam’ın ünlü medresesi Eşrefiye’de müderrisliğe davet edildi. Yeni ölmüş bulunan meşhur Ebu Şamme’nin yerine Dar-ül Hadis’te hadis okutacaktı. Ders yıllarında sağlığı bozulmuş olmasına rağmen son derece kanaatkâr bir hayat yaşıyarak, evlenmeden ve maaş almadan kendisini ilim ve tedris mesleğine vakfetti.» (Yeni Türk Ansiklopedisi’nden)
Hem meselâ İmam-ı Gazali (R.A.) İhya-i Ulum’unda, Ebu Süleyman Daranî, İbrahim Edhem, Bişr-i Hafî Hazeratı gibi büyük velilerin bekâr kaldıklarını kaydeder. Hele Aktab-ı Erbaadan meşhur Ahmed-i Bedevi de dahil olmak üzere Bayezid-i Bistamî ve Ebu Muhammed Murtatış gibi pek çok büyük ve meşhur veliler evlenmemişlerdir. Hatta İsa (A.S.) ve Yahya (A.S.) gibi peygamberlerden dahi bekâr yaşıyanlar olmuştur. (Bak: 3982. p.sonu)
Evet “Ülema-i Uzzab” namındaki bir eserde de, ilmi evlenmeye tercih eden bekâr âlimlerden bir kısmı hakkında izahat vardır. Biz ihtisaren aşağıya alıyoruz:6
1- Abdullah b. Ebi Necih el-Mekkî: Tebe-i Tabiîndendir. Güvenilir Tefsir âlimlerinden olup, fasih bir konuşmaya ve güzel bir yüze sahibdi. Evlenmeyerek hayatını ilme vakfetti. Hicri 131’de vefat etti.
2- Ebu Abdurrahman Yunus b. Habib-ul Basrî (Hi. 90-182): Nahiv üzerine çalışarak bu konuda ve mezhebler mevzuunda eserler verdi. Basra’da etrafına topladığı ilim halkasından nice edibler, nice fusaha-i Arab çıkmıştır.
3- El-Cu’fî (Hi. l19-203): Şeyhülislâmlığının yanısıra hâfızlık, zahidlikle beraber örnek davranışları bulunan bir şahsiyettir. Haccac b. Hamza onun hakkında şöyle der: Ben Hüseyin El-Cu’fî’yi gülerken hatta tebessüm ederken aslâ görmedim ve ondan dünya ile alâkalı bir söz işitmedim.
4- Ebu Nasr Bişr b. el-Haris b. Abdurrahman el- Mervezî: Bu zat “Bişr-il Hafi” ismiyle meşhur olmuştur. Hayatı boyunca ilimle meşgul olan bu zat, özellikle hadis ilmi üzerinde durmuştur. Sonraları ise kendisini sadece ibadete vermiş. Zühd, takva, ibadet ve vera’da adeta alemleşmiştir. İmam-ı Ahmed onun hakkında şunları söylüyor: “Bişr ibadetten, zühdden, vera’dan ve yüce fa-ziletlerden üzerine düşeni yapmada zorlanmaz. Çünki o tek başınadır. Onun ailesi yoktur. Kendi başına hayatın yükünü taşımaktadır. Evlenmeden vefat etmiştir. Ancak kendi gibi birisini bırakmamıştır.
Çok kimseler Bişr-i Hafi’yi derviş, ehl-i tasavvuftan birisi olarak bilir. Ancak o aynı zamanda bir fikir adamı ve düşünürdür.
5- Hennad b. es-Serrî: Zehebî’nin “Tezkirat-ül Huffaz” kitabında ona dair şu malumatlar bulunur: “Hâfız, örnek, zâhid ve müttaki bir şahıstır. Muhaddistir.” En-Nişaburî de onu şöyle anlatıyor: “Hennad çok ağlıyordu, çok da Kur’an okuyordu. Asla evlenmedi ve buna teşebbüs de etmedi.”
6- Et-Taberî: Müçtehid imamlardandır. Hüccet, müfessir, muhaddis, fakih, usulcü, lügat âlimi, nahivci, edib, şair, muhakkik, müellif ve muallimdir. Amul beldesinde doğdu. 7 yaşındayken Kur’anı hıfzetti. 9 yaşındayken hadis yazmaya başladı. 12 yaşına girdiğinde ilim yolculuklarına çıkmış, memleketinden ayrılmıştı. Bütün İslâm âlemini bu aşk ve şevkle dolaştı. Horasan, Irak, Şam ve Mısır beldelerini gördü. Sonra Bağdad’a yerleşti. Henüz genç yaştayken ilmî yönden imamet aldı.
Taberî Hi. 310 yılında bekâr olarak vefat etmiştir. Geride ne zevce ne de evlad ü iyal bıraktı. Sadece pahasız bir ilim ve kıymeti takdir edilemiyecek bir çok eser bıraktı. Yaşadığı asra öyle bir mühür vurdu ki, kıyamete kadar Taberî Asrı olarak kalacak, eserleriyle Allah indinde en yüce mevkiyi alacaktır.
7- El-Enbarî: Nahivci, müfessir, edib, ravi, hâfız-ul Kur’an sıfatlarıyla maruftur. Hi. 271’de doğmuş, 328’de vefat etmiştir. Bu büyük âlim, hayatı boyunca güzel yemekler yemekten hep kaçmıştır. İlminden alıkoyma endişesiyle kadınlara aslâ alâka duymamıştır. Hıfzetme yönü çok kuvvetliydi. Buna müvazi olarak da ilmi derindi. Kendinden sonra gelecek bir nesil ve zürriyet yerine, otuzdan fazla pek kıymetdar te’lifatı bırakmayı tercih etmiştir ki, bu eserleri toplam beşyüz bin yapraktan müteşekkildir.
8- Ebu Ali el-Farisî (Hi. 288-377): Fars beldesinden Fesa şehrinde dünyaya geldi. İlim tahsiline başladığı yıllarda Bağdad’a giderek orada yerleşti. Daha sonra oradan da ayrılarak, diyar diyar dolaşmaya başladı. Hi. 348’de Şiraz’a yerleşti. Gezip dolaştığı yerlerde hep soru yağmuruna ve imtihana tabi tutuldu. Bereketli bir ömür geçiren Ebu Ali, ilme ve ilim ehline hizmeti kendine şiar edindi. Ömrü boyunca evlenmedi. Zürriyet ve nesil olarak sadece kitablar, tasnifat ve bunlara dercettiği ilmi bıraktı. Yirmibeşe baliğ olan eserleri, kıyamete kadar en hayırlı bir evlad mesabesinde olacaktır.
9- Ebu Nasr es-Siczî: Hadis imamı olarak yaşadığı asırda dikkatleri çekmiştir. Haremeyn’e ve Mısır’a gitmiş, buralarda te’lifatta bulunmuştur. Bir çok talebe yetiştirmiştir. Ömrü boyunca evlenmeyip ilim tahsiline çalışan değerli âlimlerdendir.
10- Ebu Sa’d es-Semmanurrazî: Basra’lıdır. Zahid ve âlim sıfatlarını haizdir. Hi. 371’de doğmuş, 445’te vefat etmiştir. Müfessirdir. Doğudan batıya birçok ülkeyi gezmiştir. Bir çok âlim ve şeyhten ders almıştır. 74. yaşında hiç evlenmeyerek ömrünü tamamlamıştır.
11- İbn-ül Mübarek b. Ahmed el-Bağdadî (Hi.462-538): Es-Sem’anî onun çok sağlam bir hâfız ve ravi olduğunu söyler.
12- Ebu-l Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî el-Harezmî: “Harezm Beldesinin Fahri” lakabıyla da bilinir. Hi. 467 yılında doğmuş, 538’de vefat etmiştir. Horasan’a gelmiş, buradan Bağdad’a bir çok defa geçmiş, büyük ülemalarla görüşüp onlardan ilim almıştır. Lügat, nahiv ebediyat ilmini Harezm’de tahsil etmiştir. Kendine bir çok övücü lakablar takılmış, sözler söylenmiştir.
Evlilikten uzak duruşundaki mazeretini, babalarına isyan eden bazı çocukları görmesine bağlamıştır.
13- İbn-ül Hussab (Hi. 492-567): Zamanının nahivce en âlimi sayılan bu şahıs, ayrıca tefsir, hadis, şiir, Arab dili, mantık, felsefe, hesab ve hendese dallarında da hayli bilgi sahibiydi. Bütün bu dallarda çeşitli eserler vermiş ve bir çok talebe yetiştirmiştir.
14- Ebu-l Fettah Nasuhuddin el-Hanbelî (Hi. 501-573): Fıkha ağırlık vermiş, bu dalda bir hayli ilerlemiştir. Neticede bir çok fakihe ders verir hale gelmiştir. Usulen ve füruen, mezheben ve hilafen bu dalda çalışmıştır. Fıkıh ilmini elde edebilmek gayesiyle bir çok beldeyi dolaşmış, bir çok âlime yol göstermiştir. Yetmiş sene boyunca fetva vererek, talebe yetiştirerek zamanını geçirmiş, evlenmeye fırsat bulamamıştır.
15- Cemalüddin Ebu-l Hasan Ali b. Yusuf Eş-Şeybanî (Hi. 568-646): Mısır’ın yüksek kısımlarında bulunan Kıtf bölgesinde doğdu. Kahire’de gelişip büyüdükten sonra, ilim tahsilini Haleb’de yaptı. Fen ilimlerinde ihtisas sahibi oluşunun yanısıra nahiv, fıkıh, hadis, mantık, matematik, astronomi, hendese ve tarih ilimlerini de öğrendi. Bir çok eserleri bulunan ve nice talebeler yetiştiren bu zat, hayatı boyu asla evlenmemiş, kendini sadece ilme vermiştir.
16- İmam-ı Nevevî (Hi. 631-676): Küçük yaşlardan itibaren parlak zekasıyla dikkatleri üzerine çekti. Dörtbuçuk ayda Et-Tenbih kitabını ezberledi. El-Mühezzeb’in dörtte birini, senenin kalanı zarfında ezberledi. Zamanını ders talimi, kitab yazımı, ilim neşri, ibadet, evrad, oruç, zikir ve maişet darlığına sabretmekle geçirmiştir.
17- İbn-i Teymiye (Hi. 661-728): Harran’da doğmuş, sonradan Şam’a yerleşmiştir. Küçük yaşta kendini ilme vermişti. Bekâr yaşamıştır. İbn-i Teymiye maddesine bakınız.
18- Eş-Şeyh Beşir el-Gazzî: Fakîh, nahivci, müfessir ve edibdir. Hi. 1274 senesinde Haleb’de doğmuştur. 1339 yılında da vefat etmiştir. Talebesi allame ve muhaddis olan Muhammed Ragıb et-Tab onun hakkında şöyle demiştir: “Allame, bilgin ve kadıyy-ül kudat bir şahıstır. Bu yüzden ona Haleb tarihindeki altın nehir ismi verilmiştir.
19- Abdüssalih Ebu-l Vefa el- Efganî: Hi. 1310’da doğdu, 1395’te vefat etti. Usul-ü Fıkıh âlimi ve muhaddistir. Babasının terbiyesinde ve onun ilminden faydalanarak büyüdü. Henüz küçük yaşlardayken Hindistan’a ilim tahsiline gitti. 1330 yılında Haydarabad’a geldi. Burada Nizamiye Medresesine girdi ve hadis, tefsir, fıkıh ve kıraat ilimlerinde medrese şeyhlerinden icazet aldı. Daha sonra burada müderrislik vazifesine başladı.
20- Kerime b. Ahmed b. Muhammed b. Hatem el-Mervezî: Kadın âlime ve hadisçidir. Merv’de dünyaya geldi ve Mekke’de vefat etti. Âlime ve saliha bir kadındı. Bir çok âlimden ders aldı. Hayatı boyunca asla evlenmedi. Yüz seneye yaklaşan ömrü müddetince kendini ilme adayıp, dünyevi zevk peşinde koşmayışı ve asla teveccüh göstermeyişi, takdire şayan bir haldir.» (Ülema-i Uzzab, Abdülfettah Ebu-l Gudda, 1983 Haleb)
417/2- Dinî şahsiyetlerden böyle mücerred yaşamış çok büyük ve meşhur zatlar olduğu gibi, beşer nev’inin muhtelif tabakalarından bekâr yaşamış daha pek çok kimse vardır. Meselâ: Meşhur feylesof Farabî (Mi. 870-950), meşhur seyyah Evliya Çelebi (doğumu Mi. 1611), ilim zühd şiir ve iffetli yaşayısı ile meşhur Mihrî Hatun (vefatı Mi. 1506), divan şairleri arasında meşhur, Mevlevîlik yolunda manen terakki etmiş ve iffetçe de üstün Hatice Nakıye Hanım (Mi. 1845-1898), İstanbul’un fethinden sonra meşhur deniz fatihi ve mücahidlerinden Oruç Reis (Barbaros’un ağabeyi), Mısır’da meşhur mücahidlerden tefsir ve çeşitli İslâmî eserler sahibi Prof. Seyyid Kutub (vefatı 1966), Osmanlı Devletinin 1909 sıralarında maarif nazırlığı makamına kadar yükselen meşhur fikir ve devlet adamı Emrullah Efendi (Mi. 1858-1914), “Müslümanlıkta İbadet Tarihi” eserinin müellifi ve Medreset-ül Kuzat ve İrşad, Siyer-i Enbiya ve Tarih-i İslâm müdderisi Tahir-ül Mevlevî (Olgun) (Mi. 1877-1951)
Tahir-ül Mevlevî, cemiyetin bozukluğu sebebiyle bekârlığı öven bir Manzumesinde şöyle der:
«Evlenen bahre düşer, evlad olursa gark olur
Sen kenar-ı bahri tut, evlenme sultanlık budur.
Tut ki kazara evlendin, sabredip artık otur
Bir beladır başında, sus söylenme insanlık budur.»
Ayrıca İmam-ı Gazalî Hazretlerinin onbir sene kadar memleketini terkedip inzivaya çekilmesi gibi; pek çok dinî şahsiyetlerin, İlahî terbiye görmek için evlerini terkedip münzevi yaşamaları da bir nokta-i teemmüldür.
417/3- «Risale-i Nur şakirdlerinin bir kısmı bekâr kalmaklığın çok sebeblerinden bir sebebini gösteren bir hâdise:
Bugünlerde, gençlik darbesini yiyen ve bekâr kalan ve teselli bulmak için Risale-i Nur ile alâkadarlığa çalışan ve mühim bir mektebde ders almağa meşgul ve ehemmiyetli bir adamın kerimesi bulunan hanıma, icmalen bir hakikat söyledim. Belki o havalide bazılara faidesi var diye yazıyorum.
Dedim ki: Madem gençlik darbesini yedin, bir vazife-i fıtriye olan tenasül kanununa daha girme. Çünki o vazifenin mukabilinde ücret olarak erkeğin aldığı muvakkat lezzet ve keyf bir derece bidayette kâfi geliyor. Fakat biçare kadın, o vazife-i fıtriyede bir sene ağır yükü çekmeye ve bir-iki sene veledin meşakkatine, beslenmesine ve açık-saçıklık sebebiyle kocasının nazarında sadakatsızlık ittihamı ve kocasının da gözü dışarıda olmak ihtimali ve ona samimi merhamet etmemesi cihetiyle, daimî sıkıntılara ve vicdanî azablara mukabil; izdivacda aldığı muvakkat bir keyf ve lezzet, bu bozuk zamanda ona o vazifeye mukabil yüzden birisine mukabil gelemiyor. Ve bilhassa küfüvv-ü şer’î tabir edilen, birbirine seciyeten ve diyaneten liyakat bulunmadığından daha ziyade azab çektirir. Ve bilhassa terbiye-i İslâmiye haricinde, müslüman namı al-tında olanlar, imandan gelen hürmet ve merhamet-i mütekabileyi bulamadıklarından bütün bütün saadet-i hayatiyeyi mahvediyor... Cehennem azabı çektiriyor.
Hem peder hem vâlide, tenasül kanunundaki vazifede çektikleri çok meşakkat ve gördükleri çok hizmete mukabil; yalnız veledin dünyada kemâl-i hürmet ve itaatla şefkatlerine ve hizmetlerine bedel hâlis bir hürmet ve sâdıkane bir itaat ve vefatlarından sonra salahatıyla ve hayratıyla ve dualarıyla onların defter-i a’maline hasenat yazdırmak ve onbeş seneden evvel masumen ölmüş ise onlara kıyamette şefaatçı olmak ve Cennet’te onların kucağında sevimli bir çocuk olmaktır. Şimdi ise terbiye-i İslâmiye yerine mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden ondan belki yirmiden belki kırktan bir çocuk, ancak peder ve vâlidesinin çok ehemmiyetli hizmet ve şefkatlerine mukabil mezkûr vaziyet-i ferzendaneyi gösterir.
Mütebakisi endişelerle şefkatlerini daima rencide ederek, o hakiki ve sadık dostlar olan peder ve vâlidesine vicdan azabı çektirir ve âhirette de davacı olur: “Neden beni imanla terbiye ettirmediniz?” Şefaat yerinde, şekvacı olur.» (K.L.252)
«Kızlarım, hemşirelerim! Bu zaman, eski zamana benzemiyor. Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye yarım asra yakın hayat-ı içtimaiyemize yerleştiği için, bir erkek bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzım gelirken; o biçare zaifeyi daim tahakküm altında, yalnız dünyevî muvakkat gençliğinde sever. Ona verdiği rahatın bazı on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer’an küfüvv tabir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-u şer’iye nazara alınmadığından hayatı daima azab içinde geçer. Kıskançlık da müdahale ederse daha berbad olur.» (E.L.II.49)
418- Evlenmede icbar olamaz. Çünkü icbar, mes’uliyeti kaldırır. Evlendirilmeleri istenen erkek veya kız, ebeveyn olmak mes’uliyetine gireceklerinden dolayı; evlenip evlenmemekte kendi ihtiyar ve rızaları olması şarttır. Ebeveyn ve velileri onları evlenmeye zorlayamazlar. Zira böyle bir zorlama, mes’uliyet kaidesini ihlal eder.
Meşhur ve mu’teber Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu bu mevzuda geniş izahat verirken ezcümle şöyle der:
«Büluğ çağına eren bir erkek çocuğun hıyar-ı büluğu, ömrîdir. Binaenaleyh bâliğ veya nikaha muttali olduğu mecliste sükût edivermesiyle veya kalkıp gitmesiyle, bu hıyar hakkı sâkıt olmaz. Sarahaten veya delâleten rızası bulunmadıkça, ömrünün sonuna kadar devam eder. Sarahaten rıza: “Akd-i nikaha razıyım” gibi bir söz ile olur. Delâleten rıza da: “Zevcesine dühul etmek, zevcesini takbil etmek, zevcesinin mehr ve nafakasını vermek” gibi rızaya delâlet eden bir fiil ile tahakkuk eder.
Sagir ve sagire bâliğ olunca hıyar-ı büluğlarını “Nikahı feshettim” veya “Nikahı reddettim “ veya” “Vaki olan nikaha razı değilim” gibi adem-i rızaya delâlet eden bir söz ile istimal ederler. Bunlara “Şimdi bâliğ oldum” “Şimdi âdet görmeğe başladım” sözleri de ilave edilebilir.
Hıyar-ı büluğunu istimal eden tarafın talebi üzerine hâkim iki taraf müvacehesinde nikahı fesheder. Şayet birbirine tezviç edilmiş olan iki çocuktan biri daha evvel bâliğ olup hıyar-ı büluğunu istimal edecek olsa, hâkim diğerinin velisi huzurunda veya mansub vasisi müvacehesinde aralarını tefrik eder.» (H.İ. ci:2 sh:52)
Yukarıda nakledilen, evlenmede icbarda bulunmamak hakkındaki fıkhî hüküm esasen hadislere istinad etmektedir. Ezcümle: S.B.M. ci: ll hadis: 1806,1807, 1808 ve S.M. 16. Kitab-ün Nikah 9. Bab ve İbn-i Mace 9. Kitab-ün Nikah ll. ve 12. Bablar mezkûr hükmü beyan eder.
419- Evlad ü iyal sahibi olmanın getireceği bazı mes’uliyetler ve manevi zararlar ile alakalı ve ikaz edici âyetlerden birkaç not:
-İnsanlar için evlad-ü iyal, mal ve servet gibi nefsin isteklerine meyil ve muhabbet, geçici dünya metaıdır. Halbuki asıl meyil ve gaye, âhiret olmalıdır: (3:14,15)
-Mal ve evladın, bazı şartlarda, bir fitne olduğu: (8:28)
-Âhirette ne mal ve ne de evlad fayda veremez, ancak kalb-i selim (dünya malı ve evlad ü iyalin derd-i maişetiyle ve onların manevi mes’uliyetleriyle bozulmamış ve kemâlat kazanmış kalb) fayda verir: (26:88,89)
-İnsana kurbiyet-i İlahiyeyi kazandıran mal ve evlad değil, ancak hakiki iman ve a’mal-i salihadır: (34:37). Ve (18:46) (19:76) (28:80) âyetleri de aynı mânâ ile alâkalıdır.
-Mal ve evlad ü iyal, zikr-i İlahîden (marifetullahtan) alıkoymamalı.(Mal ve evlad ü iyal meşguliyeti) mani olması ile, âhirette hüsrana sebebdir: (63: 9)
-Aile ve evladdan bir kısmı (cihada, din yolunda çalışmağa mani olmak ve manevi mes’uliyetleri cihetinden getirecekleri zararlar itibariyle) düşmandır. (Bu gibi sebeblerden dolayı) onlardan kaçının ve çekinin: (64:14,15)
Ancak birkaç örnek için sure ve âyet numaralarını verdiğimiz bu ve emsali âyetler bilhassa asrımız itibariyle şayan-ı teemmül ve ibrettir. Ansiklopedinin hacmi itibariyle tafsilata girilmemiştir.
419/1- Yukarıdaki nakillerden netice olarak anlıyoruz ki, dünyada iffet ve huzura, âhirette de ebedî saadete medar olması gereken aile hayatının teşkilinde hissî ve ölçüsüz hareket etmek, (bilhassa asrımızın cemiyet şartları içinde) maddi ve manevi sıkıntı ve mes’uliyetlere sebebiyet verebilir. Esasen evlilik meşru olup teşvik edilmesi gerekirken, yukarıda görülen ciddi ikazların yapılması, -daha çok- bozuk cemiyetler içindir. Şu halde aile yuvasını kurmak isteyen kimse refika-i hayatını seçerken asgari şart olarak; mimsiz medeniyetin aşıladığı modalarına hevesli ve bağlı olmamak, ciddi mütedeyyin olmak, gayr-ı İslâmî âdetleri kalben ve fikren istiskal etmek, fiilen de onlardan uzak durmak ve dindar zevcine itaatkârlık gibi seciyelere sahib olup olmadığına dikkat etmelidir.
Mezkûr asgari şartların fıtrî ve hissî seviyede tahakkuku için, kadının geçmiş hayatında yani evlilik öncesinde İslâmî hayatı yaşıyarak vicdaniyat şeklinde (Bak: Vicdaniyat) melekeleşmiş bir dindarlık derecesini kazanmış olması gerektir. Zira Kur’an (4:3) âyetinde geçen طَابَ kelimesinin maziyi ifade ettiğine dikkat etmek gerektiği gibi, ekseriyetle zevi-l ukûl için kullanılan مَنْ mevsûlüne bedel ma-i mevsûlenin gelmesi; kadının sîret, seciye, şefkat gibi tayyibiyetine yani güzel hasletlerine işaret olduğunu da ehemmiyetle teemmül etmek gerektir.
419/2- Bilhassa asrımızda olduğu gibi sefih cemiyetlerde görülen açık-saçık kadın ve kızların erkeklerle ihtilatlarıyla hayasızlık artar, zina çoğalır. Böyle zamanlarda evlenen kimse daha dikkatli olmalıdır. Kur’an (5:5) âyetinde “zina yapmıyan ve gizli dostlar edinmeyen kadınla evlenmek”, yani aksi sıfata sahib olanla evlenmemek emrediliyor. Bu gibi âyetlerin asrımıza bakan dersi, calib-i dikkattir. Hassaten (gizli dostlar edinme) hususu, intişar eden bir felaket gibi görünüp, ehl-i namusu daha çok ihtiyata sevkediyor. Kur’an (24:26) âyetinde de, ekser âlimlerin verdiği mana ile: Habis kadınlar habis erkeklere, habis erkekler habis kadınlaradır, diyerek müslüman ehl-i namusu aynı mevzuda ikaz eder.
Bir atıf notu:
-Bozuk cemiyetlerde evlad ü iyal mes’uliyetleri, bak: 162, 163, 168, 177, 181, 183.p.lar.