2289/1- MEDRESE مدرسه : Ders yapılan yer. Dinî derslerin okutulduğu, okunduğu yer. Bu medreselerde hayatını tahsile hasreden talebe-i ulûma çok değer verilmiştir. (Bak: 203.p.) Zira medrese tahsilinin asıl gayesi, ulûm-u âliye denilen tahkikî iman ve hikemiyat-ı Kur’aniyeyi ve fazilet-i İslâmiyeyi kazanmaktır. Fakat Osmanlı Devleti’nin bilhassa son devirlerinde Arabî gramer ve sarf, nahiv gibi âlet ilimlerine fazla ağırlık verilerek medreselerin asıl gayesi zayıf kaldı. (Bak: 256.p.)

Cumhuriyet döneminde ise -ıslah edilmesi gerekirken- 3 Mart 1924’de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile hükümet tarafından medreseler maalesef tamamen kapatıldı; tedrisat hükümetin tekelinde kaldı. Ancak 1950 sonrası halkın gayretiyle açılan Kur’an Kursları ve laik devletin kontrolünde bulunan İmam Hatip Okulları, Yüksek İslâm Enstitüleri ve İlahiyat Fakültesi devletin müsaadesi ve tasarrufu çerçevesinde açılmış fakat asrın dinî ihtiyacı karşısında çok eksik ve yetersiz kalmıştır. Asrın fitnesine karşı gerekli olan ilim, fazilet ve irşad iktidarına sahip olamamıştır. Hatta Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı Devleti’nin son devresindeki Darülfünun’u dahi maneviyat ve iman-ı tahkikî cihetinde eksik görmüştür. (Bak: 1120.p.)

Bu sebeble kendisi asrın ihtiyacına cevap verecek, manevi yapısı sağlam ve bid’alardan uzak, dinî bir darülfünün açmak hususunda Sultan II. Abdülhamid devrinden beri hükümet erkânına teklifler getirmiştir. Bu mesele ile alâkalı olarak Tarihçe-i Hayatında ve bazı eserlerinde şu izahat verilmektedir:

2289/2- “Bediüzzaman, Ankara’da bulunduğu müddetçe en birinci maksadı olan Şark Darülfünununun te’sisi için uğraşmaktan kat’iyyen geri durmadı. Bir gün meb’uslar heyetine der:

-Bütün hayatımda bu darülfünunu takib ediyorum. Sultan Reşad ve ittihadcılar yirmibin altın lira verdiler. Siz de o kadar ilave ediniz..

O zaman yüzelli bin banknot vermeye karar verdiler. Bunun üzerine, “Bunu meb’uslar imza etmelidirler.” der. Bazı meb’uslar diyorlar ki:

-Yalnız sen medrese usulüyle, sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun; halbuki şimdi garblılara benzemek lâzım. Bediüzzaman:

-O Vilayet-ı Şarkiye, âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmündedir; fünun-u cedide yanında, ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünki ekser enbiyanın şarkta, ekser hükemanın garbda gelmesi gösteriyor ki; şarkın terakkiyatı dinle kaimdir. Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da şarkta her halde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk’e hakiki kardeşliğini hissedemiyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde muhtacız. Hatta bu hususta size bir hakikatlı misal vereyim:

Eskiden Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: “Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.” Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben, dört sene sonra esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: “Ben şimdi rafizî bir Kürd’ü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.” Ben de: “Eyvah! dedim, ne kadar bozulmuşsun?! Bir hafta çalıştım, onu kurtardım; eski hakikatlı hamiyete çevirdim. İşte ey meb’uslar! O talebenin evvelki hali, Türk Milleti’ne ne kadar lüzumu var. İkinci hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek -farz-ı muhal olarak- siz başka yerde dünyayı dine tercih edip, siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de; her halde şark vilayetlerinde din tedrisatına azami ehemmiyet vermeniz lâzım. Bu hakikatlı maruzat üzerine muhalifler dışarı çıkıp, 163 meb’us o kararı imza ederler.” (T.H.143)

2289/3- Hem bu darülfünunda Risale-i Nur okutulmalıdır. Evet” te’sis edilecek Şark Darüfünununun ilk müteşebbisinin bir ders kitabı olan ve ulûm-u müsbete ve fenniye ile ulûm-u imaniyeyi barıştıran ve bu otuz seneden beri bütün feylesoflara meydan okuyan ve resmî ülemaya dokunduğu ve eski hükümetle resmen mübareze ettiği halde bütün bunlar tarafından takdir ve tahsine mazhar olan ve mahkemelerde beraet kazanan Risale-i Nur’un bu vatan ve millete te’min ettiği asayiş ve emniyettir ki: İslâm memleketlerinde, hususan Fas’ta, Mısır ve Suriye ve İran gibi yerlerde vuku bulan dahilî karışıklıkların bu vatanda görülmemesidir. İşte nasılki bu vatan ve millette Risale-i Nur -emniyet ve asayişin ihlaline sair memleketlerden daha ziyade esbab bulunmasına rağmen- asayişi te’min etmesi gösteriyor ki; o Doğu Üniversitesi’nin te’sisi, beşeri müsalemet-i umumiyeye mazhar kılacaktır. Çünki şimdi tahribat manevi olduğu için ona mukabil tamirci manevi bir atom bombası lâzımdır. İşte bu zamanda tahribatın manevi olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci manevi atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’i bir delil olarak üniversitenin mebde’ ve çekirdeği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir. O manevi tahribata karşı Risale-i Nur tamirci ve manevi bir atom bombası olmuş...” (E.L.II.185)

Evet “ulûm-u diniye o üniversitede esas olacak. Çünki hariçteki kuvvet tahribatı manevidir, imansızlıkladır. O manevi tahribata karşı atom bombası ancak manevi cihetinde maneviyattan kuvvet alıp o tahribatı durdurabilir.” (E.L.II.225)

Hem bu darülfünunu “medrese nam me’luf ve me’nus ve cazibedar ve şevkengiz itibarı olduğu halde büyük bir hakikatı tazammun ettiğinden rağabatı uyandıran o mübarek medrese ismiyle tesmiye.” Hem “fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc.. ve Lisan-ı Arabî vacib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak...” (Mün.77)

2289/4- Maarif-i cedide denen müsbet fenlerin, tabiat kanunlarına ve sebeblere müessiriyet veren ifade şeklinin İslâmîleştirilmesini isteyen Bediüzzaman Hazretleri bu çok ehemmiyetli hususu şöyle ifade eder:

“Zahiren hariçten cereyen eden maarif-i cedidenin bir mecrası da, bir kısım ehl-i medrese olmalı. Ta gıll ü gıştan tasaffi etsin.

Zira bulanıklığıyla başka mecradan taaffün ile gelmiş ve atalet bataklığından neş’et istibdad sümûmu ile teneffüs eden, zulüm tazyiki ile ezilen efkâra bu müteaffin su, bazı aksülamel yaptığından, misfat-ı şeriat ile süzdürmek zaruridir. Bu da ehl-i medresenin dûş-u himmetine muhavveldir.” (H.Ş. 92) (Bak: Maarif)

2289/5- Bediüzzaman Hazretlerinin te’sisini çok arzu ettiği bu darülfünun, çeşitli manialar sebebiyle tahakkuk etmeyince, imanî ve dinî dersleri ihtiva eden Risale-i Nur eserlerini te’lif ederek bu eserlerin okunduğu gayr-ı resmî Nur medreselerinin açılmasının lüzumunu bildirdi ve bu medreseler Anadolu sathında yaygınlaştı. Bu medreselerde Risale-i Nur eserlerinin okunmasıyla talebe-i ulûm (Bak: Talebe-i Ulûm) şerefinin kazanılacağını beyan eden Bediüzzaman, hizmetkâr talebeleriyle beraber bulunduğu medresede hayatı boyunca Risale-i Nur eserlerini okutup ve okuyarak medrese hayatını bilfiil ihya etmiştir. İman sahasında son asrın tecdid hareketinin merkeziyetini teşkil eden bu medreseler devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecektir. Zira Risale-i Nur’da beyan olunan malum üç vazifenin en birincisi ve en ehemmiyetlisi olan iman hizmetinin merkeziyetini teşkil eden Nurculuğun manevi medreseleri sahasında yerini alan manevi hizmet hey’etinin, İslâmiyet’in gelecekteki hâkimiyet devresinde de mezkûr birinci vazifenin istinadgâhı olarak manevi bir ordu şeklinde devam edeceğini beyan eden Hz. Bediüzzaman, vasiyetnameleri ile de bu hususu te’minat altına almıştır. (Bak: 2303 ve 3940.p.lar)

Bu bahsolunan Risale-i Nur medreselerinin hizmet-i diniyeye ve tekamüle vesile olabilmesi için bazı ehemmiyetli hususiyetleri bulunması gerekiyor.

Mâlum olduğu üzere cemiyet veya cemaatlardaki yaşayış tarzları ve sohbetleri gibi hususiyetler, ferdlere te’sir eden en ehemmiyetli sebeblerdir.

Risale-i Nur eserlerinden İçtihad Risalesinde mukayese edilen Asr-ı Saadet cemiyetiyle asrımızın cemiyeti arasında müsbet ve menfi te’sir unsurları olan sebebler üzerinde durulur.

Asr-ı Saadetteki cemiyet, iyi niyet sahibi olanların istidad ve kabiliyetlerini emsalsiz derecede, dince makbul kemalatın inkişafına vesile olurken, asrımızdaki cemiyet hayatı, kemâlata mani olan tereddiye itmektedir.

Asr-ı Saadetteki cemiyette bütün sohbetler ve umumî olarak merak edilip rağbet gören mes’eleler, kelâm-ı ilâhiyeden murad ve marziyat-ı İlâhiyeyi anlamak ve âhireti kazanmak idi. Zamanımızda ise:

1: Hayat-ı Dünyeviyenin te’mini...

2: Siyaset merakları...

3: Felsefenin revacı... Yani: dinî hükümlere tabi olmak yerine, kendi arzusuna ve aklına göre dini te’vil edip veya dini mevzu etmeden hareket etmekle kendi isteklerine uymaktır. (Bak: 3698.p.) Böyle bir cemiyetteki ferdlerin ekserisi, şahsî ve dünyevî menfaat ve zevklerine bağlı, nefis ve enaniyetine mübtela ve hak nizamına uymayıp ihtilaflara yol açan ve hamiyet-i diniye ve vataniye hislerinden mahrum bir hale düşerler.

Böyle bir hale düşmemenin ehemmiyetli bir çaresi, Asr-ı Saadet cemiyetinin mezkûr hususiyetlerine bir derece sahip olan bir cemaat içinde olmak-tır.

Bu cemaat, asrın içtimaî üç hastalığı olan hayat-ı dünyeviye ve dünyanın makamı ve maaşına teşvik eden, siyasi mes’elelere nazarları çevirip merakı tahrik eden ve aklî muhakeme ve nefsanî temayüllerle dinî hükümlerde tasarrufa yol açan sohbet, anlayış ve çalışmalara bünyesinde yer vermez.

İşte Bediüzzaman Hazretleri Nur cemaatinin haslar dairesini bu hususiyetler içerisinde tutar. En birinci vazifesi olan iman hizmetinin istinad ettiği medreseler sahasında buluşup birleşen ve cemiyetin mezkûr menfi te’sirlerinden azâde kalmaları için siyasî ve içtimaî mücadelelerden uzak duran bir müsbet cemaat-i kalileden (Bak: 958/1,1979,2477/1,3941 .plar) yani haslar dairesinin bulunmasını ısrarla ister. Ancak ehl-i siyasetin ikaz ve irşadı gibi hususların ifası müstesnadır.

Hem bu dar ve haslar dairesi resmiyetin müdahalesi altına girmez ve ehl-i siyasetin icraatına karşı vicdan-ı âmme müvacehesinde mürakabe ve nezzare vazifesini de yapar, halkı ikaz eder. (Bak: 1332.p.sonu ve 1339.p.sonu)

Cemiyetin ve geniş dairede çalışan nurcuların manevî istinad noktası (Bak: 3940/3 p.son yarısı) ve mürşid makamında bir şahs-ı manevi (Bak: 3374/1.p.sondan 3. bend) bir itimad merkezi olarak bulunması gereken ve 199.p. da beyan edilen Al-i Beytin vazifesini deruhte eden bu dar daire cemaati bulunmazsa veya geniş daireye temayül ederek keyfiyyet hususiyetlerini zayıflatır veya kaybederse, artık dünyanın vazifesi bitiyor demektir.

Böyle nümune-i imtisal bir daire mensupları, azâmî takva, azimet, ihlâs, sadakat, sebat ve istiğna gibi keyfiyyet şartlarına itina göstermelidir. Haram-helâl demeyip rast gelen menfaatlara el atmamalıdır. İstiğna düsturunu, takva ve azîmeti takib etmek gayretinde olmalıdır. (Bak: Azimet)

Bilhassa zamanımızda helâl-haramı tefrik etmiyenlerden gelecek yardımları almak şöyle dursun Allah namına vermek ihlâsını kazanmamış ve nam, teveccüh ve hürmet kazanmak hislerini karıştıranlardan dahi, muavenetlerini almamak tavsiye ediliyor. (Bak: 329/3.p.)

2289/6- Devlet müdahaleleri ve tasarruflarının üstünde olan bu manevi hizmet tefeyyüz medreseleri devam etmekle beraber, ittihad-ı İslâm iktidarının hâkimiyeti devrinde, Eski Said’in tahakkukunu takib ettiği mezkûr medresenin de te’sisini isteyen Bediüzzaman Hazretleri talebelerine hitaben şöyle der:

“Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım acele ettim, kışta geldim. Siz inşaallah cennet-asa bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaklar. Sizden şunu rica ederim ki, mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini mezar taşı denilen, kemiklerimi misafir eden toprağın kapısıcısının başına takınız. (Yani İhtiyar Risalesi’nin Onüçüncü Rica’sında beyan ettiği gibi, Medreset-üz Zehra’nın mekteb-i ibtidaîsi ve Van’ın yekpare taşı olan kal’asının altında bulunan Horhor Medresemin vefat etmesi ve Anadolu’da bütün medreselerin kapatılması ile vefat etmelerine işaret ederek umumunun bir mezarı ekberi hükmünde olmasına bir alamet olarak o azametli mezara azametli Van kal’ası mezar taşı olmuş. Ey yüz sene sonra gelenler! (Bak: 3911.p.) Şu kal’anın başında bir medrese-i nuriye çiçeğini yapınız.)

Cismen dirilmemiş, fakat ruhen baki ve geniş bir hey’ette yaşayan Medreset-üz Zehra’yı cismanî bir surette bina ediniz, demektir. Zaten Eski Said ekser hayatı o medresenin hayaliyle gitmiş ve o matbu risalenin 147 nci sahifeden ta 157 nci sahifeye kadar Medreset-üz Zehra’nın te’sisine ve fay-dalarına dair ehemmiyetli hakikatları yazmış.

Bir fal-i hayırdır ki; yirmibeş senelik dehşetli ve medreseleri öldüren is-tibdadın kırılması ile Maarif Vekili Tevfik, Van’da, Şark Üniversitesi na-mında Medreset-üz Zehra’yı inşa etmesine karar vermesi ve ümidin hari-cinde reis Celal dahi mühim mes’eleler içinde Tevfik’in fikrine iştirak etmesi, Eski Said’in kırk sene evvel sözü ve ricası doğru çıkacağını gösteriyor.” (E.L.II.110)

Atıf notları:

-Dershane durumundaki evler, bak: 3700.p.

-Medrese-i Nuriyelerin açılması, bak: 3940,3940/1.p.lar

-Kadınların dershanesi kendi evleridir, bak: 184.p.

Yukarı Çık