496- CEHENNEM جهنم : «Âhirette azab yeri olan ateşin ism-i alemidir ve müennestir. Arabca “cehnam” kelimesinden me’huz, bu da “cehm” den müştaktır. Cehm, galiz ve müstekreh olmak; cehnam, dibi görünmez derin kuyu demektir.» (E.T.732) (Bak: Küfr)
Asi ve zâlim, kâfir ve müşrik insanların İlahî adaletle ceza görecekleri ve Kur’an (67:7) âyetinde, kaynatan ve sesi işitilen diye şiddeti tavsif edilen yerdir.
Herkesçe bilinir ki, beşer âleminde ahyar ve eşrar, zâlim ve mazlum vardır. Her vicdan sahibi; zâlimin tecziyesini, mazlumun taltifini vicdanen hissedip ister. Madem bu dünyada beşer âlemindeki ahvale uygun adalet icra edilmiyor, elbette cennet ve cehennem âhirette vardır ve mazlum ve zâlimleri bekliyorlar.
Cehennem’e dair Kur’anda çok âyetler vardır. Çok kere de, Cehennem mânâsında “nar” kelimesi geçmektedir. Kur’an (87:12) âyetinde geçen “nar-i kübrâ” yani cehennem-i kübrâ ifadesi, cehennem-i suğra’ya da bakar. Zira suğrasız kübrâ düşünülemez.
497- Cehennem Kur’anda muhtelif tabirlerle ifade edilir. Cehennem’in yedi tabakası olarak meşhur olan isimler şunlardır:
1- Kur’anın çok muhtelif âyetlerinde geçen Cehennem (2:206), birinci tabaka olup, hafif ceza mahalli olduğu söylenir.
2- Leza: Şiddetli alevi olan Cehennem. (70:15) (92:14) âyetlerinde geçer.
3- Hutame: Kırıp ufalayıp yutan Cehennem. (104:4 ilâ 8) âyetlerinde geçer.
4- Saîr: Alevlendirilmiş Cehennem. Cehîmu su’iret (81:12), ashab-ı saîr (35:6), cehenneme saîr (4:55) tabirleriyle muhtelif âyetlerde tekraren geçtiği gibi, yalnız “saîr” (42:7) olarak da muhtelif âyetlerde geçer.
5- Sakar: Kızartıcı ve bunaltıcı Cehennem. (54:48) (74:26 ilâ 31 ve 42) âyetlerinde geçer.
6- Cahîm: Kur’anda (2:119 ashab-ı cahîm) (26:91 bürrizet-il cahîm: cehennemin bariz “apaçık” olarak azgınlara gösterilmesi) (37:23 sırat-ıl cahîm: cehennem yolu) (37:55 sevai-l cahîm: cehennemin ortası) (37:64 asl-il cahîm: cehennemin aslı ve kökü) (40:7 azab-ı cahîm) (81:12 cahîmü su’iret: cahîmin kızıştırılması) tabirleri vardır.
7- Haviye: Çok derin ateş çukuru. (101.9 ilâ 11) âyetlerinde geçer. Veya derk-il esfel: Cehennemin en aşağı tabakası (4:145)
Elmalılı Hamdi Yazır, Cehennem’in yedi tabakasına işaret eden bir âyeti şöyle tefsir eder:
«(15:44) لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ Onun o Cehennem’in yedi kapısı vardır. Yani gireceklerin kesretinden dolayı yedi medhali veyahut azgınlığın enva’ ve derecatına göre evvela cehennem, sonra leza, sonra hutame, sonra saîr, sonra sakar, sonra cahîm, sonra haviye namında yedi tabakası vardır.» (E.T.3065)
Bu tabakalardan başka Cehennem’de azab yerleri olarak Gayya (19:59), Veyl (38:27), Semmum (52:27 ve 56:42), dar-ül huld: ebedî kalma yurdu (41:28), dar-ül bevar: helâk olmak yeri (14:28) ve emsali tabirlerle de Cehennem’in azab envaına işaretler vardır.
Cehennem tabiri umumi mânâda bütün uhrevî azablara şâmil olarak kullanılmakla beraber, has mânâ ile de birinci tabaka Cehennem’i ifade eder. (3:163) âyeti de ehl-i Cennet ve Cehennem’in derecelerine ve dolayısıyla da Cennet ve Cehennem’in tabakalarına işaret eder. (T.T. ci:5 sh:765’teki bölüm ve İbn-i Mace 37. Kitab-üz Zühd 38. Babı Cehennem’in evsafı hakkındadır.)
498- Sual: «Cehennem nerededir?
Elcevab:قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ ٭ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ
Cehennem’in yeri bazı rivayatla “taht-el Arz” denilmiştir.1 Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi Küre-i Arz, hareket-i seneviyesiyle ileride mecma-i haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, Arz’ın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir. Küre-i Arz’ın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlukat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahluklar gözümüzün önünde olup göremiyoruz.
Cehennem ikidir: Biri suğra, biri kübrâdır. İleride suğra, kübrâya inkılab edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğra yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i Tabakat-ül Arz’ca malûmdur ki: Ekseriya her 33 metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u Arz altıbin küsur kilometre olduğundan, ikiyüz bin derece-i harareti cami, yani ikiyüz defa ateş-i dünyevîden şedid ve rivayet-i hadise muvafık bir ateş bulunuyor.2
Şu Cehennem-i Suğra, Cehennem-i Kübra’ya ait çok vezaifi dünyada ve âlem-i berzahta görmüş ve ehadislerle işaret edilmiştir. Âlem-i âhirette Küre-i Arz nasılki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker; öyle de içindeki Cehennem-i Suğra’yı dahi Cehennem-i Kübra’ya emr-i İlahî ile teslim eder. Ehl-i İtizal’in bazı imamları “Cehennem sonradan halkedilecektir” demeleri, hal-i hazırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasib bir tarzda inkişaf etmediğinden, galattır ve gabavettir. Hem perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp tayin edelim.
وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ
Âhiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat bazı rivayatın işaratıyla âhiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebetdardır. Yazın şiddet-i hararetine مِنْ فَيْحِ جَهَنَّمَ3 denilmiştir. Demek bu dünyevî, küçücük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat İsm-i Hakîm’in nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:
Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübra, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğra’yı güya tevkil ederek bazı vezaifini gördürmüş. Kadir-i Zülcelal’in mülkü pek çok geniştir, hikmet-i İlahiye nereyi göstermiş ise Cehennem-i Kübra oraya yerleşir.
Evet bir Kadir-i Zülcelal ve emr-i Kün Feyekûn’e mâlik bir Hakim-i Zülkemal, gözümüzün önünde kemâl-i hikmet ve intizam ile Kamer’i Arz’a bağlamış; azamet-i kudret ve intizam ile Arz’ı Güneş’e rabtetmiş ve Güneş’i seyyaratıyla beraber Arz’ın sür’at-i seneviyesine yakın bir sür’at ile ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şemsüşşümus tarafına bir hareket vermiş ve donanma elektrik lambaları gibi yıldızları, saltanat-ı rububiyetine nurani şâhidler yapmış; onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zat-ı Zülcelal’in kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübra’yı elektrik lambalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip, âhirete bakan semanın yıldızlarını onunla iş’al etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani âlem-i nur olan Cennet’ten yıldızlara nur verip, Cehennem’den nar ve hararet göndersin. Aynı halde o Cehennem’in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın.
Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki: Dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette o Zat-ı Zülcelal’in kudret ve hikmetinden uzak değildir ki; Küre-i Arz’ın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde Cehennem-i Kübra’yı saklasın.
499- Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır. Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakîli aşağı tarafında, nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır. Hem şu seyl-i şuunatın ve mahsulat-ı maneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekâsı ise, mahsulatın nev’ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyalenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu’ ettiği yerdedir. Yani habisatı ve müzahrafatı esfelde, tayyibatı ve safiyatı âlâdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecelligâhıdır. Tecelligâhın yeri ise, her yerde olabilir. Rahman-ı Zülcemal ve Kahhar-ı Zülcelal nerede isterse tecelligâhını açar.
Amma Cennet ve Cehennem’in vücudları ise, Onuncu ve Yirmisekizinci ve Yirmidokuzuncu Sözlerde gayet kat’i bir surette isbat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile kadar ve mahzenin mahsulat kadar ve havzın ırmak kadar ve tecelligâhın rahmet ve kahrın vücudları kadar kat’i ve yakînîdir.» (M:8-10)
Bir atıf notu:
-Ehl-i Cehennem’in Cehennem’e nasıl gidecekleri hakkında sual, bak: 3395.p.
500- Beşer âleminde aşikâre görünen iman ve inkâr, hayır ve şer, adalet ve zulüm, itaat ve isyan gibi birbirine zıd olan ahval kat’iyen iktiza eder ki; ebedî âlemde mükâfat ve mücazat yerleri olan Cennet ve Cehennem bulunsun. Evet «hakiki adalet ister ki: Şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat görsün. Madem şu fani, geçici dünya ebed için halkolunan insan hususunda öyle bir adalet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır.. Elbette âdil olan o Zat-ı Celil-i Zülcemal’in ve Hakîm olan o Zat-ı Cemil-i Zülcelal’in daimî bir Cehennem’i ve ebedî bir Cennet’i bulunacaktır.» (S.67)
501- «Sual: Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennem’de hapis nasıl adalet olur?
Elcevab: Sene 365 gün hesabıyla, bir dakikada katl, 7 milyon 884 bin dakika hapis iktizası kanun-u adalet iken; bir dakika küfür bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam, kanun-u adaletle 57 trilyon 201 milyar 200 milyon sene beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur. Elbette (4:57) خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا adalet-i İlahî ile vech-i muvafakatı bundan anlaşılıyor. Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki:
Katl ve küfür, tahrib ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal zahirî âdete göre onbeş sene maktûlün hayatını selbeder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, binbir esma-i İlahiyeyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemalâtını inkâr ve hadsiz delâil-i vahdaniyeti tekzib ve şehadetlerini reddetmek olduğundan kâfiri binler seneden ziyade esfel-i sâfilîne atar, خَالِدِينَ de hapseder.» (L.276)
501/1- «Sual: Pekâla o ebedî ceza hikmete muvafıktır, kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?
Cevab: Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir ya ademe gidecektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun velev Cehennem’de olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücud ise velev Cehennem’de olsa hayr-ı mahzdır.
Maahaza kâfirin meskeni Cehennem’dir ve ebedî olarak orada kalacaktır. Fakat kâfir kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a’mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadisiye vardır.» (İ.İ.81) (Bak: 3503.p.)
501/2- Cehennem’de bazı kâfirlerin azablarının tahfifi meselesi, oldukça müşkil bir meseledir. Bu mevzumuzun baş kısmında görüldüğü gibi Cehennem’de hafif ve şiddetli azab dereceleri ve mahallerinin bulunması, meselemizi teyid ettiği gibi, din-i hakka ve ehline kasden mütecaviz ve münafık gibi eşedd kâfirlere Cehennem azabının hafifletilmiyeceği belki ziyadeleştirileceği mealinde olan âyetler dahi, Cehennem’de azab tahfifinin mümkün olduğuna, zıddiyet ve nisbiyet kaidesiyle delâlet eder. Zira çokluk-azlık, tahfif-teşdid gibi umur-u izafiye biribirisiz olmaz ve düşünülemez.
Bazı zatlar, Cehennem hakkındaki (6:128) (11:108) (78:30) âyetlerinden, Cehennem’in intihasına dair bir mâna fehmediyorlarsa da sarih ve mükerrer âyetlerin Cehennem’in ebedîliğine dair olan muhkem ve kat’i hükümleri karşısında bu nevi kavilleri, bir değer kazanamamıştır. Ancak İslâm’a karşı kasıdlı, mütecaviz ve münafık kâfirlerden olmıyan ve dünyada insanlara bazı faydaları olmuş olan bir kısım ehl-i küfür hakkında -Cehennem’de ebedî kalmakla beraber- azablarının tahfifine dair rivayetler var. Ezcümle: Ruh-ül Beyan Tefsirinin 10. cild 82. sahifesinde bu mevzuda rivayet ve izahları bulunduğu gibi, İbn-i Mace Mukaddime’deki 216. hadisi aynı mesele ile alâkalıdır. Keza Şerh-u Şir’at-il İslâm II, 52 ve Umdet-ül Kari IX, 336 mevzumuzla alâkalı hadis naklederler.
Hem Ebu Talib’in imanı meselesi hakkında gelen ve meselemizle de alâkalı olan S.B.M. 1549 no.lu hadis ve Müslim Kitab-ül İman’da 360. ve 362. hadisler, Ebu Talib’in Cehennem’de azabının tahfifini bildirir.
501/3- Peygamberimizin (A.S.M.) «amcası Ebu Talib’in imanı hakkında esahh nedir?
Elcevab: Ehl-i Teşeyyu, imanına kail; Ehl-i Sünnet’in ekserisi imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Talib, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın risaletini değil, şahsını zatını gayet ciddi severdi. Onun o gayet ciddi o şahsî şefkatı ve muhabbeti elbette zayie gitmiyecektir.
Evet ciddi bir surette Cenab-ı Hakk’ın Habib-i Ekrem’ini sevmiş ve himaye etmiş ve tarafdarlık göstermiş olan Ebu Talib’in inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen makbul bir iman getirmemesi üzerine Cehennem’e gitse de; yine Cehennem içinde bir nevi hususi Cennet’i onun hasenatına mükâfaten halkedebilir. Kışta bazı yerde baharı halkettiği ve zindanda uyku vasıtasıyla bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususi Cehennem’i hususi bir nevi Cennet’e çevirebilir...» (M.387)
İki atıf notu:
-Cehennem azabından affedilip edilmeme meseleleri, bak: 2162 ilâ 2168. p.lar.
-Ehl-i Sünnet’in hâricinde velâyet meseleleri, bak: 2364.p.
502- «Kâfir ve münafıkların Cehennem’de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatına sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur’anın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.
Çünki masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedid bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i akibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni’ bir gadirdir.» (K.L.75)
503- Hem «Cehennem’in vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakiki adalete ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler. Çünki nasıl bin masumların hukukunu çiğneyen bir zâlimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve zâlimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir. Aynen öyde de: Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esma-i İlahiyenin hukukuna inkâr ve tecavüz, hem o esmaya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzib ile hukuklarına tecavüz ve mahlukatın o esmaya karşı tesbihkârane yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekası olan tezahür-ü rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyetlerle mukabelelerini ve ayinedarlıklarını tekzib ile hukukuna bir nevi tecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulümdür ki affa kabiliyeti kalmaz.
(4:48) اِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ âyetinin tehdidine müstehak olur. Onu Cehennem’e atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz davacılara hadsiz merhametsizlikler olur. İşte o davacılar, Cehennem’in vücudunu istedikleri gibi izzet-i celal ve azamet-i kemal dahi kat’i isterler.» (Ş.230) (Cehennem ceza-yı ameldir, bak: 534.p.)
504- Hem «Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünki hadsiz rahmet-i Rabbaniye o korkan adama der: Bana gel, tevbe kapısıyla gir. Tâ Cehennem’in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet’in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlukatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin.
Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan yine Cehennem’in vücudu, bin derece idam-ı ebedîden hayırlıdır. Ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünki insan hatta yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evladının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes’ud olur.
Şu halde sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya idam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veya Cehennem’e gireceksin! Şerr-i Mahz olan adem ise, senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes’ud olduğun umum akraba ve asl ve neslin seninle beraber idam olmasından, binler derece Cehennem’den ziyade senin ruhunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeni yandırır. Çünki Cehennem olmazsa, Cennet de olmaz. Herşey senin küfrün ile ademe düşer. Eğer sen Cehennem’e girsen, vücud dairesinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet’te mes’ud veya vücud dairelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek herhalde Cehennem’in vücuduna tarafdar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak, ademe tarafdar olmaktır ki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır.
Evet Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hakim-i Zülcelalinin hakimane ve âdilane bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celalli bir mevcud ülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya ait hizmetleri var. Ve zebani gibi pek çok zihayatın celaldarane meskenleridir.» (Ş.229)
Bir atıf notu:
-İnsandaki sonsuz beka isteği, bak: 106.p.
505- Hem Cehennem korkusu bilhassa gençleri kötülüklerden men’eder: «Hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaif ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört-beş sene azab çeker. Canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelal’in melaikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaif olacağım.” diye birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.» (Ş.225)
506- Cehennem olmazsa Cennet’in pek çok lezzetleri gizli kalır:
«Bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir.
Çünki şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatı, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücud bulur. Cehenemsiz Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sünbül verip çok hakikatlar olur. Madem bu karışık mevcudat dar-ı faniden dar-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet’e akar. Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem’e yağar. Ve bu mütemadiyen çalkalanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur.» (Ş.232) (Bak: Ezdad)
507- Mezkûr bahisle alâkalı olan şu hadis-i şerifin hakikatı, cay-ı dikkattir:
لَا يَدْخُلُ اَحَدُ الْجَنَّةَ اِلَّا اُرِىَ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ لَوْ
اسَاءَ لِيَزْدَادَ شُكْرًا وَلَا يَدْخُلُ اَحَدُ النَّارَ اِلَّا اُرِىَ
4 مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ لَوْ اَحْسَنَ لِيَكُونَ عَلَيْهِ حَسْرَةً
Elmalılı Hamdi Yazır, hadisin mealini şöyle nakleder: «Cennet’e giren her kula, şayet cezalandırılsaydı, Cehennem’de bulunacağı mevki behemehal gösterilir ki, şükrü artsın. Cehennem’e giren her kula da şayet iyilik yapsa idi Cennet’te bulunacağı makam behemehal gösterilir ki, hasreti artsın.» (E.T.5029) Ve yine S.B.M. 7. cild, 1086. hadis aynı hakikatla alâkalıdır. (Bak: 544.p.) (Berzahta ehl-i Cehennem’e makamları gösterilip azab verilmesi, bak: 1892.p.)
Hem Kur’an (19:69 ilâ 71) (99:7,8) âyetlerinin küllî mânaları içinde aynı mânaya da işaretleri vardır ve şâyan-ı teemmüldür.
Bu makamda mezkûr hadis ve âyetlerin hakikatları, ancak erbab-ı ilme baktığı için tercümelerini vermedik.
Ve keza Cehennem ehlinin Cennet ehlinden rızık istemelerini bildiren (7:50) âyeti de bir cihette aynı mes’ele ile alâkalıdır.
Hem yine zıddı olmayanın ihtifası hakkında «demişler: سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفَى لِشِدَّةِ ظُهُورِهِ
Ben de derim: نَعَمْ وَ سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفَى لِعَدَمِ ضِدِّهِ
وَلَوْلاَ الْجَنَّةُ وَالزَّمْهَرِيرُ لَمَا عَذَّبَتْ جَهَنَّمُ وَلاَ اَحْرَقَتْ
Cennet olmasa Cehennem tazib etmez. Zemherir5 olmasa, ihrak etmez.» (S.T.İ.106)
508- Bu kaideye binaen denilebilir ki, bu dünyada musibetler, ölümler ve ebedî yokluk korkuları ve sair meşakkat ve ahval-i dünya, bu dünyaya gelip bilinmese idi, Cennet’teki saadet ve ebedîliğin sonsuz kıymetleri anlaşılmazdı. Demek muvakkat dünya hayatı ile ebedî âhiret hayatı, hikmet-i İlahiye ile birbirine manen ve hikmeten bağlı olup, biri birisiz olmaz. Yalnız dünya hayatına bakıp âhireti nazara almayanlar, hakikata vasıl olamaz, belki inkâra meyleder. (Bak: 1031, 1032.p.lar.)
509- Sonsuz hikmetlere medar olan bu âlemdeki zıdlar, kıyamette tefrik edilip Cennet ve Cehennem ikmal edilecek:
«Cennet ve Cehennem; şecere-i hilkatten ebede doğru uzanıp giden iki daldan tezahür eden iki semeredir ve kâinatın teselsülen gelmekte olan silsilelerinin iki neticesidir ve ebede doğru akıp giden kâinat seylinin iki mahzeni ve iki havuzudur.
Evet Cenab-ı Hak, gayr-ı mütenahi hikmetler için bu âlemi, imtihana sahne yaptı; yine sonsuz hikmetler için tagayyürata, tahavvülata, inkılablara mahal olmasını irade etti; ve yine sonsuz gayeler için hayır ile şerri, nef’ile zararı, hüsün ile kubhu, hülâsa iyilikle kötülüğü karışık bir şekilde Cennet ve Cehennem’e tohum olmak üzere kâinatın şu mezraasına serpti. Evet madem ki bu âlem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemiyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lâzımdır ki, insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü insanlar: (36:59)
وَ امْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ “Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz” diye olan tüy ürpetici, saika-vari, şiddetli emr-i İlahîye maruz kalacakları gibi; iyi insanlar da (39:73) فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ Daimî kalmak üzere Cennet’e giriniz.” diye olan Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır.
İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennem’in; iyiliği, hayrı, nef’i doğruran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle Cennet’in techizatları ikmal edilecektir.» (İ.İ.140)
Bir atıf notu:
-Kâinat ilk yaratılışında ebede elverişli yaratılsa idi daha iyi olmaz mı idi suali, bak: 1032.p.
509/1- Yıldızların hararet mahzeni Cehennem ve Cehennem’in anbarı ise pis maddeler, taifeler olduğu şöyle beyan ediliyor:
«Dağlar, zihayata ve insana lâzım olan bütün madenleri, ilaçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet mükemmel bir hazine, bir anbar olduğu gibi... zemin dahi bütün o zihayatın erzaklarını bir Rezzak-ı Hakîm’in kuvvetiyle yetiştiren kemal-i mizan ve intizamla bir tarla bir harman, bir matbahtır. Hatta her insanın ve cismindeki herbir uzvun bir deposu ve mahzeni, hatta bir hüceyrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi... git gide tâ dar-ı âhiretin bir mahzeni dünyadır; ve Cennet’in bir tarlası ve deposu, bu âlemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları mahsul veren âlem-i İslâmiyet ve hakikatlı insaniyet; ve Cehennem’in bir anbarı ise, şerleri ve çirkinleri ve küfürleri mahsul veren ve şer olan ademden gelen ve hayır olan vücud âlemlerini telvis eden pis maddeler, taifeler; ve yıldızların hararet mahzeni Cehennem ve nurlar hazinesi bir Cennet’tir ki; “Biyedihilhayr” kelimesi, bütün o hadsiz hazinelere işaretle pek parlak bir hücceti gösteriyor.» (Ş.603)
509/2- Cehennem’in mühim bir vazifesi: «Nasılki Cennet bütün vücud âlemlerinin mahsulatını taşıyor ve dünyanın yetiştirdiği tohumları bâkıyane sünbüllendiriyor. Öyle de Cehennem dahi, hadsiz dehşetli adem ve hiçlik âlemlerinin çok elîm neticelerini göstermek için o adem mahsulatlarını kavuruyor ve o dehşetli Cehennem fabrikası, sair vazifeleri içinde, âlem-i vücud kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor. Bu dehşetli meselenin şimdilik kapısını açmıyacağız. İnşaallah sonra izah edilecek.» (S.259)
509/3- Küfür ve dalâlet tohumunda Cehennem saklıdır: «Hanzalenin çekirdeğinde hanzale ağacı mündemiç ve dâhil olduğu gibi, Cehennem’in de küfür ve dalâlet tohumunda müstetir bulunduğunu, şuhudî bir yakîn ile müşahede ettim. Ve keza nasılki hurmanın çekirdeği, hurma ağacına hâmiledir. Aynen öyle de, iman habbesinde de Cennet’in mevcud olduğunu hads-i kati’ ile gördüm. Çünki o çekirdeklerin ağaçlara tahavvül ve inkılabları garib olmadığı gibi, küfür ve dalâlet mânası da tazib edici bir Cehennem’i, iman ve hidayet de bir Cennet’i intac edeceğinde istib’ad yoktur.» (M.N.103)
«Hem mahiyet-i küfür dahi Cehennem’i bildirir. Evet nasılki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennet’ten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de: Risale-i Nur’da delilleriyle isbat ve baştaki meselelerde dahi işaret edilmiş ki; küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve manevi azabları var eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususi cehennem olur ve büyük Cehennem’den bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatlar, âhirette sünbüller vermesi noktasından bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder. Ben onun bir meyvesiyim, der. Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bu hususi nümunesi benim meyvem olur.» (Ş.231)
«Küfrün içinde mündemiç olan dehşetli cehennem-i maneviyenin tesirine bak gör. Evet اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى6 hadis-i kudsînin sırrıyla, kâfir mevt ve eceli öyle zannettiği için, Cenab-ı Hak da onun zannını ona ebedî bir azab şeklinde tasvir etmiştir. Sonra gel, Cennet lezaizine bile üstün gelen likaullaha olan iman ve yakînin lezzet derecesine bak. Sonra rıza mertebelerini düşün ve sonra da rü’yet-i cemal-i İlahînin derecesine bak gör ki; hatta ârif fakat isyankâr bir mü’minin âhiretteki cismanî Cehennem’i dahi, Hâlikını tanımayan kâfir-i câhilin kalbindeki manevi cehennemine nisbetle bir Cennet gibi olduğunu bil.» (M.Nu.470)
509/4- Affa lâyık olamamış bir mü’min, Cehennem’de bir nevi tathir muamelesi görür. Evet «insanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle iman ile intibaha gelirse, nuranî misalî âlem-i emirden gelen emir ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.» (M.N.117)
Cehennem azabıyla olan bu tathir muamelesini istemek, ruhun fıtrî şe’nidir. Evet «cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir. Evet dünyada çok namus sahibleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için kendilerine cezalarının tatbikini istemişlerdir ve isteyenler de vardır.» (İ.İ.81)
509/5- Demek bozulmamış bir ruh ve fıtrat-ı selime, her nevi şer ve günahı kerih görür. Münkeri maruf, marufu münker sayan ruh ve vicdan ise mütefessihtir. (Bak: 985.p.)
Nefs-i emmarenin tazyikinden ve fücurdan müberra olarak haşirde yeniden inşa ve ihya edilen tefessüh etmemiş insan, dünyada işlediği günah ve hatalarının tamamını görünce, günahlara karşı nedamete alışmış olan ruh ve vicdanında tam bir nefret ve kerih görme haleti ve hissiyle manevi bir tathir inkılabına mazhar olur. Zira günahın çirkinliğini görmek, kemalat-ı vicdaniyeye sebeb olduğu gibi, kemalat-ı vicdaniye nisbetinde de günahın çirkinliğini görür, böylece Cennet’e lâyık yüksek bir kemalat kazanır. Bu mâna ile de alâkalı olarak (75:2) âyetinde, nefs-i levvameye yeminle dikkat çekilir. (Bak: Nefs-i Levvame)
Hadislerde de bu mânada bazı işaretler ve ikazlar vardır. Ezcümle bir münkerin, fiilen veya kalen izalesine çalışmak, eğer bunlara muktedir değilse, o münkeri kalben kerih görmek ve eğer bu dahi olmazsa, kişinin imandan hissesi kalmamış olacağı S.M. 50. hadiste; keza kalbi günah lekesinden tevbe ile (kalben nedamet duyarak) temizlemek İ.M. 4244. hadiste; ve günahtan pişmanlık duymak ve tevbedir diye İ.M. 4252. hadiste ders verilir. (Bak: Tevbe)
Bir rivayet de mealen şöyledir: “İnsanlar kendilerini günahta mazur (mes’uliyetsiz) görmedikçe asla helâk olmazlar.” R.E. sh: 354 ve Ebu Davud Melahim: 17 ve İbn-i Hanbel 4/260-5/293. Diğer bir rivayette de mealen: İşlenmiş günah hatırlanınca hüzünlenme (üzülme) keffarettir, buyurulur. (R.E. sh: 103)
Başka bir hadis meali de şöyledir: Günahın keffareti, nâdim (pişman) olmaktır. Eğer siz günah yapmasaydınız, Allah günah yapan bir kavim getirir ve onları mağfiret ederdi. (R.E. sh: 339 ve K.H. 1931. hadis) Bu hadis, günah işlemenin gerekliliği mânasında asla yanlış anlaşılmamalı. (Bak: 1072/1.p.) Bu hadisin bir mânası şudur ki: Beşer, takva ve fücur işleyebilir fıtratta olmasaydı, imtihan sırrı ve terakkiyat-ı beşeriye olamazdı. (Bak: 1656, 1657.p.lar)
Elhasıl, insan dünyada günahların çirkinliğini kalben, vicdanen hissedip manevi tevbeye sahib olmalı ki, vicdaniyat haline gelen bu haletle afv-ı İlahîye liyakat kazansın. Kur’an (49:7) âyetinde, iman nuru ve şuuru ile münevver ve kâmil kalblerin küfür, füsûk ve isyanı çirkin ve kerih gördüğü beyan edilir ki; bu husus, mevzuumuzu aydınlatan en güzel bir beyan olduğu gibi kemalat-ı beşeriyenin de üstün derecesidir. Evet insan kemalat-ı vicdaniyesi nisbetinde münkeri kerih görür. Asr-ı Saadet’te olduğu gibi. (Bak: 1490.p)
İki hadis meali de şöyledir: «Allah (C.C.) hususi bir zümrenin ameli ile umuma azab vermez. Şayet İslâm cemiyeti gücü yettiği halde, o (müfsid) zümreye aldırmaz ise hepsine azab eder.» (R.E. 91) (Bak: Musibet-i Amme)
«Kişiye, değiştirmeye gücü yetmeyen bir münkeri gördüğü zaman hiç değilse Allah’ın o münkeri sevmediğini bilmesi (yani günahı günah bilmesi) yeter.» (R.E. 243) (Bak: 813/1.p.)
510- Cehennem hakkında Kur’an (2:24) âyetinde «mazi sigasıyla zikredilen اُعِدَّتْ kelimesi, Cehennem’in el’an mahluk ve mevcud olup, ehl-i i’tizalin bilâhare vücudu geleceğine zehabları gibi olmadığına işarettir.
Ey arkadaş! Ateş unsuru, kâinatın bütün kısımlarını istila etmiş pek büyük bir unsurdur. Bir damar gibi kâinatın yaratılışından başlıyarak her tarafa dal-budak salıp gelen şu şecere-i nariyeye nazar-ı hikmetle dikkat edilirse, bu şecerenin başında yani sonunda büyük bir meyvenin bulunduğu anlaşılır.
Evet toprağın içinde büyük ve uzun bir damarı gören adam, o damarın başında kavun gibi bir meyvenin bulunduğunu zannetmesi gibi, âlemin her tarafında damarları bulunan şu şecere-i nariyenin de Cehennem gibi bir meyvesinin bulunduğuna bilhads yani sür’at-i intikal ile hükmedebilir.» (İ.İ.127)
«Bir Hadis’e göre, Cehennem matvîdir, yani bükülmüştür, yani tam açık değildir. Demek Cehennem’in bir yumurta gibi Arz’ın merkezinde mevcud ve bilâhare tezahür edeceği mümkinattandır. İhtar: Cehennem’in şimdi mevcud olmadığına Mu’tezileleri sevkeden bu hadis olsa gerektir.» (İ.İ.129)
Aynı hadisi teyid eden diğer bir hadiste de: Cehennem dört duvarla örtülü yani bir nevi (matvî) olduğu bildirilir.7
Arzın merkezindeki küçük Cehennemle alâkalı olarak çok manidar bir rivayette, Cehhennem’in denizlerle çevrili olduğu beyan edilir: K.H. 951. hadis.
510/1- Mütecaviz ve münafık kâfirlerden, Cehennem azabının tahfif olunmayacağı hakkında Kur’andan bir kaç not:
-Benî İsrail’den (Yahudi Milletinden) dünya hayatını âhirete tercih eden ve bu hırs-ı hayat yolunda her türlü hile ve mezalimi irtikab eden fâsık zâlimler kısmı ve onlara benzeyenlere Cehennem azabı hafifletilmez: (2:86)
-Beyyinat-ı İlahiyeyi ketm ü inkâr ile küfürde ısrar edenler hakkında Cehennem azabı hafifletilmez: (2:162) (35:36)
-Mürtedlerden azab-ı Cehennem tahfif edilmez: (3:83)
-Kendileri şirk ve küfre koştukları gibi, başkalarını da kendi yollarına çevirenlerin azabı artıp hafiflemiyecek: (16:85 ilâ 88)
-Âl-i Firavun ve dolayısı ile kıyamete kadar Firavuniyet yolunu takib edenlerden azab-ı Cehennem tahfif olunmaz: (40:49)
-Cehennem’in her dinmesinde, onlara bir saîr artırılması: (17:97) ve Cehennem’in “Hel min mezid” demesi: (50:30)
-Cehennem ne kötü karargâh, bak: 132. p. da âyet notu.
-Cehennem’de ateşten elbise, bak: 545.p. sonu ve 3775.p.da âyet notu.
-Cehennemde ölmek yok, cild teceddüdü ve galiz azab var, bak: (4:56) (14:17), (20:74)
1Kenz-üd dekaik ah:66ve K.H. hadis:883
2Kenz-ül Ummal ci:14 sh:520 hadis:39476 ve Saffet-üt Tefasir ci:1 sh:282
3S.B.M. ci:2 hadis:321, 322 ve S.M. ci: 2, sh:246, hadis:180-186
4S.B.M: ci: 12 hadis: 2056
5Bu kelime Kur’anda (76:13) âyetinde ve İbn-i Mace tercemesi 10. cild 4319. hadisinde geçer. (Hazırlayanlar)
6S.B.M. hadis:2183 ve S.M. ci:8 sh:160 hadis:2 ve İ.M. Kitab-ı Edeb bab:58 ve K.H. hadis: 613
7R.E. ci:2 sh:347 ve T.T. ci:5 hadis:1187 ve K.H. hadis:883