2874/1- NİSA نساء : (Kadınlar) Arapçada “imreetü, mer’etün, meretün, cem’i: nisaün ve nisvetün ve nisvân” kelimeleridir ve kadınlar demektir. Avret de denir. (Bak: Avret)
Yeryüzünde kesretli enva arasında en üstün varlık olan insan nev’i, pek çok hususiyetleriyle birbirine mütenasibiyet ve fıtraten mütekâbil ihtiyâcat üzere erkek ve kadın olarak iki kısım yaradılmıştır. Kadın fıtraten lâtif, nâzik ve erkeğin nazarında câzib ve sâhib-i cemaldir. Bunun için şeriat kadını gayr-ı meşru nazarlardan ve tasallutlardan korunması ve daha pek çok hikmetler için tesettürü farz kıldı.
Bediüzzaman Hazretleri, bu hususla alâkalı olarak verdiği izahlardan bir kısmında şunları kaydeder:
“Kur’an, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, haya perdesini takmasını emreder. Tâ hevasat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Alet-i hevasat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler... Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki: Aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki: Açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir.”(S.410)
“Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlahiyenin munis, latif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki; kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü siretidir. Ve en kıymetdar ve en şirin cemali ise; ulvî ciddî, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, latife mahlûkun hukuk-u hürmeti, o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa: Hüsn-ü suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda bîçare hakkını kaybeder.” (S.639)
Hem “kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet birkadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette ebedi arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı başkasının nazarını kendi mehasinine celbetmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen onun ile alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvanî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddi bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır.” (L.196)
Kur’an (2:25) âyetinde: “Onlar (cennet ehli) için orada (cennette) mutahhar (çok temiz) zevceler (eşler) de var” mealindeki âyette müjdelendiği gibi, «İnsan en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını , şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak; gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam; velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sani ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zâhiri olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin arızalardan hâli olmasıdır.” (İ.İ.145)
2874/2- Kadın erkek farklılığı hakkında Kur’an’da şöyle buyrulur:
(4:34) “بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ Çünkü Allah rical ve nisanın ba’zısını diğerine hilkaten tafdil etmiştir. هُمْ zamiri delâletiyle bundan erkeklerin kadınlara fazl ü rüchanı anlaşılmakla beraber âyetin öyle bir hüsn-i beyanı vardır ki bu fazl ü fazileti بِمَا فَضَّلَهُمُ اللّٰهُ عَلَيْهِنَّ diye alel’ıtlak erkeklere hasr etmemiş, mübhem olarak ba’zısının diğerine tafdilini (üstün kılındığını) ifade eylemiştir. Bu ise erkeğin kadında bulunmayan bir takım mezaya-yı fıtriyeyi haiz olduğu gibi aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan ba’zı mezaya-yı fıtriyeyi haiz olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin yekdiğerine muhtelif cihetten muhtaç bulunduklarını ve bu suretle erkekle kadın fıtraten mütefavit ve mütekabilen müfteadıl (yani birbirine karşı farklı cihetlerden üstünlükleri) olduğu gibi her erkeğin ve kezalik her kadının da seviyeleri bir olmadığını ve binaenaleyh her erkek her kadın ile ferden mukayese edilemiyeceğini ve maamafih bütün bunlar topyekûn karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacı, erkeklerin kadınlara ihtiyacından fazla ve çünkü beyan olunduğu veçhile asıl mi’yar-ı fazilet olan kesb ü iktisab nokta-i nazarından erkek haslet-i failiyetle kaim (yani aile hayatında idareci ve icraatçı), kadın ise hissi itaat ve haslet-i kabiliyet ile rakik ve cazibedar bir fıtratta ve bunun için kuvvet-i rical ile himaye ve muhafazaya daha ziyade muhtaç, ve binaenaleyh binnetice suret-i umumiyede fazl ü rüçhanın rical tarafından bulunduğunu vilayet-i emir ve salâhiyet-i idarenin bihakkın erkek olan ricale tevdii ve kadınların onlara itaatı hem bir hak ve hem de menfaat-i nisvanın muktezası olduğunu pek beliğ bir îcaz ile tefhim eyler.
İşte erkeklerin nübüvvet, imamet, velâyet, ikame-i şeair, hudud-i kısasta şehadet, vücûb-i cihad, vücûb-i cum’a, ezan, hutbe, i’tikâf, asabalık, katl-i hata ve kasamede tahammül-i diyet, talâk u ric’atte istiklal gibi bir takım hasais ve hukuk-u vezaif ile temayüzleri de bu cümledendir.
قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ olarak ailede hakk-ı riyaseti haiz olmalarının bir sebebi bu tefadul-i fıtrî, biri de وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ erkeklerin mallarından bir kısmını mehir ve nafakaya sarf etmeleri kazıyyesidir. Ki kesbî olan bu sebeb de evvelkine merbuttur. Ve kadınların mirastan nasibleri yarım olması bilhassa bu sebeble alâkadardır. Ve bunda kadınların menfaatı, irste müsavi olmalarından çok ziyadedir.” (E.T. 1348-1350)
2874/3- Zevceyn arasında mütekabil haklar: (2:228) “وَلَهُنَّ ve kadınlar için erkekler üzerinde مِثْلُ الَّذ۪ى عَلَيْهِنَّ erkekler için kadınlar üzerinde bulunan hukuka mümasil بِالْمَعْرُوفِۖ ma’ruf veçhile, yani tanınması ve muhafaza edilmesi vacib hukuk, mevcuddur, ki bunlar müteaddid âyetlerde beyan olunmuştur.
Ezcümle: (2:229)فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ
(4:19) وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ
(2:233) وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ
(4:34) اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ
(4:4) وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ
(4:20)وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَارًا فَلاَ تَاْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًۜا
(4:129) وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلاَ تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ
İmdi bu hükmün umumu içinde şu da anlaşılıyor ki hîn-i nikahta mehir tesmiye edilmemiş ise, mehr-i misil de lâzım gelir.
وَ Maamafih اَلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّدَرَجَةٌ erkekler için kadınlar üzerinde fazla bir derece vardır. Maksadı izdivacda erkekler kadınlar müşarik olmakla beraber üzerlerinde bulunurlar, onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler, idare ve infak eylerler, me’unet-i aileyi erkekler çekerler, erkeklerin bu gibi cihetlerle der’uhde edecekleri fazla vecibeye mukabil meziyet ve dereceleri de fazladır.” (E.T. 785)
2874/4- Bazı rivayetlerde İslâm kadınlarının asr-ı saadette (yani fitnenin bulunmadığı en mükemmel İslâm cemiyetinde) gazaya iştirakleri olduğu; yani, geri hizmetlerde çalıştıkları bildirilmiştir. (Bak: S.B.M.1216.hadis) Zamanımızın fitne ve bozuk cemiyetinde, şeriat imamları kadının camiye çıkmalarını dahi caiz görmüyorlar. (Bak: 181,182, 183.p.lar)
Bir rivayette: “Kadını cemiyetin idaresinde veliyy-ül emir, idareci tâyin eden cemiyet felâh bulmaz” buyrularak ümmet ikaz edilir. Bu rivayete istinaden imamlar, kadının veliyy-ül-emir olamıyacağı hükmünü vermişlerdir. (Bak: D.M.i.F. shf: 3469, H.G. 339.hadis, Buharî: 92-18, Tirmizî fiten 75, K.H.2080. hadis (S.M. ci: 4, shf: 263) Bütün beşer âlemine Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberler yalnız erkekler arasından gönderilmiştir. (Bak:3933.p.ta bir âyet notu)
Sağlam İslâm cemiyetlerinde dahi kadınların hâkimlik yapmalarını, müçtehidlerin ekserisi caiz görmemişlerdir. Hukuk-u İslâmiye ve İstilâhatı Fikhiye Kamusunun altıncı cild 429. sahifesindeki (kadıların=hâkimlerin evsafı) bölümünde bu hususun tafsilâtı vardır. Ancak bu bölümdeki hükümleri İslâm cemiyetinde câri olduğu da unutulmamalıdır. Aksi halde cemiyette en büyük ifsad kapısının açılmasına sebebiyet verilir.
Hikmet-i İlahiye her nevi mahlukları ve herkesi vazife-i fıtriye ve gaye-i hilkatlerine göre vücud şekli verip çeşitli istidat, kabiliyet ve cihazatla teçhiz etmiştir. O şey veya kimse, kendi hususiyetlerine uygun olan vazifede çalışması veya çalıştırılması ile kendi hususiyetlerindeki İlahi hikmetler tezahür eder ve istidatları zamanla gelişir. Vazifesinde de muvaffak kılınır. Nitekim Kur’an (17:84) ayetinde çok hakikatlerle beraber, insan nevindeki bu hakikate işaret edildiği gibi (4:119) gibi ayetlerle de hilkatin tağyiri ile, hilkat nizamını bozmak ve ona ters düşen harekette bulunmak, şer hesabına geçeceği beyan edilir. Bu zahir hükümlerin derin hikmet ve mahiyetlerini izah eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Bir işde muvaffakıyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatını muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde fıtrat, adem-i muvafakatla cevab verecektir.” (İ.İ. 110)
“Evet Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği şeriatın hakaikı, fıtratın kanunlarındaki müvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet, nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegâne bir âmildir.” (İ.İ. 111)
“Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delail, uhud-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur. Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna fıskın birinci sıfatı olan (2: 27) يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet bu âmiller hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser atar. Evet şehvet veya gazab haddini aşarsa, ırz ve namuslar pay-mal olur, masumlar mahvolur.
Buna da, fıskın ikinci sıfatı olan وَ يَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّٰهُ بِهِ اَنْ يُوصَلَ cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza dünyanın nizamının bozulmasını intac edip fesad ve ihtilale sebebiyet veren iki ihtilalcidirler.
Buna dahi, fıskın üçüncü sıfatı olan وَ يُفْسِدُونَ فِى اْلاَرْضِ cümlesiyle işaret edilmiştir. Evet fasık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi itidali kaybedip safsatalara düşerse, itikadata ait rabıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar. Ve keza kuvve-i gazabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayat-ı içtimaiyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder. Ve keza kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa heva-i nefse tabi olur, kalbinden şefkat-i cinsiye zail olur, kendisi berbad olacağı gibi başkalarını da berbad edecektir. Bu itibarla fasıklar hem nev’inin zararına, hem arzın fesadına çalışmış olur. » (İ.İ. 165)
“يَنْقُضُونَ : Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak manasını ifade eden “nakz” tabiri, yüksek bir üslûba işarettir. Sanki Cenab-ı Hakk’ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın enva’ına dağıtır iken, en acib silsilesini nev’-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz’-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz’-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur.” (İ.İ. 173)
(2:27) وَ يَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّٰهُ بِهِ اَنْ يُوصَلَ Bu cümledeki emir, iki kısımdır.
Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tabir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
Diğeri, emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ; ilmin i’tası, manen ameli emrediyor; zekanın i’tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekayı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudre-tin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen te’sis edilen muvasala hattını kesiyorlar.” (İ.İ. 174)
Mezkur nisa mevzuunun fıtrat kanunlarına uymak meselesinde en ehemmiyetli cihet şudur ki, hikmet-i İlahiyenin farklı veya müşterek olarak çeşitli vasıflar ve meziyetlerle teçhiz ettiği erkeklerin ve kadınların fıtratlarına uygun hayat ve hareket tarz ve kanunlarını mutlak isabetle vazedebilecek olan ancak onların Sani’leri olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmektir.
Evet Cenab-ı Hak insanları yaşayışlarında başıboş bırakmayıp peygamberleri vasıtasıyla uyacakları şeriatı gönderdiği herkesin malumudur. Bu şeriata uygun hayat ve hareket, fıtrata uygun hayat ve hareket demektir. Buna muhalif olan hayat ve hareket ise, İlahî hikmet ve gayeye ve istikamete; Rububiyetin terbiyesine ve Onun fıtrat kanununa aykırı düşen dalalet yolu olup insan fıtratının fesadını, dünya ve ahiret hayatının mahvını intac eder.
İşte nisa taifesini açık-saçık ve erkeklerle iç içe karışık olarak cemiyetin her sahasında tavzif etmek mezkur tekvinî teşri’î kanunlara muhalefet olduğundan fitneye kapı açılır. (Bak: 983. p.)
Atıf notları:
-Sıbgatullah hakikatına muhalif düşen gayr-ı fıtrî tezeyyün (Bak: 3375. p.)
-Kadınlar dinde emredildiği gibi örtünmelidirler. (Bak: Tesettür)
-Kadının temel olduğu aile hayatının muhtelif hususiyetleri: (Bak: Aile)
-Kadında haya ahsendir rivayeti: (Bak: 1239.p.sonu)
-Âhirzaman fitnesinde kadınların rolü: (Bak: 981/983.p.lar)
-Avrupa sefih hayatının nazarında kadının putlaştırılması: (Bak: 3294 ve 938.p.sonu)
-Kadın, şer’î nikâh ile disiplin altına girer: (Bak: 2859.p.)
-Kadında akıl ve din noksanlığı: Bak: İ.M. 4003. hadis.
-Âhirzaman fitnesinde kırk kadına bir erkek nezaret edeceği rivayeti: (Bak: 2861.p.)
-Âhirzaman fitnesinde insanların kıbleleri kadınlar olacak rivayeti: (Bak: 983.p.sonu)
-Mirasta kızların hakkı: (Bak: 2469.p.)
-Fitraten zayıf olan kadınların cemiyeti kavi olduğuna işaret eden bir nükte-i Kur’aniye: (Bak: 1834.p.)
-Kadının ilk yaradılışı: (Bak: Havva)
Bir âyet notu:
-Kadın-erkek arasında hiss-i meveddet ve rahmet: (30:21)