3886- ULÜ-L EMR اولو الأمر : Müslümanları şeriat namına ve dinî ahkâm ile idare eden (halife, kadı, İslâm reisi, padişah, sultan, reis-i cumhur, reis, müdür gibi) zatlar. (Bak: Halife) (İslâmiyet nazarında memuriyet hizmetkârlıktır, bak: 675/1.p.)
3887- Kur’an ulü-l emre, yani idarecilere itaat etmeyi emrederken, itaatı mutlak bırakmamış, bazı şartlara bağlamıştır. Ezcümle bir âyette:
«(4:59) يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا “Ey ehl-i iman! اَط۪يعُوا اللّٰهَ Allah’a itaat وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْۚ ve Resul’e itaat ediniz, sizden olan ulü-l emre de.” Dikkat edilmek lâzım gelir ki, Allah ve Resul’ü hakkında اَط۪يعُوا وَاَط۪يعُوا diye itaat ıtlakı üzere tasrih edildiği halde, ulü-l emr hakkında ayrıca وَاَط۪يعُوا وَاُو۬لِى اْلاَمْرِ buyurulmayıp, bunlara itaat, Resul’e atfen ve mahza itaat-i Resul’e tebaan emrolunmuş ve bu suretle tabiiyyet tahtında itaatın hem aynı kuvvetle mutlak olduğu gösterilmiş hem de isyan mevki’leri hükümden hariç bırakılmıştır.
لَاطَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ عِنْدَ مَعْصِيَةِ الْخَالِقِ 1 Kezalik
اِنَّمَا الطَّاعَةُ فِى الْمَعْرُوفِ 2 hadis-i şerifleri de bunu mübeyyindir.
Şu halde âmirin her emri me’muru mes’uliyetten kurtarmağa kâfi gelmez. Bil’farz bir me’mur, âmirinin emriyle rüşvet alsa veya sirkat yapsa mes’uliyetten kurtulamaz. Bu ma’na “âmirin hilaf-ı kanun emri, me’muru mesuliyetten kurtarmaz” diye de ifade olunur. (Bak: 1537.p. sonu ve 2368.p.)
3888- Şayan-ı dikkat olan kayıdlardan birisi de, mü’minlere hitaben مِنْكُمْۚ kaydıdır ki ma’nası vazıhdır. Mü’minlerden olmayan ulü-l emre itaat dinen vacib kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, varsa bir ahde riayet mevzu-i bahs olacaktır.
Fakat taatin adem-i vücubundan behemehal isyanın vücubunu anlamaya kalkışmamalıdır. İtaatin adem-i vücubu, isyanın vücubunu müstelzim olmayacağından, itaat mecburiyetinde bulunmamakla isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark vardır. Hakk-ı isyan başka, vazife-i isyan yine başkadır. Binaenaleyh buradan, gayr-ı mü’min bir muhitte bulunan mü’minlerin, şuna buna karşı isyankâr bir ihtilalci vaz’iyetinde telakki edilmemeleri ve belki mü’minlerin, her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’a ve Resulüne karşı ma’siyetten içtinab ve aynı zamanda kendilerinden olan ulü-l emre itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemeleri lüzumunu anlamak lâzım gelir.» (E.T. 1374)
3889- «Abdullah İbn-i Ömer Hazretlerinden rivayet olunduğu üzere Hazret-i Peygamber buyurmuştur ki: “Müslim olan kişinin taat vecibesidir. Hoşlandığında da hoşlanmadığında da. Meğer ki masiyet ile emredilmiş olsun. Ma’siyet ile emrolunana itaat yok.” Sure-i Şuara’da (26:151, 152)
وَلاَ تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ * اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ يُصْلِحُونَ
âyeti de bu babda sarihtir.
Âyette وَا لْاُمَرَاءِ buyurulmayıp, اُو۬لِى اْلاَمْرِ buyurulması şayan-ı dikkattir. Bu mefhum ümera ve hükkâma şamil olduktan başka, emre bihakkın sahib olmak ve merci-i umur bulunmak mefhumunu da tazammun eder.» (E.T. 1376)
3890- «Fahreddin-i Razî bu esası tedkik ederek Allah ve Resulullah’dan sonra bir hey’et-i içtimaiyye halinde itaat-i kat’iyyeleri vacib kılınan ulü-l emirden murad, erbab-ı hall ü akd denilen ve ittifakları bütün ümmeti temsil ederek Kitab ü Sünnet’ten sonra re’sen bir delil-i şer’î teşkil eden ehl-i icma’ olması lâzım geldiğini, Allah’a ve Peygamber’e itaatten sonra en mutlak taatin ancak bu olabileceğini ve efrad-ı ümera ve hükkâm ve ulemaya itaat de bunlardan birine müteferri’ bulunduğunu, müdellel ve mufassal bir surette beyan etmiştir.» (E.T. 1377) (Bak: İcma-i Ümmet)
3890/1- - Bir hadis-i şerif, ulü-l emre itaatin hududun mealen şöyle tarif eder:
«Allah’ın ve Resulünün emirlerini dinleyip onlara -hem neş’eli, hem kederli zamanımızda; hem zor, hem kolay halimizde- itaat etmek ve âmirlerimiz kendi arzularını nefislerimiz üzerine tercih etseler dahi onlara itaat etmek ve niza (kıtal) etmemek, meğer ki emîrin açık bir küfrünü görseniz; ki onun küfrü hakkında yanınızda Allah kitabından kuvvetli deliliniz ola. (Bu surette inkâr edersiniz.)
Bu hadis, bil’intihab devlet nüfuz ve kudretini temsil eden emîre ve devlet reisine itaat etmek ve ona karşı isyan ve kıtale tasaddi etmemek hususunda sarih bir nassdır. Ziyade olarak da bu itaatin son hududu bildirilmiştir ki, bu da emîrin sarih bir nassın delalet ettiği açık bir küfrü iltizam ve emr etmiş olmasıdır. Bu surette onun velayetini inkâr etmek caiz oluyor. Aşağıda görüleceği üzere Resul-ü Ekrem: “Masiyette itaat caiz değildir. Ancak itaat marufdadır.” buyurmuştur.
Ümera-i sûe karşı itaat edilmeyip ne olacak? Davudî’nin beyanına göre zalim âmirler hakkında ulemanın içtihadı şöyledir: Bir fitneye, bir cevre, bir zulme sebeb olmadan hal’i ve iskatı mümkin olursa hal’ olunur. Mümkin olmazsa, vacib olan sabır etmektir. Bazıları şu tezi müdafaa etmişlerdir: Fasık kişiye ibtidada amme velayeti akdolunmamalıdır. Adil olarak akd-i bey’at edilip de sonra zulme, cevre başlarsa bir küfrü iltizam etmedikçe ona karşı huruç ve ihtilal sahih değildir.”» (S.B.M. 12.cild, 2113.hadis) (Bak: 2447.p.)
3891- Mevzuumuzla alâkalı olan bir kaç hadisi ibret için mealen veriyoruz:
«İstikbalde bir takım âmirler olacak ki, sizler onların işlerinden bazısını ma’ruf ve güzel görecek, bazısını da inkâr edeceksiniz. Artık münkeri münker tanıyan ve o hususta şüpheye düşmeyerek onu düzeltmeye çalışan, onun günahı ve cezasından berî olur. Eli ve dili ile münkeri değiştirmeğe gücü yetmediğinden dolayı ancak kalbi ile onu inkâr eden ve ondan nefret eden kimse de, o münker işe ortak olmak günahından salim olur. Fakat çirkin iş yapanlara kalbiyle rıza gösteren ve o işi yapmakta olanlara tabi olan ise, hem günahtan berî olamaz, hem de ortaklık suçundan salim kalamaz.” (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)
Sahabiler: Bu gibi emîrlerle mukatele etmiyelim mi, diye sordular.
Peygamber: “Namaz kıldıkları müddetçe hayır!” buyurdu.»3
«Allahu Zülcelal Hazretleri havarisi olmayan hiçbir peygamber göndermedi. Bu yardımcılar, Peygamberlerin arkasında Allah’ın dilediği kadar dururlar. Orada Allah’ın kitabı ve Nebisinin sünneti ile amel edilir.
Ondan sonra ümera gelir. Bunlar kürsülerde otururlar. Bildiğiniz şeyleri söylerler. Reddettiğiniz şeyleri yaparlar, münkeri işlerler. Onları gördüğünüz zaman kendileri ile mücahede etmek her mü’mine borçtur. Gücü yeterse fiilen, yoksa sözle, buna da gücü yetmezse kalbi ile mücadele eder (amellerini kerih görür). Bunun dışında müslümanlık yoktur.»4
«Sizin üzerinizde bazı ümera peyda olur. Namazı vakitlerinden geciktirir ve bid’atler çıkarırlar. İbn-i Mes’ud (R.A.) dedi ki: “Onlara yetişirsem nasıl yapayım?” Buyurdu ki: Ey Ümmü Abd’in oğlu! Benden nasıl yapacağını soruyorsun. Allah’a isyan edene itaat yoktur.»5
Bir atıf notu:
- Zalime safdil müslümanların taraftarlıkları, musibet-i ammeye sebebiyet verir, bak: 2646.p.
3892- «Allah bir kavme hayır murad ettiğinde, onların başına hilim sahiblerini getirir; aralarında âlimleri hüküm verir. Serveti de en cömert olanlarına ihsan eder. Allah bir kavme de şer murad ederse, akılsızları onların başına âmir olarak geçirir, aralarında cahiller hüküm verir ve serveti de en cimri olanlarına verir.»6 (Bak: 3883.p.)
«Allah’ın ahdini ve Resulünün ahdini bozan her milletin başına mutlaka Allah kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindekinin bazısını alır ve imamları (yani devlet adamları) Allah’ın kitabıyla amel etmeyip Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe (yani diğer hükümleri uygulamadıkça) Allah onların azabını kendi aralarında kılar (yani iç fitne, fesad ve anarşi gibi azablara tazib eder).7
3893- Bir hadiste de şöyle buyuruluyor: كَمَا تَكُونُوايُوَلِّى عَلَيْكُمْ
Yani: «Siz nasıl iseniz, öyle bir idareci başınıza getirilir ve öyle idare olunursunuz.»8
Kur’an (8:53) (13:11) âyetleri de bu hadisin hakikatını te’yid eder.
Kadınların da devlet idaresi vazifelerine geçmeleri caiz olmaz. (Bak: 2874/2.p. sonu ve 2874/4.p.)
3893/1- Kur’an şahsa veya şahs-ı manevîye ittiba etmeyi tavsiye ve emreder. Fakat bu ittiba, Allah’ın emri olması itibariyle ve meşruiyet dairesinde olmak şartıyladır. Kur’anda تبع kökünden türemiş kelimelerin geçtiği çok âyetlerde vahye, hakka ve hidayete bağlılığın lüzumu ifade edilirken, peygamberler istisna edilmez. Halkın tabi’ olduğu peygamberler, metbuiyetle beraber evamir-i İlahiyeye herkesten daha çok tabi ve abdiyete örnektirler. (Bak: Abd)
3893/2- İttiba ile alâkalı âyetlerden birkaç not:
- Salih ve müttaki ecdada (bazılarına göre o vasıftaki mü’minlere) ittiba etmek: (52:21)
- (Ledünn ilmine sahib) Hızır Aleyhisselamın, (ilm-i şeriata sahib) Musa’dan (A.S.) kendine ittiba etmesini istemesi: (18:70) (Bak: Ledünn) Bu âyetten anlaşılıyor ki; ilm-i esrar-ı İlahiye ve hikemiyeye mazhar kılınan müceddid ve Mehdi gibi imamlara ittiba etmek gerektir. Hatta ahkâm-ı şer’iyede müçtehid bir zat dahi maneviyat, irşad ve hakaik-i imaniye cihetinde imam olan zata ittiba etmesi, güzel bir hareket ve hakşinaslık olur. Çünki Mehdi, müctehidden üstündür. (Bak: 3210.p.) Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur’un iman cihetindeki vazifedarlığı makamında ehl-i ilme bu hakikatı ihtar eder. (Bak: 3100.p.) Zira Risale-i Nur, lütuf ve mevhibe-i İlahiyeye ve hikemiyat-ı Kur’aniyeye mazhariyetin eseridir. (Bak: 2294/2, 3089, 3091.p.lar)
-Mü’minler Rablerinden gelen hakka ittiba ederler: (47:3)
- Rabbinizden size indirilene ittiba edin, ondan başkasına değil: (7:3)
- Ensar ve Muhacirîne hüsn-ü ittiba edenler, rıza-i İlahîye naildirler. (9:100)
- Delilsiz ve taklidci ittibaın tenkidi: (2:170) (31:21)
- Şeriata ittiba etmek: (45:18)
- Peygamberlere ittiba: (36:20)
- Sizden karşılık istemiyenlere (istiğna ehline) ittiba edin: (36:21)
- İman-ı kâmil sahibi (mürşid) bir zatın, kavminden kendine ittiba etmelerini istemesi: (40:38)
- Muhabbet-i İlahiyeye mazhariyet için, Habibullah’a ittiba gerektir: (3:21)
Bir atıf notu:
- Hevaya değil, şeriata uymak, bak: 2187, 2188,p,lar.
3894- Bütün cemiyet ve cemaatlerde itaat eden ve edilenler vardır ve olmalıdır. Ancak bu itaatın mutlak olmayıp bazı şartlara bağlı olduğu da muhakkaktır. Ezcümle: Kur’an (68:8 ilâ 15) âyetleri, evvelden Hz. Peygamber’e (A.S.M.) ve dolayısıyla varislerine ve mü’minlere hitaben itaat edilmeyecek olan menfi cereyan ve temsilcilerini manen şöyle tavsif eder:
“(Hidayet-i İlahiye olan Kur’anî hakikatları) tekzib eden; (batıl davalarına) müdaheneci görmek istiyen; çok yemin eden, (batıl davasını kabul ettirmek için aldatıcı yollara baş vuran); alçak ve değersiz; gammaz (kendisini yüksek görüp kendine uymayanları geri kafalılıkla suçlayan ve propagandalar yapan ve yaptıran); koğuculuk ve hafiyelikle gezip (her yere sokulup) araştıran; (din yolunda) hayır (ve hizmet) yapanları men’ eden (istibdad ve tahakküm yapan); (hak ve ehl-i hakka) mütecaviz ve zulümkâr; çok günah işleyen; zorba, kaba, gaddar; bütün bu kötü sıfatlardan sonra da zenîm (uydurma nesebli, kulağı kesik, sağır); servet ve evlad (gençlik grubu) sahibi (olduğundan biz de istifade ederiz diye ona yaklaşıp itaat etme); (ona) âyetlerimiz (ve hakkı tanıtan kuvvetli bürhanlar) okunduğu zaman, “eskilerin uydurma hikâyesi” diye mukabele eder.”
İşte böyle kimselerin cereyanına girmemek ve itaat etmemek emrediliyor. Kur’an (76:24) âyeti ile 96. Sure, mezkûr hakikatı te’yid ederler.
Kur’an çok âyetlerinde birinci derecede Peygamber’e (A.S.M.) dolayısıyla da ümmete hitaben, hak düşmanlarına ve hakka bağlı olmayanlara itaat etmemeyi bildirir. Ezcümle: (25:52) (26:151) (33:1, 48) âyetleri örnek verilebilir.
Bir atıf notu:
- Bediüzzaman Hazretlerinin mütecaviz ehl-i bid’aya adem-i itaati, bak: 3243/4, 3243/5.p. lar.
3895- Netice olarak; hakikat nokta-i nazarında ulü-l emr, hak kanunların tatbikçisi olup müstakil bir hâkim değillerdir, hürriyet-i şer’iye esastır. İnsan insana hâkim olamaz. Kuvvet ve hâkimiyet, kanundadır. Hakka bağlı ulü-l emre itaat, hak kanununa itaat demektir. (Bak: Teokrasi, 1139.p, 2195.p. sonu)
3896- Bediüzzaman’a cebren ve zulmen şapka giydirmek için gönderilen memur: “Ben emir kuluyum demiş.” Bediüzzaman da şu cevabı veriyor:
«Cebr-î keyfi ile kanun ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin. Evet Kur’an-ı Hakîm’de, Yahudi ve Nasranilere başta benzememek için ona dair âyet olduğu gibi, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْۚ ( 4:59 ) âyeti, ulül emre itaati emreder. Allah ve Resulünün itaatına zıt olma-mak şartıyla, o itaatin emir kuluyum diye hareket edebilir. Halbuki bu mes’elede; an’ane-i İslâmiye kanunları, hastalara şefkatle incitmemek, gariblere şefkat edip incitmemek, Allah için Kur’an ve ilm-i imanîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiği halde; hususan münzevi, dünyayı terketmiş bir adama ecnebi papazlarının serpuşunu teklif etmek on vecihle değil, yüz vecihle kanuna muhalif ve İslâmın an’anevî kanunlarına karşı bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesabına o kudsî kanunları kırmaktır.» (E.L.II.166)
3897- Halbuki Bediüzzaman böyle kanunsuzluklara hayatında baş eğmediğini şöyle ifade eder:
«Rus’un Başkumandanı kasden önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona baş eğmiyen; İstanbul’u istila eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdine beş para ehemmiyet vermeyen ve “Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne!” cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa Kemal’in elli meb’us içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, “Namaz kılmayan haindir” diyen; ve Divan-ı Harb-i Örfî’nin dehşetli suallerine karşı, “Şeriatın tek bir mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım” deyip, dalkavukluk etmeyen ve yirmisekiz sene, gavurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur’aniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki; “Sen Yahudi ve Hristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz” denilse, elbette öyle her şeyini hakikat-ı Kur’aniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, cehenneme de atılsa, kat’iyyen yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek...
3898- Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-ü nemrudanelerine karşı, manevi pekçok kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddi kuvvetle ve menfi cihette mukabele etmesinin hikmeti nedir?
İşte bunu size ve umum ehl-i vicdana ilan ediyorum ki; yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dahildeki emniyet ve asayişi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için Kur’an-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde, yirmisekiz senelik zalim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki; asayişi masumların hatırı için muhafaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve diyor ki: Ben değil dünyevî hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına feda edeceğim.» (E.L.II.166) (Bak:Müsbet Hareket)