1930- KALB قلب  : Vücudun kan dolaşımı merkezi. Yürek. *Gönül. *Herşeyin ortası. *Bir halden diğer bir hale çevirme. Değiştirme. *İmanın mahalli. *Fuad, sıkt-ül ilim, tabut-ül ilim, beyt-ül hikmet, via-i ilim de denilir. Daima değiştiği ve hareket halinde olduğu için kalb ismi verilmiştir. *Bir şeyi geri döndürmek ve çevirmek.*Bir şeyin içini dışına ve dışını içine çevirmek. *Aks ve tahvil. *Ehl-i tahkik indinde: Çam kozalağı şeklindeki cisamanî et parçasında bulunan manevi hislerdir. (Bak: Latife, Muhabbet, Süveyda-ül Kalb)

1931- “Kalben maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh o latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet nasılki bütün aktar-ı bedene mâ-ül hayatı neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır ve maddi hayat onun işlemesi ile kaimdir. Sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar. Kezalik o latife-i Rabbaniye, âmâl ve ahval ve maneviyatın hey’et-i mecmuasını hakiki bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesi ile mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.” (İ.İ.77)

1932- “Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i camia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir. Evet insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i manevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-ı kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu; had ve hesaba gelmiyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nurani kitablar gösteriyorlar.

İşte madem kalb ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek haletinde bir şecere-i azimenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevi, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde dercedilmiştir. Elbette ve her halde o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş, elbette o kalb dahi akıl gibi işliyecek.” (M.443)

“Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde, kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvvet-i hâfıza, bir kütüphane hükmünde binler kitab kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki: Kalb-i insan kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.” (L.57)

1933- “Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin envaiyle, eczasiyle pek çok alâkaları vardır. Esma-i Hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri; hem de düşmanları vardır. Ancak Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakiki ile itmi’nan edebilir.

Ve keza o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve Vahid-i Ehad’den başka merkezinde bir şeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî bir bekadan maada bir şeye razı olmuyor.

İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle, imanla intibaha gelirse; nuranî misalî Âlem-i Emir’den gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki, onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye gözmezse, kuru bir çekirdek kalaraka nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.

Ve keza, o habbe-i kalb için, pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh olur. Hatta kalbin hâdimlerinden bulunan hayal meselâ en zaif, en kıymetsiz iken hapiste ve zindanda kayıtlı olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır.” (M.N.117)

“Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin, bir ayinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i beka, o ayine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil. Belki o ayinede istidada göre cilvesi bulunan Baki-i Zülcelal’in cilvesine karşı muhabbetindir ki, belahet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş.” (L.136)

1934- “İnsanın kalb cüzdanındaki letaif ve akıl defterindeki havas ve istidadındaki cihazat; tamamen ve müttefikan saadet-i ebediyeye müteveccih ve ona göre verilmiş ve ona göre techiz edilmiş olduğuna ehl-i tahkik ve keşf müttefiktirler.” (S.88)

Evet “kalbin umûr-u dünyeviye ile kasden iştigal etmek için yaratılmış olmadığı şöylece izah edilebilir: Görüyoruz ki, kalb hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onun ile beraber kalmak istiyor.Ve onun hakkında tam manasıyla fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umûr-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalb, ebed-ül âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fani dünyaya razı değildir.” (M.N.120)

1935- Keza Mahbub-u Baki’ye hasr-ı muhabbeti ifade eden:

يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde, kalbi masivadan tecrid ediyor, kesiyor. Şöyle ki: insan, mahiyet-i camiiyeti itibariyle mevcudatın hemen ekserisiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i camiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet dercedilmiştir. Onun için insanda umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennet’e bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki muhabbet ettiği mevcudat, durmuyorlar, gidiyorlar, firaktan daima azab çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevi azaba medar oluyor. O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünki kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemal-i bakiye malik bir zata tevcih etmek için verilmiş. O insan su-i istimal ederek o muhabbeti fani mevcudata sarfettiği cihetle kusur ediyor. Kusurun cezasını, firakın azabıyla çekiyor.

İşte bu kusurdan teberri edip o fani mahbubattan kat-ı alâka etmek, o mahbublar onu terketmeden evvel o onları terketmek cihetiyle Mahbu-u Baki’ye hasr-ı muhabbeti ifade eden يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى olan birinci cümlesi: “Baki-i Hakiki yalnız sensin. Masiva fanidir. Fani olan elbette baki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz.” manasını ifade ediyor” (L.14)

1936- “Allah kalbin batınını iman ve marifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zahirini, sair şeylere müheyya etmiştir. Cinayetkâr hırs kalbi deler, sanemleri içine idhal eder. Allah darılır, maksudunun aksiyle mücazat eder.” (H.Ş. 139)

1937- “Nur-u akıl, kalbden gelir.

Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.

O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.

Gözünde bir nehar var; lakin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver.

O içinde bulunmazsa, o şahm-pare göz olmaz, sen de birşey göremez. Basiretsiz basar da para etmez.

Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.” (S.705-706)

1938- Medeniyetin ruhu olan Roma dehasıyla, kalbin nuru olan Kur’an hidayetinin farkları:

“O deha ile bu hüda menşe’leri ayrıdır: Hüda semadan indi, deha zeminden çıktı.

Hüda kalbde işliyor; dimağı da işletiyor. Deha dimağda işler, kalbi de karıştırır.” (S.714)

“İmanın yeri kalbdir; dimağ ise oluyor ma’kes-i nur-u iman. Bazan da mücahiddir, bazan süpürgecidir. Dimağda vesveseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese sarsılmaz iman, vicdan.

Yoksa bazıların zannınca iman dimağda olsa, ruh-u iman olan hakkalyakîne ihtimalat-ı kesîre olur birer hasm-ı bîeman.

Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis; tarik-ı iman. Fikir ile dimağ, bekçi-i iman.” (S.732)

1939- Mahall-i iman olan kalb eğer nur-u imanla münevver olursa, cesedin maddi ve manevi bütün cihazat ve hissiyatı da salih olur. Eğer kalb nur-u imandan hissesiz kalarak fesada uğrarsa, cesed de bütün cihazatıyla fesada uğrar. Zira cesedin diyanet hayatında, kalb merkez ve kumandandır. Bu hakikatı şu hadis çok veciz ifade ediyor:

­اَلَا وَ اِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً اِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَاِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُكُلُّهُ الَا وَهِىَ الْقَلْبُ

“Agâh olur, cismin içinde bir lokmacık et (parçası) vardır ki, iyi olursa bütün cesed iyi olur, bozuk olursa bütün cesed bozulur. İşte o (et parçası) kalbdir.”1

Bu hadisde geçen kalbden maksad, iman şuurudur. Zira kalb, mahall-i imandır. Demek iman kâmil olursa, insan da salih olur. Şu halde tahkikî iman dersleri, bilhassa bu zamanda en mübrem bir ihtiyaç halindedir. (Bak: 1642.p.)

1940- Kalb hakkında âyetlerden birkaç not:

-Kalb-i selim: (26:89) (37:84) (Bak: 419 p.da bir âyet notu)

-Kalb-i münib (halisiyetle Allah’a bağlı kalb): (50:33)

-Ehl-i kalbin tefeyyüzü: (50:37) (Bak: 1382, 4101/2 p.lar)

-Kalbin zikirde gafleti: (18:28)

-Maneviyatta hissiz kalbler ve kalb körlüğü: (7:179) (21:3) (22:46)

-Kalbler hatmedilse (hidayetsiz, duygusuz bırakılsa) Allah’dan başka kim duygu verebilir: (6:46)

-Kalbin mahiyetinde bir hayır hali varsa, Allah bilir ve o likayata göre muamele eder: (8:70) (48:18)

-Kalbin manevi hassasiyeti: (8:2) (22:35)

-Kalbi maneviyatta hasta olanların hali: (9:125,127) (Bak: 1213/1.p.)

-Günahların kalbi manen karartması: (83:14)

-Kalbin mühürlenmesi ve perdelenmesi (maneviyata karşı kapanması): (2:7) (6:25) (7,100,101) (9:87.,93) (10:74) (16:108) (17:46) (18:57) (30:59) (40:35) (42:24) (45:23) (47:16)

Atıf notları:

-Kalb ayağıyla tarikatta sülûk, bak: 3665.p.

-Kalb insan latifelerine bir kumandandır, bak: 3667.p.

-Kalb ile vicdan mahall-i iman, bak: 1120.p.

-Allah’ın kalbini açtığı insanın nur üzerinde olduğu, bak: 2896.p.da âyet notu.

-Âhirzaman fitnesinde sefahetle kalblerin ölmesine dair rivayet, bak: 985.p.

-Heva ve sefahetle kalbin körleşmesi, bak: 1524.p.

1 S.B.M. hadis:48

Yukarı Çık