2685- MÜCEDDİD مجدّد : Yenileyen. Yenileyici. Hadis-i sahihle bildirilen, her yüz yıl başında, dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere Allah tarafından manen vazifeli büyük âlim ve Peygamber’in (A.S.M) varisi olan zat. Bu dinî şahsiyetler İslâm cemiyetinde bilhassa hilafet merkezinde fitne zuhur etmesiyle bozulan millî vicdan, fikir ve iman sahasında ıslahatçı olarak vazife görürler. (Bak: Ahmed-i Farukî, Eimme-i İsna Aşer, Mehdi, Mevlana Halid, Velayet-i Kübra)
İslâm tarihi seyri içinde zuhur eden müceddidlerin tesbitinde, ülema-i İslâm az çok farklı tercihler yapmışlardır. Zira istikbal-i dünyeviyedeki hâdisatın dinî naslarla tayin edilmeleri hikmet-i ilahiyeye uygun gelmediğinden, bazı âyet ve hadislerin ancak işarî manaları ve müceddidiyet için gerekli bazı hususiyetler, müceddidin tesbitinde ölçü olmaktadır. (Bak: 2294/1, 2294/2. p.lar)
Bu ise nassen bir sarahat olmadığından asrın müceddidini kabul etmekte itikadî bir mecburiyet getirmez. (Bak: 2032.p. son yarısı)
Ancak asrın müceddidini ve müstakim cemaatını bilmeyen kimse, mevcut fitneleri, bid’aları ve dalaletleri sezip görmek ve onlardan içtinab etmek ve taklidî olan imanını muhafaza etmekte çok müşkilatla karşılaşır, tehlikeli bir cehalette ve gaflette kalır. Binaenaleyh asrın müceddidini tanımak ve onun dairesi dışında kalmamak gerektir. (Bak: 2447.p.)
Tecdid hareketi cemiyette fikrî ve amelî sahada zuhur eder, yaygınlaşan bid’atların (Bak:446.p.) izalesine, sünnet ve şeairin ihyasına çok ehemmiyet verir. (Bak: 1289.p.) Fikren olduğu kadar fiilen de bid’atlardan kaçar ve sünneti yaşıyarak ihya etmeye çalışır ve takvayı esas alır. (Bak:3143.p.) Bu husus müceddidiyetin ehemmiyetli bir vasfını teşkil eder. Müceddidiyetin temeli olan diğer bir vasfı ise, imânî ve fikrî sahada verdiği vehbî ve ilhamî eserleriyle, fen ve felsefeden gelen her türlü inkâr ve ebâtılı imha edebilmede üstün seviyede olmasıdır.
2685/1- Mehdî ve Deccâl hâdisesi, pek çok hadislerle haber verilmiştir. Âhirzaman fitnesi olarak haber verilen Deccaliyetin tahribat ve ifsatı en son, en büyük ve en dehşetli bir fitne olduğu, yine aynı rivayetlerin ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır.
Aynı zaman ve mekânda Deccaliyetle mücahede halinde olacağı haber verilen Mehdiyet cereyanının da en büyük ve en son müceddid ve mehdiyet hareketi olduğu zâhir oluyor. Zira Mehdiyetin mücahedesiyle yapılan ıslahattan sonra, (18:99) âyetinde de işaret edildiği gibi; tekrar ortaya çıkacak olan fitne, kıyametin kopmasına sebeb olacak fitnedir. (Bak: 2042.p.) Artık o zaman Mehdi-Deccal mücadelesi de olmıyacaktır.
Binaenaleyh âhirzaman fitnesinin zuhur etiğini kabul edenlerin, o fitneye karşı hayatını feda ederek mücahede eden şahsiyetin ve cereyanının da son mehdi ve mehdiyet cereyanı olduğunu kabul etmeleri icab eder. Hele umum dinî cemaatler; zuhur eden bu fitnenin, âhirzamanda geleceği haber verilen Deccal fitnesi olduğunda ittifak etmelerinin mantıkî neticesi olarak, o fitne ve şer cereyanının en çok müdahale, takib ve tahakkümüne maruz kalan dinî şahsiyet ve cereyanının da Deccaliyetle mücahedeye manen vazifedar ve beklenen en büyük ve en son müceddid olduğunu da kabul etmeleri iktiza eder.
2686- Müceddidlerin lüzumu: Âdem Aleyhisselâm’dan Peygamberimiz’e (A.S.M.) kadar zamanla ve tedricen terakki eden beşerin idrak ve ahval-i içtimaiye seviyelerine göre peygamberler ve semavi kitablar gönderildi. Peygamberimiz’den (A.S.M.) ve Kur’an-ı Kerim’den sonra peygamber ve kitab gönderilmedi ve gönderilmeyecek. Halbuki beşerin terakki ve tekâmül kanunu durmadı. O halde neden beşerin terakki seviyesine göre yeniden peygamber ve kitab gelmeyecek?
Cevab: Kur’andan önce gelen semavi kitablar, zamanlarının ihtiyacına ve o zamanki beşerin seviyesine göre gelmişlerdir. Umum zamanlara şamil olabilecek ahkâma medar mana külliyetinde değildiler. Fakat Kur’an, öyle bir mana külliyetine ve camiiyetine sahiptir ki, beşerin bütün terakki seviyelerine cevap verebilir. (Bak: 2419, 3527.p.lar)
Ancak Kur’anın her asrın ihtiyacına cevap veren ders, irşad ve ahkâmını keşf ve izhar etmek için ahkâmda müçtehidler, hikmet ve irşad dersinde de müceddidler gerekmektedir. Demek mana külliyetinden dolayı Kur’andan sonra diğer semavi bir kitaba ihtiyaç kalmadığı gibi, semavi kitabı tebliğ ve tedris vazifesi içinde, varis olan müctehid ve müceddidler yeterli olmuştur.
2687- Bu hakikatı, Peygamberimiz (A.S.M.)
1اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ2 * عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ
3اِنَّ اللّهَ يَبْعَثُ لِهذِهِ اْلاُمَّةِ عَلَى رَاْسِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا
gibi hadis-i şerifleriyle bildirmişlerdir.
Yani Nasılki semavi kitab olan Tevrat’ın hükümran olduğu devrede, muhtelif zaman ve mekânda gelen nebiler, kendilerine kitab gelmediği halde Tevrat’la vazife-i nübüvveti ifa ettiler. Onun gibi, Kur’an ile de muhtelif asırlarda gelen müceddidler, vazife-i veraset-i Nübüvveti ifa ederler.
Demek mana külliyetinden dolayı, Kur’andan sonra semavi bir kitaba lüzum kalmadığı gibi, müceddidler de asırlarında, Kur’an’ın o asra bakan vechini tefsir etmekle veraset-i Nübüvveti ifa ettiklerinden yeni bir peygambere ihtiyaç görülmemiştir.
2688- “Her asır başında hadisce geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri; emr-i dinde mübtedi’ değil, müttebi’dirler. Yani, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve Sünen-i Muhammediyeye (A.S.M.) harfiyyen ittiba’ yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebatılı ref’ ve ibtal ve dine vaki tecavüzleri red ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilan ederler. Ancak tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilat ile ifa-i vazife ederler.” (Ş.669)
2689- “Bu zaman; hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u amme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.
Rivayât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı ammede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.
2690- Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi pek uzak, adeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevî’nin (A.S.M.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdi’de ve cemaatindeki şahs-ı manevîde ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-ı imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış.” (K.L. 189) (Bak: 2294/3 ve 3254.p.lar)
2690/1- Bu asırda müceddidiyetin bir şahs-ı manevî olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor:
“Her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalaletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı manevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı manevîye karşı mağlub olmak kabildir.
Risale-i Nur’un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemel olduğundan o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir. Kur’anın feyziyle Cenab-ı Hakk’ın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur’un meyvedar, kıymettar bir ağaç hükmüne icad-ı İlahî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm gittim. Bütün kıymet Kur’an-ı Hakîm’in manası ve hakikatlı tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir.” (E.L.II 152) (Bak: 3254.p.)
“Evet اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ4 ferman etmiş. Gavs-ı Azam Şah-ı Geylani, İmam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zatlar bu hadisi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsi dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilatlı ve dehşetli şerait içinde, bu şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-i Nur’u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferid manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir hümdarlık vazifesi var.” (KL.7)
2691- Semavi dinlerin ilk devrelerinde samimiyet, ciddiyet, fedakârlık gibi keyfiyet meziyetleri yüksek olur. Sonraları ise mürur-u zamanla kasavet-i kalb, zevk-i hayat ve gaflet galib gelerek dinde lâkaydlık ve bir takım hurafeler zuhur eder. Peygamberlerin ilk davetinde asi olan ümmet, dini kabulden bir müddet sonra te’vilci ve hurafeci bir duruma girince, Allah yeni bir peygamber gönderir.
İslâm dininde de ilk keyfiyet devreden sonra kemmiyet artmakla beraber kısmen keyfiyet azaldı, salabet-i diniye ve ihlas zayıfladı, fitneler zuhur etti. Böyle fitneler ve dalaletlere karşı Allah yeni bir tecdid-i din hareketiyle ha-yat-ı diniyeyi ihya ettirir. Bu hakikatı ifade eden bir âyet-i kerimeyi Elmalılı Hamdi Efendi şöyle tefsir ediyor:
“(28:45) وَلٰكِنَّٓا اَنْشَاْنَا قُرُونًا Ve lâkin biz bir çok karnlar inşa ettik. Kurun-u ûlâ helâkinden sonra Tevrat’ın neş’e-i hidayetiyle kurun-u vusta husule geldi.
فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۚ Onların da üzerlerine ömür uzadı. Mürur-u zaman ile kocadılar, şaşkınlaştılar, o neş’e köreldi, o iman dinçliği, o amel kudreti kalmadı. (Bak: 3206, 3207, 4097-4099.p.lar) Hiss-i dinî söndü; türlü bid’atlar, ihtilaflar, tahrifler ile şeriat ve ahkâm bozuldu. Bahusus sonlarına doğru fısk ü fetret çoğaldı. Binaenaleyh hikmet-i ilahiye yeni bir ruh ile yeni bir teşri’ iktiza etti. Musa’nın (A.S.) hissettiği o ateşi yeniden duyurmak, muhabbetullah ile yeni bir hayat şevk u neş’esi vermek için yeni bir kitab, yeni bir peygamberle ahbar u ahkâmı yenilemek lâzım geldi; bu sebeble sana vahiy gönderip bunları bildirdik. Tevrat, kurun-u vustayı tenvir için verildiği gibi, bu suretle Kur’an da kurun-u vustanın fetretine nihayet verip kurun-u cedideyi tenvir için gönderildi.
2692- Fıkıhda “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” kaidesinin bir esası demek olan bu veciz âyet, bi’set-i Muhammediyenin bir sırr ü hikmetini göstermekte ve Kur’anın her zamana hâkim olabilmesinin esas vechini anlatmaktadır ki, tetavül-i ömür ile eskimiş olan cemiyet-i beşeriyeyi emr-i Hak olan diğer bir neş’et, “bir neş’et-i uhra” ile yenilemek kanunu; bunun mısdaki Sure-i Hadid’de gelecek olan
اَلَمْ يَاْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلاَ يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ اْلاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ{ ١٦ }
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يُحْيِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَۜا قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ اْلاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ{ ١٧ }
(57:16,17) âyetidir. “Allah Teala bu ümmete muhakkak her yüz sene başında dinini yenileyecek kimse gönderir” mealindeki hadis-i şerif dahi asırdan asra bu âyetlerin tatbikine teşvik yollu bir va’ddir.
اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ5 hadis-i şerifinin mazmunu bu suretle tecelli eder.” (E.T. 3740)
2693- Bazı müceddidlere bilhassa ilk devrelerinde bazı itirazlar olmuş ise de, sonraları onların büyük şahsiyetler oldukları anlaşılıp iyi niyet sahipleri onlardan istifade etmişlerdir. Ezcümle: Tarihin Şeref Levhaları isimli eser, İmam-ı Gazali Hazretlerine yapılan garib bir itiraz hâdisesini nakleder:
Gazali Hazretlerinin muarızlarından âlim bir zat, Gazali’nin (R.A.) eserini imha etmek için, aleyhe geçirdiği kimselerle kitablarını toplayıp depo eder. Bu esnada gördüğü müdhiş bir rüyada, bu cinayetine karşı ceza olarak vurulan kamçılardan sonra uyanan muarız zat, kamçıların darbesinden bir müddet yatakta kaldıktan sonra, müceddid Gazali’nin (R.A.) o asrı irşad ile vazifeli olduğunu anlar ve eserleriyle hizmete başlar. Daha sonraları erbab-ı ilim, Gazali Hazretlerinin asrının müceddidi olduğunu tesbit ettiler.