685- DUA دعاء : Allah’a (C.C.) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru. *Salât, namaz. * Cenab-ı Hak’tan hayır ve rahmet dilemek. Allah’ın rızasını, hidayet ve istikamete muvaffakiyeti dilemek, yalvarmak. * Peygamber’e (A.S.M.) salavat getirmek. * Birisini çağırmak. * Birisini bir şeye sevketmek. * Bir kimseye bir isimle tesmiye etmek. (Bak: Cevşen-ül Kebir, Salât, Sevab-ı A’mâl)
686- Kur’anda dua ile alâkalı çok âyetler vardır. Bu âyetlerden biri olan «(25:77) قُلْ مَا يَعْبَوُ۬ٔا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلاَ دُعَٓاوُ۬ٔكُمْۚ Yani: “Ey insanlar! Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var.” mealindeki âyetin beş nüktesini dinle:
Birinci Nükte: Dua bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir. Belki ubudiyetin ruhu hükmündedir. Çok yerlerde zikrettiğimiz gibi dua üç nevidir:
Birinci nevi dua: İstidad lisanıyladır ki, bütün hububat, tohumlar lisan-ı istidad ile, Fâtır-ı Hakîm’e dua ederler ki: “Senin nukuş-u esmanı mufassal göstermek için, bize neşv ü nema ver; küçük hakikatımızı sünbülle ve ağacın büyük hakikatına çevir.”
Hem şu istidad lisanıyla dua nev’inden birisi de şudur ki: Esbabın içtimaı, müsebbebin icadına bir duadır. Yani esbab bir vaziyet alır ki, o vaziyet, bir lisan-ı hal hükmüne geçer. Ve müsebbebi, Kadir-i Zülcelal’den dua eder, isterler. Meselâ: Su, hararet, toprak, ziya bir çekirdek etrafında bir vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı duadır ki: “Bu çekirdeği ağaç yap, yâ Hâlikımız!” derler. Çünki o mucize-i hârika-i Kudret olan ağaç; o şuursuz, camid, basit maddelere havale edilmez, havalesi muhaldir. Demek içtima-i esbab, bir nevi duadır.
687- İkinci nevi dua: İhtiyac-ı fıtrî lisanıyladır ki, bütün zihayatların iktidar ve ihtiyarları dâhilinde olmıyan hacetlerini ve matlablarını, ummadıkları yerden vakt-i münasibde onlara vermek için, Hâlik-ı Rahim’den bir nevi duadır. Çünki iktidar ve ihtiyarları hâricinde, bilmedikleri yerden vakt-i münasibde onlara bir Hakîm-i Rahim gönderiyor. Elleri yetişmiyor; demek o ihsan, dua neticesidir.
Elhasıl: Bütün kâinattan Dergah-ı İlahiyeye çıkan bir duadır. Esbab olanlar, müsebbebatı Allah’tan isterler.
688- Üçüncü nevi dua: İhtiyaç dairesinde zişuurların duasıdır ki, bu da iki kısımdır. Eğer ıztırar derecesine gelse (Bak: 4013.p.) veya ihtiyac-ı fıtrîye tam münasebetdar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmış ise veya sâfi, hâlis kalbin lisanıyla ise, (Bak: 875.p.) ekseriyet-i mutlaka ile makbuldür. Terakiyat-ı beşeriyenin kısm-ı âzamı ve keşfiyatları, bir nevi dua neticesidir. Havarik-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, manevi bir dua neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidad ile istenilmiş, onlara verilmiştir. Lisan-ı istidad ile ve lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ile olan dualar dahi, bir mani olmazsa ve şerait dâhilinde ise, daima makbuldürler.
İkinci kısım; meşhur duadır. O da iki nevidir: Biri fiilî, biri kavlî. Meselâ: Çift sürmek, fiilî bir duadır. Rızkı topraktan değil, belki toprak hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalar..
689- Eğer desen: Bazan kat’i olacak işler için dua edilir. Meselâ husuf ve küsuf namazındaki dua gibi. Hem bazan hiç olmayacak şeyler için dua edilir?
Elcevab: Başka Sözlerde izah edildiği gibi, dua bir ibadettir. Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile ilan eder. Zahirî maksadlar ise, o duanın ve o ibadet-i duaiyenin vakitleridir; hakiki faideleri değil. İbadetin faidesi, âhirete bakar. Dünyevî maksadlar hâsıl olmazsa, “O dua kabul olmadı” denilmez. Belki “Daha duanın vakti bitmedi” denilir.» (M.299-301)
«Meselâ: Yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyyet ile olsa; o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz. Nasılki güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ay’ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani gece ve gündüzün nuranî ayetlerinin nikablanmasıyla bir azamet-i İlahiyeyi ilana medar olduğundan, Cenab-ı Hak ibadını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabıyla muayyen olan) Ay ve Güneş’in husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir. Aynı onun gibi; yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadir-i Mutlak’ın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde, beliyyeler def’ olunmazsa; denilmiyecek ki: “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki: “Duanın vakti, kaza olmadı.” Eğer Cenab-ı Hak, fazl ve keremiyle belayı ref’etse; nurun alâ nur... o vakit dua vakti biter, kaza olur. Demek dua, bir sırr-ı ubudiyettir.» (S.317)
Bir atıf notu:
-Yağmur duasının bir hikmeti ve ondan alınacak ibret dersi, Bak: 3050.p.
690- «Üçüncü Nükte: Dua-yı kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir. Ya aynı matlubu ile makbul olur veyahut daha evlası verilir. Meselâ: Birisi kendine bir erkek evlad ister. Cenab-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evladını veriyor. “Duası kabul olunmadı” denilmez. “Daha evla bir surette kabul edildi” denilir. Hem bazan, kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. “Duası reddedildi” denilmez. Belki, “Daha enfa’ bir surette kabul edildi” denilir. Ve hâkeza... Mâdem Cenab-ı Hak Hakîm’dir; biz ondan isteriz, o da bize cevab verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. “Tabib beni dinlemedi” denilmez. Belki ah ü fizarını dinledi, işitti, cevab da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi.
691- Dördüncü Nükte: Duanın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki; birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var; ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir zatın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir inşirah duyup dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp َالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ der.
692- Beşinci Nükte: Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünki dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir; en uzak maksadlarımı yapabilir; benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise, bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de O’ndan bekliyorum. O’ndan istiyorum. İşte duanın verdiği hâlis tevhidin genişliğine ve gösterdiği nur-u imanın halavet ve safiliğine bak, (25:77) قُلْ مَا يَعْبَوُ۬ٔا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلاَ دُعَٓاوُ۬ٔكُمْۚ sırrını anla ve (4:60) وَ قَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ fermanını dinle. اگر نه خواهى داد ، نه دادى خواه denildiği gibi: Eğer vermek istemeseydi, istemez vermezdi.» (M.301-302)
693- Bir hadis-i şerifte: «اِنَّالدُّعَاءَهُوَالْعِبَادَةُ Yani: Şüphesiz ki dua ibadettir.»1 buyuruluyor. Aynı kitabın 3853. hadisinde ise: Duada acele etmek, istenen şeyi hemen dünyada istemek, duanın kabulüne mani olduğu beyan edilir.
694- «Sual: Mü’minin mü’mine en iyi duası nasıl olmalıdır?
Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünki, bazı şerait dâhilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevi temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi sefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.
Hem 2بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani gıyaben ona dua etmek; hem hadiste ve Kur’anda gelen me’sur dualarla dua etmek. Meselâ:
اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ لِى وَ لَهُ فِى الدِّينِ وَ الدُّنْيَا وَ اْلآخِرَةِ
3رَبَّنَا آتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ
gibi câmi’ dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevaki-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum’a da, hususan saat-ı icabede;4 hem şuhur-u selasede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadir’de dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiye’den kaviyyen me’muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.» (M.279)
695- Duanın kabulüne mühim bir vesile de, hastalıkta kazanılan halettir: «Hastalık, insandaki aczini, za’fını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve za’fın diliyle halen ve kalen bir dua ettirir. Cenab-ı Hak, insana, hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir za’f vermiş.. tâ ki daimî bir surette dergah-ı İlahiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin.
(25:77) قُلْ مَا يَعْبَوُ۬ٔا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلاَ دُعَٓاوُ۬ٔكُمْۚ yani: “Eğer duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var.” âyetin sırrıyla insanın hikmet-i hilkatı ve sebeb-i kıymeti olan samimi dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, Allah’a şükür etmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, âfiyeti kesbetmekle kapamamak gerektir.» (L.211)
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: «Ben otuz-kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yani dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir;5 kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalık ile aczini anlayıp dergah-ı İlahiyeye iltica eder. Onun için otuz senedir şifa duasını ettiğim halde, duam zahirî kabul olmadığından, duayı terketmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir. Hem dua istediğimiz tarzda kabul olmazsa, makbul olmadı denilmez... Hâlik-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder.» (L.215)
696- «Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm münacâtında, istirahat-ı nefs için dua etmemiş; belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mani olduğu zaman ubudiyet için şifa taleb eylemiş. Biz o münacât ile birinci maksadımız; günahlardan gelen manevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mani olduğu zaman iltica edebiliriz.» (L.12)
697- Dualar, huzur hakikatı ve şuuru ile yapılmalıdır. Yani Cenab-ı Hak her şeyi her an bilip gördüğü hakikatına istinaden karşılıklı konuşma ve muhatab makamı haletiyle olmalı. Yani:
«Sen Cenab-ı Mücib-üd Daavat’a münacâtta bulunduğun zaman, ona karşı öyle bir tarz-ı hitabda bulun ki, sanki Cenab-ı Mücib-i Rahim, senin yanındadır ve beraberindedir ve seni görmektedir ve seni işitmektedir ve rahmet ve keremiyle sana nüzul etmektedir gibi tasavvurla hitab et! Yoksa sen onun yanında imişsin veya beraberinde imişsin veya ona yakın imişsin veyahut ona doğru yükselmekte imişsin gibi farz ve tahayyülde bulunma! (Allah’ın mahlûkatına karşı kurbiyet ve bu’diyeti, bak: 2145, 2146.p.lar)
Evet Cenab-ı Hakk’a karşı münacâttaki vaziyetin ise; bir geminin şark cihetinde bir yerde oturtulmuş gözsüz ve sağır birisinin, telefonun kulağında fısıldayarak, manzar-ı âlâda hurdebinî teleskoplarla ona bakan zâta karşı münacât edip, kaşlarıyla işaret eden şahıs gibi ol! Hem geminin sahib-i alîminin şuurundan tereşşuh edip yapılan geminin pusulasıyla, gayet kolay olarak o gemi, her bir menzili kat’edince onun hatırından geçen hatıraları da ilmi ile bilen bir zata karşı şükrünü ilan eden kimse gibi ol.» (M.Nu.262) (Namazda huzur, bak: 1388.p.)
Duada kalben başka şeylerle meşguliyet ve gaflet, duanın makbuliyetini zedeler. T.T. ci: 5, 365. hadisin beyanı da mevzu ile alâkalıdır.
698- «Ey insan! Senin elinde gayet zaif, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehennem’e yetişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.» (S.468)
699- «Sual: Denildi ki: Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î birtek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zatlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.
Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış (Bak: 1230/1.p.) ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.); umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı aynı yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lamba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lamba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, her birine tam bir Yasin-i Şerif düşer.» (Ş.685)
700- Duada avuç içini aşağı doğru çevirmek hakkında Büluğ-ul Meram adlı eser şu rivayetleri nakleder:
اُسْتَسْقَى فَاَشَارَ بِظَهْرِ كَفَّيْهِ اِلَى السَّمَاءِ Enes (R.A.) dan rivayet edildiğine göre, Peygamber( A.S.M.) yağmur duası yapmış ve avuçlarının sırtı ile semaya işaret etmiştir.
Bu hadisi 896 numara ile Müslim de tahric etmiştir.
701- Bu hadis-i şerif, dua ile belânın giderilmesi istenildiği zaman, avuçların sırtı semaya çevrilerek; bir şeyin vücud bulması veya verilmesi istenildikte ise, avuçların içi semaya çevrilerek el kaldırılacağına delildir. Nitekim bu husus, Hallâb b. Es-Saîb’in babasından rivayet ettiği şu hadiste sarihtir:
اِنَّ النَّبِىَّ (ص.ع.م.) كَانَ اِذَاسَاَلَ جَعَلَ بَطْنَ كَفَّيْهِ اِلَى السَّمَاءِ وَاِذَا اسْتَعَاذَ جَعَلَ ظَهْرَهُمَا اِلَيْهَا
Yani, Peygamber (A.S.M.) bir şey istediği zaman avuçlarının içini, bir şeyden (Allah’a) sığındığı zaman ise avuçlarının dışını semaya çevirirdi.
702- Keza وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًۜا ( 21:90 ) yani “Rağbet ve korku hallerinde bize dua ederler” mealindeki âyet-i kerimesi dahi; rağbette avuçların içi, rehibde avuçların dışı semaya kaldırılır diye tefsir edilmiştir.» (B.M. ci: 2, sh: 230)
«Ellerini yukarı kaldırıp, avuçlarının içlerini dua kıblesi olan arş tarafına açmak ve eğer şiddet ve âfat def’i için olursa, ellerinin arkasını yukarı doğru tutup, akis olunması mervidir.» (Mecma-ul Adab sh: 30) (Bak: Ebu Davud 1487, 1490. hadisler)
Bazı kaynaklar duada ellerin bitişik veya arası açık olabileceğini kaydederler. (Bak: Ebu Davud hadis no: 1489, 1491 ve İ.U. ci: l sh: 880)
703- Farz namazlarının hemen akibinde yapılan duanın makbuliyeti hakkında hadis-i şerifte:
«جَوْفِ اللَّيْلِ الْآخِرِ وَدُبُرَ الصَّلَوَاتِ الْمَكْتُوبَاتِ Yani: Gecenin son kısmında ve farz namazların akibinde yapılan dualardır, buyuruluyor.»6
704- Şerre dua meselesi ise, bilhassa asrımızda bazı safdil müslümanların çok garib bir halidir. Şöyle ki:
« (17:11) وَيَدْعُ اْلاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ اْلاِنْسَانُ عَجُولاً Yani: “İnsan hayra dua eder gibi, şerre dua veya şerri davet eder. Sanki o büyük ecre dua ediyormuş gibi, o elîm azaba dua eder. Veya ef’aliyle o azabı davet eyler.» (E.T.3168)
Evet esbab âleminde duaların en müessir ve kuvvetlisi, fiilî duadır. Zira fiilî dua, istenen şeyin elde edilmesi için hikmet-i İlahiyenin koyduğu sebeblerine riayet etmektir. Meselâ; internet, gazete, mecmua, radyo ve televizyon gibi neşriyat vasıtalarıyla yapılan menfi neşriyat ve telkinata kapıları açarak kendisini ve aile efradını bu menfi telkinata maruz bırakmak, hatta bunlara para vererek o menfi neşriyatın devamına yardım etmek, umumi ahlâkın bozulmasına ve neticede günahların, şerlerin umumileşip aileleri ve cemiyeti istila etmesine sebebiyet vermek, safdilâne ve şuursuzca, şerrin lehinde fiilî bir duadır.
İki atıf notu:
-Şerli insanlara dua etmemek, bak: 2162.p.
-Duanın (fitne içinde) kabul olmaması, bak: 813, 908, 2646.p.lar.
705- Bu çeşit menfi fiilî duanın dehşetli bir başka misali de dinî an’ane ve yaşayış tarzından uzaklaşarak ecnebi mukallidliğine özenmek, moda ve asrîlik namı altında bu Avrupa yaşayış tarzını taklid dahi, İslâmiyet aleyhtarı düşüncelerin ve âdetlerin yayılıp yerleşmesine ve böylece umumi hayatın ve ahlâkın bozulmasına sebebiyet veren fiilî bir dua ve telkindir. (Müfsid reislere safdilane taraftarlık hatası, bak: 126.p.)
706- Bu menfi fiilî duanın neticesinde maruz kalınan dehşetli zararları görünce feryad edip Allah’tan bu şerlerin def’i için kavlen dua ve niyazda bulunmak, önceki menfi fiilî duaya ters düştüğünden kabule şayan olmayacağını Peygamberimiz (A.S.M.) haber vermektedir. Nitekim bir hadiste şöyle buyuruluyor:
وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَتَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِاَوْ لَيُوشِكَنَّاللَّهَ اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عِقَابًا مِنْ عِنْدِهِ ثُمَّ لَتِدْعُواعَنْهُ فَلَا يَستَجِيبُ لَكُمْ
Nefsim yed-i kudretinde olana yemin ederim ki, emr-i bilma’ruf ve nehy-i anilmünkeri yaparsınız veya Allah size azabını gönderecektir. Sonra O’na dua etseniz de duanız kabul olmayacaktır.7
Diğer bir hadiste ise:
مُرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَرْ عَنِ الْمُنْكَرِقَبْلَ اَنْ تَدْعُوااللَّهَ فَ لَا يَسْتَجِيبَ لَكُمْ وَقَبْلَ اَنْ تَسْتَغْفِرُوهُ فَلَا يَغْفِرَ لَكُمْ
buyurulmaktadır. Yani: «Allah’a dua edip de duanız kabul edilmiyecek ve af dileyip de mağfiret olunmıyacağınız hale gelmeden önce ma’ruf ile emredin, münkerden nehyedin.»8
Gayet manidar diğer bir hadiste de: مَنْ وَقَّرَ صَاحِبَ بِدْعَةٍ اَعَانَ عَلَى هَدْمِ الْاِسْلَامِ buyurulur. Yani: Bir kimse bir bid’at sahibini ağırlarsa, İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.9
707- Bu ve benzeri ehadisten anlaşılıyor ki; dine zarar veren bid’atlar, milletçe takbih edilerek revaç bulmasını önlemek yerine, bid’atlara özenip taklid etmek, nefse de hoş geldiğinden, bid’alar intişar eder. Bu ise, şerleri celbeden menfi ve fiilî bir dua olur ve manevi hayatın temeli olan şeairin zayıflamasına, hatta şeairin cemiyette hoş karşılanmaz hale gelmesine sebebiyet verir ki, âhirzaman fitnesinin dehşetli bir vasfını teşkil eder. (Âhirzaman fitnesinde münkerin maruf, marufun münker sayılması, bak: 985, 3186.p.lar)
Bir atıf notu:
-Duası makbul olanlar, bak: 3964/2.p.
708- Dua hakkında âyetlerden bir kaç not:
-Esma-ül Hüsna ile dua etmek: (7:180)
-Sadakat (zekat) verenlere dua: (9:103)
-Zaruret ve sıkıntıda iken dua edip, rahatta iken etmiyen müsrifin zümresi: (10:12)
-Binek ve vasıtalara binilince okunan dua: (43:13)
Hadis kitablarında dua hakkında bölümler vardır. Ezcümle, T.T.ci: 5. sh: 198. duanın fazileti babıdır.
1İ.M. hadis:3828
2H.G. hadis:178 ve K.H. hadis:1202
3Kenz-ül Ummal ci:2 sh:188 hadis:3682 (az farkla)
4İ.M. 5. kitab (ikame-i salat) bab:99 ve S.M. 7. kitab-ül cum’a bab:4 ci:3 sh:16 ve T.T. ci:1 sh:288
5Haşiye:Evet bir kısım hastalık duanın sebeb-i vücudu iken, dua hastalığın ademine sebeb olsa, duanın vücudu kendi ademine sebeb olur; bu da olamaz.
6T.T. ci:5 hadis:374
7R.E. ci:2 sh:459 ve T.T. ci:5 hadis:687
8R.E. sh:393
9R.E. sh:446